18 Temmuz 2008
Düğüm
Ölüm kapıyı çalıp da o muşmula suratını gösterdiğinde idrak ediyor insan bazı şeyleri.
Sana varlığını gösterip de ağırlığı ile göçerttikten sonra yüzüne işiyor yavaş yavaş ve o zaman geçmiş günler geçiyor insanın aklından usul usul, sanki hiç acelesi yok. Sen filmini bitir de sonra gideriz der gibi.
Sadece ölecek olana değil yakınına da vurması hainlik, puştluk. "Ölenle ölünmez!" diyorlar ya bir de, ona kılım. Evet, ölenle ölünmüyor ama ölürmüş gibi olmak daha kötü ya zaten. "E ölüyordum ben de, huzur ne güzeldi? Niye geldim ki geri?" Hele bir de giderken geri gelmeyenin gidişiyle arda bıraktığın o koskoca 20 senenin hatırası... O olmadıktan sonra hatırasının ne zevki var ki? Palavra, düşündükçe hatırlarmışım. Bunu ona da söyledim, "İçimden bir parça koptu sıçarken" demekten farksız. Tabi bunu ona daha farklı şekilde söyledim, büyüğümdür.
Ölüm anlamsız değil, anlamsız olsa mezarı yüklem üstene atacağın toprağı nokta olmazdı. Sadece zor, alışması zaman alıyor ve gaddar biraz da. Belli belirsiz geldiği için, davetsiz misafir gibi... Ama asıl kötü olan onu beklemek. Hani çok sevdiğin biri gelir uzaklardan, bir iki gün kalır ve en son yine uzun süre dönmeyeceğini bildiğin geri dönüş günü gelir. Gidişine saatler kalınca gerilirsin ve "keşke biraz daha kalsaydın daha yapamadıklarımız, geçiremediğimiz zamanlar var" dersin ya, o işte. Bunun geri dönüşü de yok, saatine bakıyorsun usul usul. Güçlüdür, belki de atlatır, kim bilir?
Ama giderse de, Aretha Franklin'den gelsin ölüme, One Way Ticket. Kes biletini s.ktir git derler işte o zaman; şarkını da al.