27 Eylül 2012

Rakı üzerine

Kendime not olsun diye bir kenara yazdıklarımı, umum ile paylaşmayalı bir hayli oldu. Zaman ve kaynak kısıtlılığından ötürü bunu gerçekleştiremedim. Askerlik sonrasında tekrardan aranızdayım, ey bizi izleyenler. 

Askerdeyken tamamen tesadüf neticesinde Salah Birsel ile tanıştım. Kendisinin Salah Bey Tarihi serisini aldım ve okuduğum en keyifli denemelerden biriydi. 5 kitaptan oluşan bu seride, İstanbul'daki pek çok yeri ve içkiyi ve tarihi ve edebiyatı ve daha birçok ilginizi çekecek değişik konu başlığını bulabilirsiniz. (Raki mezeleri hakkinda yazdigim baska bir yazi icin tiklayin)

Bu yazıyı oluşturmama neden olan sözcük Birsel'in kitaplarından pek çok kere kullandığı çarmakçur


Çarmakçur bir argo. Memleketimde kilolarca rakı içilir; kullanıldığını hiç duymadım. Bunun nedeni Ermenice kökenli olmasından ötürü sanırım. Aslı, Ermenice'de beyaz su anlamını taşıyan cermag çur sözcüğüdür.

Çarmakçur gibi bir sözcükten bihaberdim, daha da fazlası olduğunu öğrendim. Anzarot, apeki, dem, düz, duziko, imam suyu, islim, istim, pırna, pirne, piriz, piyiz, piys, süt, aslan sütü, gıravatlı, Fahrettin Kerim, Akyazılı. Bu saydıklarımın kimileri hakkında birkaç kelam edeceğim; ancak öncesinde rakı köken olarak ne anlama geliyor; onu sizlerle paylaşayım.

En bilinen içeceklerden olan rakı aslında üzüm, incir ve erik gibi meyvelerin alkolle mayalandırılarak
damıtılmasıyla elde edilen bir içkidir. Türk rakısı ve Yunan rakısı Uzo dışındakiler anason içermezler ve
hammaddelerinin adlarıyla birlikte anılırlar. Dünyada üretilen rakı çeşitlerinin bir listesi de sizlerle.


Rakı ne demek peki? Anasonla aromalandırılmış bir içkinin "rakı" olarak adlandırılabilmesi için özellikle
Türkiye'de üretilmiş olması, yüksek dereceli (93-94 derece) kuru ve yaş üzüm ispirtosunun
(suma) anason tohumu ile ikinci defa damıtılmasından elde edilmelidir. Bugüne kadar yayımlanmış olan ansiklopedilerin hemen hepsinde rakının bir "Türk içkisi" olduğu belirtilmektedir. Avrupa Konseyi İspirtolu İçkiler Eksperler Komitesi, rakıyı Türk içkisi olarak kabul etmektedir. Aynı Scotch viski ve Fransız konyağı gibi.

Rakı, "Araki" veya "Ariki" kelimelerinden türemiştir. Araki, Arapça'da "terleten" anlamına gelmektedir.
Araki ise Arak'tan yani "ter"den gelir. Rakı damıtılırken imbikten ter tanecikleri gibi damla damla düştüğünden
bu ismi aldığı sanılmaktadır. Eski dönemlerde rakı tutkununa Araknuş dendiği kaydedilmiştir.

Biraz da rakıya argoda verilen adlar...




Resimdeki kişi İstanbul valilerinden Fahrettin Kerim GÖKAY. Kısa olan şahıs. Valiliğinin yanında Yeşilay başkanlığı da yapmış ve içkiye karşı verdiği mücadele vermiştir. Dönemin rakıseverleri de, valinin kısa boyuna atıfta bulunarak ufak rakıya Fahrettin Kerim adını takmışlar. Bugünkü kullanımı: Yok denecek kadar az.

O dönemin baş rakıcılarında Neyzen Tevfik ile Fahrettin Kerim arasında geçen bir konuşmayı da yeri gelmişken paylaşıyorum: 
Neyzen 1953 yılında ölene kadar rakı içmeye gerekli özeni (!) göstermiş ve bu uğurda yıllarını vermiş bir kişi olarak bilinir. Sanatında son derece usta olan Neyzen, ömrünün sonuna kadar rakı içmeyi sürdürmüş, bu arada dönemin İstanbul Valisi aynı zamanda da Yeşilay Cemiyetinin başkanı olan Fahrettin Kerim Gökay’ın da yakın ilgi ve sevgisine nail olmuş. Fahrettin Kerim çeşitli zamanlarda onu içkiden kurtarma girişimlerinde bulunup, zaman zaman da Neyzen’i tedavi ettirmek için uğraşlar vermiş.
Neyzen bir gün merak etmiş ve ‘Yeşilaycıların toplantısına gitmiş. Fahrettin Kerim bu sırada içkinin zararları hakkında bir konferans vermekteymiş. ‘Efendiler, her kadeh rakı hayatınızdan bir saat kısaltır.’ Demiş. Bunun üzerine arka sıralarda oturan Neyzen gayrı ihtiyari olarak ‘Eyvah, yandık!’ diye bağırmış. Fahrettin Kerim ona dönerek ‘Hayrola, ne oldu?’ diye sorunca Neyzen, ‘daha ne olsun, sizin dediğinize göre hesap ettim de, meğerse ben öleli zaten 40 yıl olmuş!’ cevabını vermiş.
 



Gıravatlı. 1930'lu yıllarda üretilen ve Atatürk'ün de içmeyi sevdiği rakılar arasında bahsedilen Kulüp Rakı, halkın gıravatlı diye bahsettiği rakıydı. Türk afiş sanatı ve reklamcılığının ilk temsilcilerinden İhap Hulusi'nin resmettiği etikette; sanatçıyı ve yakın dostu Fazıl Ahmet Aykaç'ı (dönemin milletvekillerinden) rakı sofrasında keyifle sohbet ederken görürüz. Logonun siyasal çözümlemesini inceleyen Murat Belge'nin yazısı için tıklayın. Biz devam edelim.



Akyazılı. Argoya giren bu sözcük, köken olarak en ilgimi çeken oldu. Akyazılı sözcüğü Bektaşi bir dededen gelmekte. Evliya Çelebi, Akyazılı Sultan’ı Ahmed Yesevî’ye bağlamakta, onun Hacı Bektaş-ı Velî’nin halifelerinden olduğunu söylemekte, önce Bursa’ya oradan da Rumeli’ye geçtiğini bildirmektedir. Akyazılı Sultan âsitanesi  XV.-XVI. yüzyıllardaki Rumeli’de Türk yayılışının bir hatırasıdır. Bu tekke Bulgaristan’ın Varna şehrinden Balçık kasabasına giderken Hacıoğlu Pazarcığı’nın (Şimdi Dobriç) Obroçişte köyünde bulunur. [ Âsitane kelimesi Bektaşi tekkelerinin en büyüğünü ifade etmek için kullanılmıştır. ]

Akyazılı Sultan ile ilgili muhtelif kaynaklarda şöyle belirtilmektedir: Bektaşîliğe rakıyı Akyazılı’nın soktuğu, hatta mecazî olarak içkinin “akyazılı” sözcüğüyle ifade edildiği çeşitli kaynaklarda yer almaktadır. Bektaşî dervişleriyle ilgili çalışmaların birinde “akyazı” kelimesinin karşılığı olarak “rakı, bir çeşit içki” denmektedir. Bazen beyaz şaraba da Akyazılı denildiği rivayet edilir. Bektaşilerce Akyazılı, hem bir Bektaşi dervişidir; hem de rakıya verilen addır. 

Aslan sütü. Aslan sütü adının, eski küplü meyhanelerden geldiği bildirilmiştir. Galata'daki meyhanelerde fıçı yerine içinde adamın başının görülemeyeceği büyüklükte küpler olduğundan bunlara "küplü" adı verilmekteydi. Rakı, bu meyhanelerde aslan kabartmalı küplerde bulunduğundan aslan sütü olarak isimlendirilmiştir. Ayrıca berrak ve saydam olan rakıya su katıldığında alkol derecesi 37-38 dereceden aşağıya düştüğünde süt beyazına benzer bir hale gelmesinin de katkısının olabileceği belirtilmiştir.

Sermet Muhtar Alus'un rakı ile ilgili yazdıkları ise şöyle:
Rakının eskiden türlü adları vardı. “Vakti kerahet * gelip çilingir sofrasının önüne oturan paşalar beyler,teklifli misafirleriyle ukalâ ukalâ sohbeti tutturdukları” ve edebiyattan dem vurdukları sıralar, biraz da şiirlerden el alarak şarabın (bade, mey, sahba gibi) sıfatlarını rakıya yakıştırırlarmış.Dini bütün ve sofu kişiler ise esas haram olanın şarap olduğunu, rakıya dair bir açıklama bulunmadığını söyleyip imam suyu ve ilaç adını kullanırlarmış. Külhanbeyler cin suyu, anzarot, pırnık; Ermeniler çarmakçur, Rumlar düziko, Yahudiler raki derlermiş. Eh, haliyle “akşam yemeğini gece yarılarına kadar beklemekten, buram buram ekşi nefesten, yatağa girince bombort gibi horultudan” aman demiş olan İstanbul kadını da zıkkım adını yakıştırırmış rakıya!

(*) Rakı genel olarak akşam içkisidir. İçkicilerin "kerahat vakti" dedikleri akşamüzeri saatlerinde yavaş yavaş vaktin geldiği kabul edilir. Kerahat , kötülük anlamına gelse de mezesi, rakısı ve sohbetiyle akşamcılara çilingir sofrasını hatırlattığı belirtilmiştir

Geriye kalan diğer rakı argosu için raki.buyukkeyif.com sitesinden aldığım bir kesit ile yazımı bitiriyorum. Hepiniz için şerefe...

Serince bir sonbahar akşamıydı. Sert bir rüzgar esiyordu dışarıda. Küçük Ekspres meyhanesinin kuytu bir köşesine çöreklenmiş, aheste aheste demleniyordum. Semaverin üstündeki çaydanlıkta demlenen çay misali… Birden Asabi Müştak girdi içeri. Bir şeylere sinirlendiği her halinden belli oluyordu. “Hayırlı akşamlar, sofranız bereketli olsun” diye seslendi meyhanedekilere. Yanındaki Manzara İsmail de aynı dileklerde bulundu. Asabi Müştak ne kadar hırçın bir bıçkın ise, Manzara İsmail de o kadar munis ve halim selimdi…

Ayrıca, bu aleme takılmazdı pek. Acemisiydi rindan sofralarının. Bilmezdi rakının örfünü adetini hiç. Şaşırdım. Bunun ne işi var burada dedim içimden. Yanı başımdaki masaya oturdular. İster istemez kulak misafiri oldum kendilerine. Asabi Müştak daha masaya oturur oturmaz Manzara İsmail’e dönerek, “Haydi bir papaz uçuralım gırgırına, güllüm atalım” dedi hafifçe sırıtarak. Başladı argolu sohbet.

- Beleşe yatmadan, otlamadan, helalinden cümbüşleyelim… Çakıştıralım, çekizleyelim, dipleyelim, gagayı ıslatalım… Ama, ne ibiş olalım, ne de zurna. Cıvataları gevşetelim, kıkırdayalım, gıcırdatarak makaraları çekelim, gevşetelim… Kafaları dumanlarken, habeye kayalım. Şenliğe yumulup adabıyla zilliği kıralım… Anzarot sofrası mancasız olmuyor…
- Anzarot mu?
- Evet, anzarot sofrası, rakı sofrası mezesiz olmuyor.
- Akyazılıyı, Fahrettin Kerim’i duydum ama anzarotu duymamıştım.
- Anzarottan başka, rakıya, apeki, çarmak, çarmakçur, dem, duziko, düz, imam suyu, islim, istim, pırna, pirne, piriz, piyiz, piys ve süt de denir.
- Gıravatlıyı, yani “Kulüp Rakısı”nı anladım ama, çarmakçur, düz., duziko da nereden çıktı?..
- Ermeni barbalar çarmakçur demişler rakıya herhalde… Düz yani anasonsuz rakı Balkanlardan bir hatıra… Anzarot ise kalitesi iyi olmayan rakı için kullanılmış.
- Bak meyhaneci geliyor!..
- Ortacı!..
- Safa geldiniz efendim!..
- Safa bulduk… Bize bir küçük getir, biraz da meze.
- Baş üstüne efendim.
- Temin rakının bir adının da piyiz olduğunu söyledin, ben piyizi yemek olarak biliyordum.
- Yoo.. Piyiz içkiye denir, antifiriz, cila, islim, istim, mazot, tabanca, ustura, menekşe, mor gibi…
- Mor mu?..
- Mor, yani mavi ispirto…Mavi ispirto müptelaları ona menekşe de derdi.
- Peki cila nedir ki?..
- Sert bir içkiden sonra içilen daha hafif içki… Mesela bazıları “Rakıya birayla cila çek, gogoya baklavayla” der. Hakikaten rakıdan sonra buz gibi bir bira iyi gider, yakışır…
- Ya tabanca?
- Tabanca tabirini bitirim ve bıçkınlar konyak veya kanyak için kullanırlar.Küçük cep kanyağı için. Biliyorsun yeni yetmeler de “Coca Cola”ya “Amerikan Suyu” diyorlar, benzetme…
- Bak ilerdeki şu şişman çok sarhoş olmuş galiba?
- O mu?.. Onun lakabı fıçıdır. Vantuz… Adam rakıyı içmez, emer…Sohbeti de hiç çekilmez, geyik muhabbetine yatar hep.
- Ya yanındaki, zırt fırt içiyor, haftaym bile vermiyor.
- O fondipçi’dir, birazdan göreceksin fitil olacak. Mezeler hiç fena değil… Kıyak
...