21 Eylül 2008

60. Emmy Ödülleri

60. Emmy Ödülleri bu gece dağıtılıyor. Sahiplerinin kimler olacağını göreceğiz, şimdilik sadece adayları biliyoruz. Kabaca bir göz atmak gerekirse;


En İyi Dram Dizisi
  • Mad Men
  • Dexter
  • Damages
  • Lost
  • Boston Legal
  • House

En İyi Kadın Oyuncu (Dram)
  • Kyra Sedgwick, The Closer
  • Sally Field, Brothers & Sisters
  • Glenn Close, Damages
  • Holly Hunter, Saving Grace
  • Mariska Hargitay, Law & Order: SVU

En İyi Erkek Oyuncu (Dram)
  • Jon Hamm, Mad Men
  • Michael C. Hall, Dexter
  • Bryan Cranston, Breaking Bad
  • James Spader, Boston Legal
  • Hugh Laurie, House
  • Gabriel Byrne, In Treatment

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Dram)
  • John Slattery, Mad Men
  • William Shatner, Boston Legal
  • Ted Danson, Damages
  • Zeljko Ivanek, Damages
  • Michael Emerson, Lost

En İyi Animasyon Dizisi (Bir saatten kısa)
  • The Simpsons
  • SpongeBob SquarePants
  • Robot Chicken
  • King of the Hill
  • Creature Comforts America

En İyi Komedi Dizisi
  • Two and a Half Men
  • Entourage
  • The Office
  • 30 Rock
  • Curb Your Enthusiasm

En İyi Erkek Oyuncu (Komedi)
  • Charlie Sheen,Two and a Half Men
  • Lee Pace, Pushing Daisies
  • Alec Baldwin, 30 Rock
  • Steve Carell, The Office
  • Tony Shalhoub, Monk

En İyi Kadın Oyuncu (Komedi)
  • Julia Louis-Dreyfus, The New Adventures of Old Christine
  • Christina Applegate, Samantha Who?
  • America Ferrera, Ugly Betty
  • Tina Fey, 30 Rock
  • Mary-Louise Parker, Weeds

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Komedi)
  • Kristin Chenoweth, Pushing Daisies
  • Holland Taylor, Two And A Half Men
  • Jean Smart, Samantha Who?
  • Amy Poehler, Saturday Night Live
  • Vanessa Williams, Ugly Betty

En İyi Erkek Oyuncu (Komedi)
  • Neil Patrick Harris, How I Met Your Mother
  • Jon Cryer, Two and a Half Men
  • Rainn Wilson, The Office
  • Jeremy Piven, Entourage
  • Kevin Dillon, Entourage
Ödül törenini Cnbc-e yayınlıyor canlı olarak 03.00'da. Sanırım yine her zamanki gibi Cnbc'den orijinal dilde yayınlanırken E2'den simultane olarak yayınlanacaktır.

Edit: E2'de yayın yokmuş, kırmızı halı muhabbeti orijinal dil ile, ödüller sanırım simultane olacakmış. Yine simultane tercümanlara mahkum kaldık ya da digi kumandamızın LANG seçeneğine. Tabi ki LANG seçeceğiz LANG!

18 Eylül 2008

Concert For George: I Want To Tell You

Günler ne getirir bilinmez, şayet bir takım olumsuzluklar engel olmazsa önümüzdeki günlerde George Harrison'ın 1. Ölüm Yıldönümünde (29 Kasım 2002) düzenlenen Beatles ve George Harrison şarkılarının çalındığı konserden, kafama estikçe parçalar halinde bazı videoları yayınlamayı düşünüyorum.

Kadro müthiş...

Ringo Starr
Billy Preston
Tom Petty & Heartbreakers
Joe Brown
Jeff Lynne
Dhani Harrison (Kendisi George Harrison’ın oğlu oluyor...)

İlk video; Jeff Lynne tarafından Eric Clapton bek vokali ile süslenen, I Want To Tell You. İyi seyirler...


Bir Garip Fenerbahçe

Fenerbahçe'nin bu hallere geleceğinin sinyali iki sene öncesinden Tuncay'ın gitmesiyle verilmişti zaten. Bir kaç maç dışında Fenerbahçe sol kanadında bir Tuncay'ın eksikliğini hissetti sürekli.

Lig'de yine şahaneler yaratmamış olsa da geçen sene Şampiyonlar Ligi'nde bana büyük bir gurur yaşattı Fenerbahçe, açık konuşmak gerekirse. Harika karşılaşmalar, mükemmel dirilişler ve az kalsın Chelsea'yi eleyebilecek bir Fenerbahçe görmüştük. Lig'de bu kadar kötüyken ve şampiyonluğu bırakırken, CL'de bu büyük süksenin sırrı da kendini pazarlamaktan başka ya da bazılarının eski günlerini göstermekteki hırsından ibaretti.

Derken bu sene başında önce Zico ile yollarını ayırdı Fenerbahçe. Nedeni ise Zico'nun makul bir zam isteğini fazla bulmaları ve kardeşini, eniştesini, kayınçosunu -her neyse artık- takımda istememeleriydi ya da bize böyle yutturuldu. Zico takıma alışıyor, taraftar Zico'ya alışıyorken ve en önemlisi geldiği günden beri "Takımda otorite kuramıyor" denen Zico'ya oyuncular da saygı duymaya başlıyorken Zico'nun gönderilmesi ilk büyük hataydı.

Ardından Mehmet Aurelio bir hiç uğruna sırf Aziz Yıldırım'ın Aurelio'nun menajerine -Bayram Tutumlu- olan öfkesinden dolayı takımdan gönderildi. Orta sahayı toparlayan, elinden geldiğince hücüma, elinden geldiğinin bile fazlasıyla defansına katkı yapan bir adam gönderildi... Tekniği bir Gerrard değildi belki, Ballack gibi çift yönlü harika bir oyun da sunmuyordu ama savaşıyordu. Star TV tabiriyle; sahada basmadık yer bırakmıyordu. Kezman'ın gönderilmesi doğruydu ama yerine gelecek olan futbolcunun Guiza olduğunu düşünmüyorum. Yine de büyük bir transfer, en azından daha kendini gösterememiş bir büyük transfer...

Aziz Yıldırım'ın Türkiye'nin tek olması gerektiği gibi olan kulüp başkanıdır benim gözümde, kişiliğini sevmesem de yaptığı icraatlar da ortadadır, Fenerbahçe'yi getirdiği yer de ortadadır fakat daha büyük takım yaratacağım, daha büyük sükse yapacağız derdine takımı mahveden Aziz Yıldırım'dır ve hatasını kabul edeceğine "Siz işinize bakın, ben futboldan iyi anlarım" diyebiliyor.

Ne Aragones Zico'nun alternatifidir -en azından takıma alışmış ve tecrübeler edinmiş olmasıyla, oyuncular ile olan diyaloğuyla-, ne Maldonado Aurelio'nun ne de Selçuk ya da Josico Appiah'ın... Transferde çok büyük yanlışlar yapıldı bu sene transferde. R.Carlos transferini pazarlama açısından anlarım ama Josico'nun 33 yaşında alınmış olması g.tün sıkışmasıyla apart topar yapılan bir transfer olduğu da açık. Beşiktaş'ın Gordon'da yaptığı hatanın kopyasıdır hatta, Senna olmadı Josico'yu alalım mantığı.

Ve bugünkü tablo çıktı karşımıza. Sakatların bolluğu, alternatiflerin az oluşu sonucunda sürekli değişen taktikler, başka oyuncuları farklı yerlere monte etmeye çalışmalar. Uğur Boral ile R.Carlos'un kanadının kevgire dönmesi derken 3-1 bitti Porto maçı.

Maçın analiz edilecek bir yanı da yok, Fenerbahçe rezalet bir oyun ortaya koydu. İkinci yarı toparlanır gibiydi fakat atamayana tıkarlar mottosu da bir kez daha ispatlanmış oldu. Porto'nun da Fenerbahçe'den çok üstün oynadığı söylenemez fakat bu kadar kötü bir Fenerbahçe'yi de es geçmeden olmazdı, geçmediler.

Tuncay kendi isteğiyle Avrupa'ya gitti ama şimdi Uğur Boral'ın yerinde orta sahanın solunda hem yorulmak bilmeden koşan ve kademeye giren hem de yan toplarda ceza sahası içinde aralardan sürpriz çıkmalar yapan bir Tuncay, orta sahada canını dişine takıp her yere koşan bir Aurelio olsa, yine aynı mevkide adam eksiltebilen, ani ve sert vuruşlar yapabilen ve savunma anlayışı da idare edecek ölçülerden olan küstürülmemiş bir Appiah olsa, kenarda da hem takıma hem de oyuncularına alışmış bir Zico ve sülalesi olsa Fenerbahçe bu hâlde olur muydu? Bence yarı finali zorlayacak bir takım olurdu.

Taraftara küfreden bir Uğur Boral, forma canavarı Kazım, Aragones'e laf yetiştiren Deniz Barış ve Burak, en ufak hamlede orasını burasını tutup oyuna küsen iki beyin Alex ve Emre ile bakalım bu Fener nereye kadar gider?

Yine de büyük konuşmamak lazım, Türkiye'nin güzide kulüplerinden biri hakkında konuşuyoruz burada. Geçen seneki Sexy Back'leri ile nerelere kadar geldiklerini de iyi biliyoruz. Sağlam bir motivasyon her şeyin kilidini açar, geçen seneye göre takımın kalitesi düşmüş olsa da yine de en kaliteli kadroyu Fenerbahçe'de görüyorum ben. Benim asıl merak ettiğim tam takım ivme kazanmışken yapılan bunca yanlışı nasıl düzelteceğidir Aziz Yıldırım'ın.

17 Eylül 2008

Yokum Bir Süredir Ortalarda...

Yaklaşık 1 hafta önce pederin isteği doğrultusunda başka bir muhite, aslında yabancı olmadığım doğduğum eve geri döndük. Bu taşınma sebebiyle henüz tam olarak düzenimi oturtamamış durumdayım. İnternet daha bağlanmadı mesela, telefonu ancak bugün bağladılar. Tabi internet olmadığından blog ile pek ilgilenemiyorum. Aslında bir yandan da bahane mi üretiyorum acaba diyorum kendi kendime. Herneyse, gördüğünüz gibi blog'un banner'ı da hala olimpiyat oyunları temasıyla duruyor. Yani onu bile değiştiremedim internet olmadığından. Meydan da Douglas'a kalmış. Biraz olsun destek çıkmak isterdim ama zaten tek başına kotarıyor blog işini. Zevkle okuyorum kardeşim, aynen devam. Ellerine sağlık...

A Tribute To Charles Bukowski: Tales of Ordinary Senility

Eskiden ikilemde kalırdım, "Kız kardeşim var ulan benim şaka maka... Acaba tutucu bir abi olup her şeye -Höd lan! Kırarım bacaklarını, çabuk eve!- mi diyeceğim yoksa sakin mi takılacağım" diye. Neyse ki hattori hanzo olmadım pek, makul bir düzeyde abi olarak hayatımı sürdürüyorum.

Sonra yavaş yavaş büyüdük tabi, etrafımdaki erkekleri gördüm biraz da kendime baktım da "Aynı şeyleri biri kardeşime yapsa?" diyebildim de falan da filan da Hotel Ruwanda. Bunu açıklıkla söylüyorum; ya yaptıklarımdan ya da kardeşime kuracağım olağan baskıdan vazgeçecektim, baskıyı tercih ettim. (Kuşe kağıda, kaliteli baskı. cızzz...)

Yine de kardeşim olduktan sonraki dönemde tüm fikir gel-gitlerine, iç hesaplaşmalarımdaki uzlaşmalarıma rağmen hep bir "Ulen?" çelişkisine düştüm, küçük kardeşim gözlerimin önünde kocaman kız oluyordu. Makul tabiriyle "hastalandı", büyüyen göğüslerinden utanma sendromuna yakalandı, makyaj yapmaya başladı... Benim oyun sepetine atlayıp oyununu bozduğum, gördüğü aşırı ilgiden kıskanıp kolonya içirmeye çalıştığım (Ben de küçüktüm o zaman. Kimya falan ne bileyim lan! Kopil cesareti işte, pişmanım!) sıkılan canımı eğlendirmek için evin koridorunda kaleye geçirip üstüne şutlar çektiğim küçük kardeşim, büyüyor...

O zaman "Benim gibi sorumsuz, vurdumduymaz, işine geleni boş vermiş gerisini Allah vermiş bir adam bu güzel kızı, kardeşini nasıl korur elin öküzünden?" demeye başladım. Artık yetemeyeceğimi düşünüyorum ve o hayatın daha çok başında...

1 hafta önceye kadar hep bunlar vardı kafamda belirli periyotlar halinde, gel gör ki Facebook hesabı da açtığını görünce iki tel ince sakalımı ve özenle uzattığüım iki tutam favorimi sıvazlayıp "Yaaa Douglas, yaşlanıyorsun işte azizim." diyiverdim. Dedemden bana miras kalan tek şey 30 yıllık bastonuydu. Aldım elime, uygun bir yere oturup bastonu iki bacağımın arasına koydum. İki elimi bastonun tepesinde üst üste koyarak çenemi de oraya dayadım. Adeta birden yaşlanmıştım... Bel fıtığım azdı o an, menisküs olan dizim kilitlendi tekrar. Parklarda kuş besleme modundaki amcalara benziyordum adeta ve secret felsefesine saygım var...

Üzülüyordum, kardeşim olduğunu duyurdu herkese Facebooktan. "Bakın bakın! İşte bu yaşlı herif beni ağabeyim!" diyordu. Acıyan gözlerle bakıyordu sanki tüm arkadaşları. "Damlacım çok güzel çıkmışsın" diye kardeşimin fotolarına yaptıkları yorumlarda hep bir "Abin de pek bi pis moruk, pek bi pis buruşuk, pek bi pis çirkin" alaycılığı mevcut, ben anlıyorum ama bunları. Poker turnuvasında yüzlerce gencin arasındaki Doyle Brunson gibi hissettim.

Yaşlandığımda hep torunlarıyla t.şak geçen, oyunlar oynayan tatlı, tonton bir dede olacağımı hayal etmişimdir. Böyle de olurum herhalde o günleri görürsek ama yaşlanmayı konduramadım kendime işte böyle ansızın gelince, oyuna katılmaya çalıştım;

- Bakın ben yaşlanmadım. Hâlâ feysbuk kullanabiliyorum, ıhhh ıaaaah!

Gittim kardeşimin fotoğrafına yorum yazdım; "Kamerayı sallamışsın. o fotoğraf öyle çekilmez! Sabitle önce!"

Üzerimdeki bakışları hissedebiliyorum;

Asabi, yaşlı, pis moruk!

İşte şimdi aynanın karşısına geçip kendime baktım... "Ulan, profil fotoğrafım yapayım bu hâlimi, çok seksiyim" dedim. Yaşlılık falan kalmadı.

Yaşasın Viagra!

Sir Alexander Chapman Ferguson

Manchester United ile 22 yıllık bir birliktelik, 9 Lig Şampiyonluğu, 6 Community Shield, 1 Süper Kupa, 2 Şampiyonlar Ligi, 1 UEFA, 1 Kupa Galipleri Kupası, İngiltere Premier Liginde tam 6 kere yılın antrenörü ödülü... Yaş 67 ve hâlâ bitmek bilmeyen bir enerji, bunama belirtisi yok. İstikrar abidesi.

1983 yılında aldığı Officer Of The Order Of The British Empire mertebesinden Commander'lığa 1995 yılında geçişi ve üstüne 1999 yılında Kraliçe 2. Elizabeth'in kendisine layık gördüğü Knight Bachelor (Şövayle Ünvanı, Şövalye Nişanı). 2002 yılında İngiliz Futbolu'nun efsane isimlerinin arasına adını resmen yazdırdı... Onlarca ödül daha...

Ara sıra çıldırıp sağa sola sataşsa da ne Mourinho gibi çirkefliğin kitabını yazacak ne de Yılmaz Vural gibi oyuncusunu dövecek raddeye gelmişliği vardır. 1941 doğumlu bu yaşlı İskoç sadece İskoçya'nın değil, tüm Britanya'nın gönlünü fethedebilmiş bir adamdır.

Manchester United, Ferguson'ın mirasına her zaman sahip çıkacaktır, meyvesini de yiyecektir.

16 Eylül 2008

Rick Wright-R.I.P.


Richard Wright
1943-2008

Çok fazla ön plana çıkmasa da, yazdığı harika klavye partisyonları ile Pink Floyd'un sağlam müzik altyapısına çok önemli katkıları olan müzisyen, Pink Floyd'un klavyecisi Rick Wright, kanser hastalığı nedeniyle 65 yaşında yaşama veda etti. Müzisyenliğinin yanısıra, kişiliği ile de etrafında büyük bir saygı uyandırmıştı. Bu acı haber aynı zamanda Pink Floyd dinleyicilerinin yıllardır büyük bir heyecanla beklediği, grubun tekrar birleşerek turneye çıkması hayallerini de yıkmış oldu. Müzik dünyasının başı sağolsun.

David Gilmour'un, Wright'ın ölümü hakkındaki açıklaması: "He was such a lovely, gentle, genuine man and will be missed terribly by so many who loved him."

15 Eylül 2008

Aşk Sarhoşu

Aşk: Her gün her gece sizi hep burada görürüm bu saatlerde, yoksa siz aşk mısınız? Belki de fütursuzca bir tesadüfsünüzdür.

Sarhoşu: Bi dur amına koyayım. Kafam güzel, işettirmedin.

Anlam Karmaşası

Geldikleri gibi giderler!

Gittikleri gibi gelirler...

The Catcher In The Rye

The Killing Of John Lennon, John Lennon Cinayeti, İngiliz yönetmen Andrew Piddington'ın olaya bakış açısı ve Mark David Chapman'ın anlattıklarından yola çıkılarak yapılan bir belgesel. Olaya John Lennon'ın değil de M.D. Chapman'ın gözünden bakılmış bu sefer hem de bir İngiliz tarafından.

Film John Lennon'ın vurulmasından üç ay önceden başlıyor Chapman'ın anlattıkları doğrultusunda. Bu arada Chapman'ın nasıl bir hayat geçirdiği, Beatles ve Lennon'a bakış açısı, Lennon'dan neden nefret etmeye başladığı ve cinayeti planlaması anlatılıyor. Daha sonrasında cinayete üç gün kala'ya hızlı bir geçiş yaparak cinayet gününe geliyoruz. Filmin ilerleyişi bu doğrultuda.

John Lennon hakkında karşıt ama mantıklı eleştiriler de bulundurmuyor değil. Her ne kadar bu görüşlere karşı çıksam ve inanmamak için kendi sebeplerim olsa da karşıt bir görüş de saygıyı hakediyor elbette, hem de bu kadar mantıklıyken.

Jonas Ball adı duyulmamış bir oyuncu fakat rolün altından başarıyla kalkmış. Ruh hastası bir insanı yeteri kadar gerçekçi bir şekilde karakterize edebilmiş. Aynı rolü; aynı konuyu daha yıldız oyuncularla anlatan ve bana göre işin kaymağından yemeye çalışan Chapter 27 adlı filmde Requiem For A Dream'den tanıdığımız Jared Leto oynamıştı.

John Lennon seven, sevmese bile cinayete karşı ilgisi bulunan hiç olmadı genel kültür adına bir şey arayan bir insan için bu trajik ölümle binlerce insanı yas tutmaya itmiş, dünya'yı sarmış bir John Lennon'ı; binlerce ölüm tehdidi ve dünya'nın lanetini almış gel-gitler yaşayan Mark D. Chapman'ın gözünden anlatıldığı bu belgeselde izleyebilirsiniz.

Guilt for being rich, and guilt thinking that perhaps love and peace isn't enough and you have to go and get shot or something.

John Winston Lennon

I just shot John Lennon.

Mark David Chapman

15 Eylül

Biri doğar, biri ölür... Hayatın kuralı bu. 15 Eylül'e baktığımızda geçen sene helikopter kazasında kaybettiğimiz Colin McRae'i görüyoruz. Ne denir? Özledik be...

Colin McRae (15 Eylül 2007)

Devil Wears Prada



Sezona 2-1'lik Bologna yenilgisi ile başladı Milan. Gazetelerde "Tutun Milan'a Cologna!" diye gerzek bir başlık görürüz demiştim o zaman, denk gelmedim.

Bugün de Genoa karşısında zaman zaman tehlikeli pozisyonlar bulsalar da silik kaldılar diyebiliriz. Milan daha çok topla oynayan taraf olmasına rağmen ceza sahasına girmeyi bir türlü başaramadı. Kaleye dik saçma ortalar ya da bir dünya hedefini bulmayan ara pas ile "Lan orada üçgene mi basılır!" dedirttiler adama.

Durum böyle olunca Genoa 30. dakika'da Milito'nun ortasında Sculli ile golü buldu ve iyice geriye çekildi... Maç ilk paragrafta anlattığım şekilde ilerlerken, umutlar tükeniyordu galibiyet için. Benim de daha ilk maçtan İddaa iddiam için... Milan en azından beraberlik için bastırıyordu ben o sırada küfürler savururken, tam bu sırada -90. dakikada- kontra gelişen ve bir müddet Milan'a ait yarım sahada kalan topun Milan savunması tarafından bir türlü uzaklaştırılamaması ve Maldini'nin yaptığı faul sonrası Genoa lehine penaltı olarak sonuçlandı ve "Oğlum adamlarda Milito var lan, bence bu maçı Milan'a oynamayalım" diyen arkadaşıma verdiğim "Lan bir Milito nedir ki? Adamlarda Kaka, Ronaldinho, Sheva gibi bir dünya adam var" lafımı çevirip bir tarafıma sokan Milito'nun golüyle 2-0 sona erdi.

Demek ki neymiş? Sheva eski Sheva değil, Ronaldinho almış peygamber vitesine, Milan defansı'nın torunları geliyor, Ancelotti de bu şekilde giderse arkası ne kadar sağlam olsa da kıçında oluşacak Prada izine bakar bakar ağlar. Bu yavşak gülümsemeyi alırlar adamın çehresinden.

Şef'in Listesi: Cover Balıkları...

Kimi orijinalinden daha iyi, kimi sadece iyi bir deneme, kimi ise kaş yapayım derken göz çıkarma... Reklamının iyisiyle kötüsüyle ses getirmiş, dinlenmiş şef'in gözüyle cover balıkları listesi...
Alien Ant Farm - Smooth Criminal (Michael Jackson)
Athena - Şairin Elinde (Kargo)
Audioslave - Seven Nation Army (White Stripes)
Black Eyed Peas - Pump It (Dick Dale'in Misirlou şarkısını melodisi ile. Pulp Fiction filminden aşinalık oluşmuştur. Tamam.)
Dorian - Gel Gör Beni (İlahi)
Goldfinger - 99 Luftballons a.k.a. 99 Red Balloons (Nena)
Guano Apes - Big In Japan (Alphaville)
Jeff Buckley - Hallelujah (Leonard Cohen)
Jim Carrey - Somebody To Love (Jefferson Airplane)
Johnny Cash - Hurt (Nine Inch Nails)

Kurban - Namus Belası (Cem Karaca)
Limp Bizkit - Faith (George Michael)
Los Lonely Boys - I Walk The Line (Johnny Cash)
Mat - Gibi Gibi (Barış Manço)
Metallica - Whiskey In The Jar (Thin Lizzy)
Mor Ve Ötesi - Telli Telli (Yeni Türkü - Murathan Mungan)
Muse - Can't Take My Eyes Off You (Frankie Valli)
Novel Vague - Just Can't Get Enough (Depeche Mode)
Novel Vague - Making Plans For Nigel (XTC)
Oasis - I Am The Walrus (The Beatles - John Lennon)

The Offspring - Why Don't You Get A Job (The Beatles'ın Ob-la-di Ob-la-da şarkısının melodisi ile yapılmıştır. Oldu...)
Orgy - Blue Monday (New Order)
Rashit - Fırtına (Yeni Türkü - Murathan Mungan)
Redd - Çığlık Çığlığa (Bülent Ortaçgil)
Robbie Williams - My Way (Frank Sinatra)
The Beatles - Twist And Shout (Isley Brothers)
The Klaxons - It's Not Over Yet (Grace)
Travis - Hit Me Baby One More Time (Britney Spears)
Wheatus - A Little Respect (Erasure)

14 Eylül 2008

Jöle Kıvamında

Türkiye'nin en gereksiz kalecisidir şu yaptıklarından sonra bana göre Volkan Demirel. Yoksa normalde severim kendisini, iyi bir kalecidir bana göre ama kendisindeki potansiyeli şov amaçlı kullanmaya çalıştığı için geleceğini heba etmek üzere olan bir kaleci. Sanki bilmiyor Volkan, Fenerbahçe kalesinin hep sakatlıklarla değiştiğini... Engin sakatlandı, Rüştü geçti kaleye... Bu noktada tek istisna Rüştü zaten o da yanlış tercih kurbanı oldu. (krampon temizlerken elini kesmesi mavalını saymıyorum bile) Rüştü'den sonra kaleyi kaptı Volkan. Rüştü abisi hep arkasındaydı ta Barcelona'dan sevgi dolu mesajlar yolluyordu. Döndü geldi Rüştü tekrar Fenerbahçe'ye, yapamadı oralarda... O da saç baş yoldurttu, Volkan aldı kaleyi Rüştü de Beşiktaş'a...

Tam "Tamamdır, kale artık benim" derken, şımardı ve yedekliğe kadar düştü. Serdar büyük patlama yapmış, Volkan'ın olmadığı sürede Fenerbahçe kalesini toparlamıştı ve Fenerbahçe'yi 2006-2007 sezonunda şampiyonluğa taşıyan önemli isimlerden biri olmuştu. Üzgündü o zamanlar Volkan ama "Yedekte oturmak benim için sorun değil, rekabet oldukça Serdar da ben de kendimizi geliştiriyoruz vs." diye zırvalıyordu. Hiçbir kaleci için yedek olmak iyi değildir. Oyuna girmek için hep beklersin, üç oyuncu değişikliği hakkında nadir geçer adın.

Ve şans yine ona güldü... Serdar talihsiz bir sakatlık geçirdi ve kale yine Volkan'a kaldı ama bu sefer Volkan'lı Fenerbahçe şampiyonluğa ulaşamadı. (Bunu tek suçlu Volkan anlamında söylemiyorum) Ardından Euro 2008'de affedilmeyecek bir hata yaptı. Çok kritik bir maçın, en kritik anlarında bizi on kişi bıraktı. Açık konuşayım, bütün akrabalarıyla ahbap olduk o gece kendisinin; affetsinler beni çok kulakları çınladı. Derken Serdar Kocaelispor'a transfer oldu. Şimdi kendisini Fenerbahçe'nin alternatifsiz sabit kalecisi sanıyor ama Fenerbahçe'de kaleciler hep bu hatalar ya da sakatlıklarla değişiyor. Fenerbahçe'nin kalecileri uzun zamandan beri hep milli takım kalecisi oluyor. Bunu bilen bir yedeğin bir anlık hırsı, her şeyi değiştirebilir. Volkan kendisinin nereden ve ne şekilde buralara geldiğini unutuyor.

Bana göre yetenekli bir kaleci Volkan, hatta yetenekten de öte çok iyi bir kaleci ama karakter sorunları yaşadığını düşünüyorum. Yoksa hiçbir yere bağlayamıyorum çok iyi toplar çıkarırken, öte yandan da gereksiz zamanlamalardan, hatalı çıkışlardan, yan toplardan goller yemesini. Buna rağmen bu afra tafra, bu hava, bu kibir? Sonu da kırmızı kart tabi. Hakeme yukarda Allah var dersen, al sana bu da Allah'ın kırmızı kartı der. Şimdi konunun Allah ile, inanç ile alakası ne bir kere? Ama doğru ama yanlış, karar verilmiş penaltı da kaçmış. Bıraksana sen...

O eli öyle ağzına götürüp sus diyeceğine, başına dayayıp mantıklı düşünse iyi kaleci olacak da...

Böyle giderse Sergen Abisi, İbrahim Akın kardeşiyle beraber Harcanmış Yetenekler ve Kayıp Ruhlar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğin'de üç şekerli çayını yudumlar sevgili Volkan Demirel... Adaşını yabana atmaması ve bir an önce kendine gelmesi dileğiyle...

Alexander Hleb

Racing Santander maçında sol ayak bileği uf oldu taze gelin Hleb'in, 1 ay -klişe deyimle- yeşil sahalardan uzak... İlk maçta Numancia beraberliğinin ardından Racing Santander ile de berabere kalıp bir de Hleb'den yoksun kalmak ağır gelecek Barcelona'ya...

12 Eylül 2008

Metin Oktay

Taçsız Kral -Metin Oktay-
(13 Eylül 1991)

Aferin!


  1. Erdoğan'a "Sayın ve Kelle" davasındaki "3 kuruşluk tazminata" karşı açılan savcı soruşturması
  2. Ergenekon Davası
  3. Sendikalardaki Yolsuzluklar
  4. Deniz Feneri Davası
Trafik kazalarını falan bir kenara bırakırsak bugünün Ana Haber Bültenlerinden inciler. Hepsinin içinde bir tane vardı ki...

O da kalbinden bıçaklanan bir çocuğa hastahanede kalp cerrahı olmadığından son çare olarak operasyon yapan genel cerrah'ın durumu. Adam genel cerrah ve sırf hayat kurtarmak için ameliyat'a giriyor. Çocuğu kurtarıyor, şimdi sapasağlam ayakta çocuk ama doktora soruşturma açılıyor.

Sordum, soruşturdum haklıymış soruşturma. Prosedür öyle dedi doktor tanıdıklarım. Afedersiniz de sikerim prosedürünüzü. O adamın o hayatı kurtaran adamdaki gönül ferahlığını, vicdan rahatlığını ve övüncü hiçbir boktan prosedürünüz ona veremezdi.

Bir lafım da bokunda boncuk gören daltaraklar gibi ameliyathane'ye dalıp kameralarla olayı çekenlere. Allah belanızı versin ulan, Levent Kırca skecine çevirmişsiniz olayı. Hayatları skecilesiler sizi.

Deniz Fenerinin de böylesi makbul bu arada...

Hurt!

Amerika'da solcu olmak diye ayrı bir başlık altında bile incelenebilir bu adamın hayatı, şarkıları, her notası, vuruşları, ses telleri... Amerika'da yaşamış ve sevilmiş bir solcu olmasa daha çok sevilirdi. Garip bir cümle olduğunun farkındayım ama ne yazık ki durum böyle.

Hurt dedi, acıttı ve gitti.

I hurt myself today
to see if I still feel
I focus on the pain
the only thing that's real
the needle tears a hole
the old familiar sting
try to kill it all away
but I remember everything
what have I become?
my sweetest friend
everyone I know
goes away in the end
and you could have it all
my empire of dirt

I will let you down
I will make you hurt

I wear this crown of thorns
upon my liar's chair
full of broken thoughts
I cannot repair
beneath the stains of time
the feelings disappear
you are someone else
I am still right here

what have I become?
my sweetest friend
everyone I know
goes away in the end
and you could have it all
my empire of dirt

I will let you down
I will make you hurt

if I could start again
a million miles away
I would keep myself
I would find a way

Johnny Cash - Hurt
12 Eylül 2003

11 Eylül 2008

Unutulmaz Goller - Patrik Andersson

Sene 2001, Bundesliga'nın son haftası... Lider Bayern'e, Hamburg deplasmanında 1 puan yetiyor. Takipçisi Schalke sahasında Unterhaching'i yenmiş, gözler Hamburg'ta. Ev sahibi 90. dakikada Sergei Barbarez'in golüyle öne geçiyor. Parkstadion sevinçten deliye dönmüş durumda ve ne yazık ki şampiyonluk sevincine erken başlıyorlar...


Türkje'yi S3viy0ruZ...

BÖYLEYDİ;

Bizim âhenkli, zengin dilimiz yeni Türk Harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu lüzumu anlamak mecburiyetindesiniz. Anladığımızın izlerine yakın zamanda bütün dünya şahit olacaktır. Buna kat'i şekilde eminim.



BÖYLEYDİ;

Kültür işlerimiz üzerine, ulusça gönüllerimizin titrediğini bilirsiniz. Bu işlerin başında da Türk Tarihi'ni, doğru temelleri üstüne kurmak; öz Türk Dili'ne, değeri olan genişliği vermek için candan çalışmakta olduğunu söylemeliyim.




BU HÂLE GELDİ...

September, 11

Birileri var birileri var
Birileri yine sarhoş

Birileri yaz birileri kış

Birileri önce

Birileri bize apaçık birileri pişman

Birileri bize çok açık birileri çok açık

Birileri bize çok açık getirdiler

Birileri farkında birileri farketmedi

Birileri sağ birileri sol birileri farketmedi

O da bunu görmedi buda sana hiç yetmedi


Yasemin Mori - Aslında Bir Konu Var

Franz Beckenbauer 63 yaşında, ve hâlâ Gibicibis Marka Traş Pıçağını kullanıyor. İyi ki doğmuş der Kaiser.

10 Eylül 2008

Unutulmaz Goller - Tomas Brolin

Uzun zaman olmuş yazmayalı, yazacak bir şeyim yoktu açıkçası ama Berk'in gol sevinçleri varsa benimde gollerim var diyerekten, sabahın köründe çöktüm klavye başına. Beğendiğim, aklımda kalan golleri sizlere paylaşmaya karar verdim...

Amerika 94 İsveç - Romanya çeyrek final maçı, dakka 78 durum 0-0. İsveç'in önceden çalışılmış organizasyonu!



Schwarz - Dahlin - Brolin üçlüsünün emeği olan bu frikik organizasyonuna hayran kalmamak elde değil demek pek iddialı bir laf olmasa gerek.

Şef'in Listesi: İzlanda Mutfağı

İzlanda ölmeden önce görülmesi gereken yerlerden biri kanımca, bu konuda şefle de hem fikir sayılırız.

Doğal güzellik mi diyorsun? Var... Manzara mı? Var... Kadın mı? Dolu... Erkek? O da var... Karların göze yansıttığı bir ülke İzlanda.

Bu listede İzlanda'ya değinmek gerek geldi. Nedeni yok amma illa neden lazımsa, Björk, Sigur Rós, Múm gibi kayda değer sanatçıları çıkarmış bir ülke olduğu için. Bunlar ne ayak? Nereden bu kaşın gözün temeli diyenlere, Icelandic Folk Music...

Guybrush Threepwood: Vol 2

Çocukluğumda oynadığım bilgisayar oyunlarından bahsetmiştim son yazımda, hatırlayamadıklarım ve hatırlayıp da suyu çıkmasın diye yazıyı daha da uzatmaktan vazgeçip yazmadıklarım olduğunu belirtmiştim. Geri dönüp baktım da LucasArts ve Blizzard çocukluğuma ve gençliğime bayağı bayağı kazığı geçirmiş. Zaman geldi, o kadar çok varmış ki; vol 3 bile çıkarabileceğimi düşünüyorum. Devam ediyoruz!


Her ne kadar sadece ilk oyununu tamamen oynamış olsam da oynadığım en iyi RPG oyunudur, belirtmeliyim bunu. Farklı karakterler, farklı özellikler ile bitire bitire doymadım. Geçenlerde seneler sonra Torrent'te karşıma denk geldi de tekrar bitirdim nasıl mutlu oldum. Viagra etkisi yaptı yeni nesil oyunlara alışamamış bu bünyeye... Bunun da Ultima gibi bir sloganı vardı hoş, Fallout is a Blackout... Sanırım böyle bir şeydi.

Bu oyunun bölüm sonlarındaki bulmacalara kafa patlatmak, LOST'un bir sonraki bölümünde/son bölümünde ne olur acaba ya da Sudoku da sudoku olmadı kurbağaboku diye kafa patlatmaktan kat kat daha iyidir benim gözümde. Çok uzun zaman oldu, bölümleri, oynanabilirliği çok iyi olmasının dışında ayrıntısıyla hatırlayamıyorum ama bulmacalar gözümün önünde. Tam çözümlere bakmadan oynanırsa vereceğin zevkin daha fazla olacağı kanaatindeyim.

Nasıl oldu bilmiyorum ama çok duymama rağmen bir kere bile oynamışlığım yoktur. Gayet övülür, en son Emre bahsetmişti bana bundan. Umarım bu yazıyı okuyacak ve oralardan bize gülümseyecektir. Emre nabüüüün aaafız? Full Throttle...

Yorum bile yapmaya cürret etmem. Fotoğrafı koyarım, açarım slow-duygusal bir müzik eski günleri yâd ederim.

Bilgisayar oyunu değildi belki ama o zamanlar PS 1 bize nimet olduğundan bulduk mu danalar gibi oynardık Crash Bandicoot'u. Ahım şahım, şurası böyleydi burası böyleydi denecek bir oyun değildi ama eğlenceliydi. Modern Super Mario'ydu. Üçün biri...

Hayal meyal hatırlıyorum, eğlenceliydi. Kan, şöhret, macera, para, aksiyon, trajedi, seks, role playing (?) Daha neler neler. Alayınızı düzeks...

Bir fenomendir Half-Life... FPS'de çığır açandır, çığırtandır, devrimdir, devrimcidir, FM'den iyi olmasın CHE GUEVARA aşığıdır.

  • Opposing Force
  • Blue Shift
  • Decay
  • Team Fortress
  • Counter Strike
  • Half Life 2
  • Lan
  • Bi siktir git Sierra
  • Yeter Be
Akülü oyun arabaları falan, ne oluyoruz lan? Toystory 1, ha Toystory 2 derken... Revolt, ergenlikte geçmişi bastırıp da artık tamamen adam olduk sandığımız anda içimizdeki çocuğu -adına yakışır şekilde- isyan ettirdi anasını satayım. Geç olgunlaştık böyle olunca... Tek suçlu Revolt da değil gerçi de, neyse. Toytanic haritası favorimdir...

Kick Off 97 içimde patlayan oyunlardan biridir. İlk defa bir arkadaşımda bütün günü bu oyunu oynayarak geçirdikten sonra, arkadaşımın şehir dışına taşınması vesilesiyle her yerde aradım ama o zamanın Sakaryasında bulamadım tabi... Amcam İstanbul'dan bulmuş, huyu değil de esmiş işte kafasına hediye alıvermiş ki aldığı ilk ve son hediyedir... Buna rağmen onu bile becerememiştir tabi ki, cd eşek gibi çizik çıktı kabından. Oynayamadım bir daha, o patlamanın ardından kasmadım da hiç bulayım da oynayayım diye.

Actua Soccer'ı da aslında Playstation'da oynadım. Bu oyuna dair sevdiğim şey Alan Shearer'dı. Ealaaaaaaaaan Şiiiiraaaaaaaa diye başlardı oyun. Onun dışında da pek anlam ifade etmiyor bana ama seveni boldu. O zamanların FIFA'ya alternatif futbol oyunları işte.

Yeter bu kadar bu seferlik de... Çok uykum geldi, Vol 3 dedim de Vol 4 bile çıkacak gibi.

09 Eylül 2008

Gol Sevinçleri- 2




Di Canio'dan Lazio tribünlerine: Sieg Heil!





Anelka'nın dansı





Güiza'nın oku





Song'un pençesi



Yengeç kutlaması




Timsah yürüyüşü