28 Şubat 2009

Carling Cup 2009


Ada'da sezonun ilk kupası yarın sahibini bulacak. Premier lig takımlarının FA Cup ve lige göre esasen pek fazla önemsemediği kupanın finalini son şampiyon Tottenham ve Manchester United oynayacak Wembley'de.

United'da Ferguson bu kupada finale kalmanın kendileri için bir extra olduklarını söylemiş, bu yüzden de yarın da sezın başından beri olduğu gibi genç ve yedek ağırlıklı bir kadronun maça çıkması bekleniyor. Bu maçın ardından oynanacak sıkışık lig programı ve Inter maçları öncesi Sir tedbirli davranıyor doğal olarak. Özellikle de bu sezon sıkça rastladığı sakatlık belası sonrası.

Tottenham cephesinde ise durumlar biraz daha farklı. Harry Redknapp ve öğrencileri bu sezon kazanabilecekleri tek kupanın bu olduğunun farkındalar. Ligde önemli bir yere gelmeleri şu dakikadan sonra söz konusu değil, Uefa Kupası'nda da havlu atıldı. Bu kupa gelecek sezon Avrupa'ya açılan kapı konumunda şu an Tottenham için ve bunun bilincinde olacaktır Redknapp. Daha iddialı ve ideale yakın bir kadro ile oynaması bekleniyor Tottenham'ın.

Maç yarın saat 17:00 itibariyle Kanal A'da. Gençler ya da yedekler ne olursa olsun fark etmez, Daglıs ile birlikte rajon'a karşı iddaalıyız.

New Celtic

Boston, Marbury ile bugün imzaladı ve beklendiği gibi Indiana maçında da hemen sahaya sürdü. En son 11 Ocak 2008'de forma giydi Marbury, baktığınızda 400 günden fazla olmuş. 6'da 4 isabetle 8 sayı, 2 asist, 1 ribaund, 1 top çalma ve 3 top kaybı. Hoşgeldin dayı...

foto: getty images via yahoo sports

27 Şubat 2009

TNT Thursdays

Times Square, New York, NY, United States

foto:www.flickr.com

26 Şubat 2009

Şlaaaaap!!!

"It's sort of like a tradition," Pierce said. "When we've added players, they come to the middle, we give them a couple of slaps on the head, say welcome to the team."

Paul Pierce, Celtics'e yeni katılanlara geleneksel olarak yaptıklarını anlatmış kısaca. Bir kaç gün içinde, bir aksilik olmazsa Stephon Marbury de en yeni Kelt olacak. Şu kafaya da ne vurulur haaa, şlaaaaaaaap diye...

Edit: Celtics, yarın Marbury ile veteran minimuma imzalayıp Indiana Pacers karşısında süre vermeyi düşünüyormuş;


Marbury: "Ananı!.. Kim vurdu lan?"
Pierce: "Offff be dayı, ne ses çıktı be!"

Photo by Mike Stobe/Getty Images

Nihayet Tuncay...

Middlesbrough: Jones; Hoyte, Wheater, Huth, Pogatetz (Capt), O'Neil, Bates, Arca (Walker 88), Downing, Aliadiere (Emnes 67), Tuncay (A Johnson 81). Unused subs: Turnbull (gk); Taylor, McMahon, Alves.

West Ham United: Green; Neill (Capt), Tomkins, Upson, Ilunga, Behrami, Parker, Noble (Collison, 56), Kovac (Tristan 68), Cole, Sears (Di Michele 56). Unused subs: Lastuvka (gk); Lopez, Spector, Savio.

Referee: Steve Bennett, Orpington, Kent.

Bookings

Middlesbrough: O'Neil
, 67
, foul on Kovac.

West Ham United: Behrami, 63, foul on Downing.

Goals: Downing, Tuncay

Attendance: 15,602

Conditions: Cold and breezy.

D-Wade

Wade, 8 Şubat'ta oynadıkları Charlotte Bobcats maçında Juwan Howard tarafından yüzüne darbe aldı ve sol gözünün altına 6 dikiş atıldı. O karşılaşma sonrasında dikişi kapamak adına çeşit çeşit bantlar takmaya başladı Wade. Önce üzerinde Amerikan bayrağı olan bantla sahaya çıktı. Sonra All-Star da dahil olmak üzere bir süre, 'Wade' yazılı çeşitli renklerde bant taktı. Son olarak 'Flash' logosu olan bir bant yapıştırmış yüzüne. Kimle konuşsam yakıştıramıyor ama benim hoşuma gitti.

photos: getty images via yahoo sports

Destekleyin Sülo'yu...

O değil de George da Mr. Spock gibi mübarek. Paul de gemiden herhangi biri olabilir aslında... Ha tabi şimdi benzetemeyip de; "Ulan neresi benziyor?" diyenler olabilir. Herkesin düşüncesine açığız da onlar için de son kez şansımı denemek istiyorum...

Bu da mı gol değil?

25 Şubat 2009

At the Buzzer!



Uzun zamandır böyle bir buzzer beater görülmemiştir herhalde. Hani, Fisher'ın 0.4'ü fln hikaye bunun yanında. Jerry West'in jeneriklerde orta sahadan attığı son saniye basketini hatırlar çoğu kişi. İşte bu da onun gibi bir son. Video iki günde 12472 yayın organında gösterilmiştir ama ben enazından bir kompozisyon şeklinde yayınlayayım. Sixers'ın da bu sene yediği 53434. buzzer oluyor sanırım. Onlardan da kısa metrajlı bir film çekilir...

Liverpool Yolu Yokuştur, Kafaları Tokuştur...

Hahuahaeuheauheuhaeuhaeuhhahahallelujah

Hani demiş ya Yunus Emre, "Yaradılanı severim yaradandan ötürü" diye... Onun gibi işte bendeki Liverpool sevgisi, Beatles'tan ötürü. Evelallah Manchester'lıyız tabi onu ayrı tutuyorum, bahsetmeye gerek bile yok. Zaten Fenerbahçeli'nin de, Galatasaraylı'nın da; "Beşiktaş kardeş takım abi..." demesi gibi bir şey benim Liverpool'a bakışım. Bu kadar benzetme giriş için çok fazla diyerek AR-GE bölümüne geçiyorum.

Uzun uzadıya Rafa ne demiş, Ramos ne cevap vermiş konulu bir yazı yazma niyetinde değilim zira ne Rafa ne de Ramos agresif açıklamalarda bulunmuş. Rafa Real geçmişinden girmiş, "Ama profesyonelim ve kazanmak için geldik" diyerek pası atmış ve zeytin dalı uzatarak dostane bir maç dileğinde bulunarak kendi pasına koşmuş. Ramos da ortaya karışık yaptırıp bir de büyük açtırmış diyerek bu bahsi kapatıyorum.

Her ne kadar hâlâ PES Sevenler Derneği üyeleri arasında; "Real'i seçmek yok oğlum!" diyenler varlığını ve lobi faaliyetlerini sürdürüyor olsalar da ve Real, kadrosuna bakıldığı zaman Space Jam'in uzaylı takımı izlenimi veriyorsa da eski şaaşalı günlerinde değil. (Bu noktada Bana Bir Şeyhler Oluyor oyununun 'Şaaşalı' kısmını hatırlatmak isterim izlemiş olanlara... Lol, Lmao, Omfg vs...) Liverpool da keza öyle. Sizi bilmem tabi ama bana göre Avrupa'nın en baba iki liginin mevcut duruma göre ikincilerinin karşılaşacağı kafa kafaya bir karşılaşma olacak.

Liverpool 26 hafta sonunda İngiltere Premier Ligi'nde ikinci sırada 55 puanla, birinci sırada 62 puanla -ne mutlu ki- Manchester United bulunmakta... La Liga'da da benzer bir durum söz konusu... 24 hafta sonunda Real Madrid 53 puanla ikinci sırada, birinci Barcelona'nın 60 puanı var. Ligdeki son maçlara bakacak olursak Liverpool kendi sahasında Manchester City ile 1-1 berabere kalırken, Real Madrid Betis'e sokak tabiriyle söyleyecek olursak Tecavüz Etti, basın tabiri kullanacak olursak; Gol Oldu Yağdı... Barcelona'nın da biraz bocalamasıyla puan farkını yediye indirdiler.


UEFA Champions League 1st Knock-Out Round

Date: 25th February 2009 - 20:45 CET
Venue: Santiago Bernabéu

Tabi bunlar hiçbir şeyi göstermez. Liverpool'un beraberliği bir kıyaslama konusu olamayacağı gibi, Real'in farklı galibiyeti de kıyaslama konusu olamaz. Bana göre Real'in bu 6-1 performansı Fenerbahçe-Hacettepe etkisine de yol açabilir.

Ev sahibi Real Madrid eksiklerine rağmen galibiyete yakın taraf kağıt üstünde. En büyük kozları Raul olacaktır yine fakat Huntelhaar'ın da kendini bulmaya başlamasını göz önünde bulundurursak ve bu karşılaşmada da son haftadaki performansını devam ettirebileceğini düşünürsek forvet hattında hiç olmazsa güvenebileceği iki adam olur Real Madrid'in... Liverpool'un kozu da yine her zaman olduğu gibi Gerrard olacaktır, Torres de plase.

Gönlüm Liverpool'dan yana, Real Madrid'i sevmem... Güzel bir karşılaşma olacağını düşünüyorum fakat büyük bir sürpriz olmazsa bu eşleşmenin düğümü de İngiltere'de çözülür.

21.45 Star, HD Smart diyerek bu bahsi de kapatıyorum. Bugün iyi çalıştık bloga, rüyama girmese bari.

Reach Out And Touch Me!



Hillary Duff'ın klibini gördüm geçen gece televizyonda. Nakarat kısmı bir yerden tanıdık geldi, şarkı dilimin ucunda ama çıkaramıyorum... Kafayı sıyırmamak adına Reach Out and Touch Me olarak Google'ladığımda karşıma çıkan sonuç bana; "Heeee, tabi ya..." dedirtti. Depeche Mode - Personal Jesus tabi ki...

Açık konuşmak gerekirse; "Hillary bittin kızım sen! Nasıl çalarsın böyle muazzam bir şarkının nakaratını!" diye diye sinir harbi içerisinde verip veriştirmek için oturdum yazının başına ama işin aslı tabi ki öyle değil. Personal Jesus örnek alırak yapılmış şarkı, Dave'in haberi vardır elbet mevzudan.

Son zamanlardan hatırladığım, Madonna da Hung Up şarkısının altyapısını genelde bu tarz işlerde parçalarını kullandırmayan ABBA'nın Gimme Gimme Gimme! şarkısından almıştı. Cover çılgınlığı, savaş karşıtı albüm çıkarıp sağa sola laf sokayım kıpırtısından sonra yeni bir moda doğuyor olmasın?

Hillary'nin güzelliğine de hakkında yazı döşemişken değinmeden de olmaz tabi...

Ya da vazgeçtim, değinmiyorum. Dağılın, bu kadardı.

Re-Union?

New York'ta patlak veren yılan hikayesinde sona gelindi ve taraftların anlaşması sonucu Knicks yönetimi Stephon Marbury'i serbest bıraktı. Kuşkusuz, şampiyonluk yolunda olan çoğu takım peşindedir Starbury'nin. Peki o nereyi seçecek? Celtics?..

Kobe & Avram


Video'yu bulan Papasito, indiren de Papasito. Gel gör ki .mpeg'e çeviremeyen ve blog'a yükleme işini de; "Yattım ben daglıs, iyi geceler cızzz" diyip anında kaçarak bana yıkan da Papasito...

Şimdi teşekkür mü yoksa küfür mü edersin bu adama? Ne yazayım oğlum ben bunun altına şimdi? Ohooo ooo... Kınıyorum.

The Day The Earth Stood Still #2

Genel olarak bakarsak keyifli bir maçtı. Mourinho bir açıdan haklı çıktı, hesap Manchester'da kesilecek. Fakat United'ın savunma ağırlıklı başladığını söyleyemeyiz, belki ikinci yarı için bunu konuşabiliriz.

İlk yarı Manchester çok fazla gol kaçırdı. Acayip bir yerde, acayip bir durumda izlediğim için karşılaşmayı sayı vermek istememe rağmen veremiyorum. Top bir türlü kaleye girmek bilmedi, şanssızdık biraz. Inter beklentilerimin de altında başladı maça, çok etkili değildi.

Fakat Mourinho, Fatih Terim'e mi özendi bilinmez, ne yaptıysa Inter ikinci yarıya canavar gibi başladı ve "Ohooo ooo alırız bu maçı biz abi, keşke iddaa oynasaydım lan!" diyen bana United'dan bir darbe geldi ve ibre tersine döndü. United'ı kendi sahasına hapseden, sağlı-sollu, Adriano'lu-Ibrahimovic'li gelen Inter de bir türlü topu çizginin berisine ittiremedi. Bu noktada Van Der Sarr'ı kutlamak lazım, büyüksün baba!

Seyir olarak zevkli, sonuç olarak tatmin etmeyen bir maç oldu. Sir'ün yüzü gülüyor, biz de ona eşlik ediyoruz. Bilmem katılır mısın Svetlin? Deplasmandaki 0-0'ın avantajıyla ağırlayacağız rakibimizi Old Trafford'ta. Avantajlıyız ve bunu elimizin tersiyle itmeyeceğimizi düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz diye de anket ekliyorum.

Mourinho özellikle; "Manchester'ı defalarca yendim." açıklamasından sonra Trafford'a nasıl gelecek diye sorardım ama herif patavatsız arkadaş, rahat rahat gelir. Bizimkileri şiddete ve isyana davet ediyor olmamak için imalarımla beraber bu bahsi burada kesiyorum. Karşılaşmanın olduğu gün görürüz artık ne olur ne biter.

Yalnız Mert'in son postuna bakıyorum, ikinci maçta olası bir Manchester yenilgisinin ardından Bobiler'in yaratıcı cevherlerine Fotomaç manşeti için bir tavsiye vermek istiyorum; Sir Ağda Yapılır!

Fotoğraflar UEFA'nın internet sitesinden, (Bkz: İğrenç espiri yapıp hemen konuyu çevirmeye çalışmak.) Milano'dan bildireceklerimiz şimdilik bu kadar John!

Riverside Morgue

Middlesbrough taraftarı bugünlerde pek dertli. Kendi stadlarında hareketlerlerinin kısıtlandığını düşünüyorlarmış. Geçtiğimiz 16.02.09 tarihinde kendilerine iletilen, güvenlik sorumlusu Sue Watson imzalı, mektupta 53A tribünündeki taraftarların maçı ayakta izleyip yaptığı tezarhüratların diğer taraftarları rahatsız ettiği ve onların maçı takip ettmesini olanaksız hale getirdiğini iletmiş. Opera, bale, tiyatro gibi aktiviteleri izlerken sessizlik esastır tabii ki fakat bir futbol maçını da üç maymun kıvamında takip etmek pek şirin gözükmüyor açıkçası. Bayan Watson saçmalamış gibi ki zaten mektubu gören her Boro taraftarı resmen küçük düşürüldüklerini söylemişler. Zaten öyle de olmuşlar. Devamı için...

Boro legend Bernie Slaven thought the letter was a hoax when he was handed one at the ground.

“I thought it was a joke,” he said. “Do they want the place to be like a morgue?"
“Perhaps the safety stewards should send the players a letter telling them to score."
“I understand totally the safety aspect and how important it is, but the Riverside has been dead and now the fans are making a noise, they are complaining."
“It is clear the fans are frustrated by the lack of goals and this letter is as much of a joke as the fan arrested for sleeping.”

24 Şubat 2009

Rahatlıyoruz...

Esniyoruz... Rahatlıyoruz... Unutuyoruz bütün dertlerimizi... Unut Wally'i unut unut... Rahatla.

foto: Dana Bail / Cavaliers Photo

Türkiye'de Teknik Direktör Olmak

Skibbe'nin gidişine, ona ülkece yaptığımız muameleye bir Galatasaray taraftarı olarak üzüldüm. Bunca terbiyesizliğe rağmen halen çıkıp düzgün sözler sarfetmesiyle de ülkem adına utandım, mahcup oldum. Daha 2 sene önce Almanya'nın en çok gelecek vaat eden teknik adamlarından biri olarak gelen Skibbe'ye, ülkemizde zerre saygı gösterilmedi. Evet, belki onun da pek çok kez teknik yanlışları oldu, fakat her zaman saha içinde ve dışında saygıdeğer bir duruşu vardı. Zaten hangi yabancı teknik adam Türkiye'yi kısa sürede çözüp, başarıya ulaşıyor ki? Fakat onun genç ve tecrübesiz olması bizim dünya çapındaki(!) kalemlerimizin yumuşak noktayı kolay bulmasını sağladı. Yönetim de Skibbe'ye karşı tutumuyla, sanki basına "bu adamı kovacak ortam yaratın" der gibiydi. Adnan Sezgin'in Florya'nın mal sahibi gibi sürekli etrafta dolanıp sağa sola emirler yağdırması, yardımcılarının ondan habersiz kovulması, üstüne daha yeni görevine son verilen Kalli'nin getirilmesi gibi abuk ve saygısızca davranışlarla basına malzeme yapıldı hep Skibbe. O da haklı olarak inat etti, istifa etmeyip sonuna kadar direndi ve ona yapılan ayıbın karşılığında en azından maddi bir kazanç sağladı.

Fenerbahçe'de Rıdvan, Beşiktaş'ta Rıza niye takımın başına getirildiyse Bülent Korkmaz da o yüzden bugün GS'nin başında. Taraftarın gönlündeki adam olarak bu senenin kupasız kapatılması ihtimaline karşılık yönetimin güvenlik subabı olacak, disiplin sıkıntısı çeken takımda özellikle Türk oyuncular üzerindeki saygınlığını konuşturarak bir düzen oturtacak, her şeye rağmen en gerçekçi hedef olan Türkiye şampiyonluğu için yeterli bilgi birikimine sahip bir isim olarak yönetim için biçilmez kaftandı. Dikkat ederseniz yukarıda yazılanlar, ilk teklif götürülen Hagi için de geçerli, o bir de üstüne Dünya çapında bir yıldız olarak Kewell, Lincoln gibi adamlara da laf geçirebilme özelliği ekleyecekti ama olmadı. Adnan&Adnan da Bülent Korkmaz'la yetinmek zorunda kaldı. Umarım Kaptan, beklentilerimin aksine çok başarılı olur, karakterinde bulunan o Fatih Terimsi tatlı sert tavrıyla işine karışılmasına izin vermez ve Türk futbolu da yeni nesilde önemli bir teknik adam kazanmış olur. Ancak sanıyorum Kaptan, muhtemelen seneye bu zamanlar, Adnan Sezgin'in yapacağı "sözleşmeyi karşılıklı feshettik" konulu basın toplantısını müteakip duygusal veda konuşması ile kulüpten ayrılırken, Skibbe'nin aldığı tazminatı da maalesef alamayacak.

The Day The Earth Stood Still


UEFA Champions League 1st Knock-Out Round

Date: 24th February 2009 - 19.45 GMT
Venue: Giuseppe Meazza (San Siro)

Chelsea'nin başındayken de saygı duyardım, Inter'in başındayken de saygı duyuyorum. Mourinho ne kadar çirkef bir antrenör olursa olsun alaylı olmasına rağmen büyük teknik adamdır. Hocasının Robson olması avantajı tabi, neyse...

İsmail'in geçen gün yazısında bahsettiği diyaloglar yaşandı Sir Alex ile Mourinho arasında. Sir Alex'in bunun kendine dert edeceğini sanmıyorum zira İngiltere'de de buna benzer diyaloglar yaşamıştı bu ikili. Fakat Manchester United'ın atak değil de defans yapacağını ve oyun planını buna göre kurup işi Manchester'da bitireceği tezini öne süren Mourinho'ya karşılık BBC de according to Sir Alex yaparak Manchester'ın atak oynayacağını yazıyor.

Kaldı ki her ne kadar Davos'u andıran teknik direktörler camiasının Kasımpaşalısı modunda olsa da Mourinho, Sir Alex de öldürmeyi iyi bilir. Manchester bu ligin gediklilerinden biri ve çok fazla tecrübeye sahip bir takım. Turu Manchester'da bitireceğiz gibi sıradan bir düşünce yapısına girip defans yapacaklarını hiç sanmıyorum. Temkinli başlayıp, ilk fırsatta da darbeyi indirecektir Sir Alex ve ekibi... Zlatan, seni de severim de dayı kusura bakma Manchester'lıyız.

Karşılaşma yıllardan beri olduğu gibi yine 21.45'te Star'da, HD izlemek isteyenler için de tabi ki yine aynı saatte HD Smart'ta... Atkılar, kaşkoller hazır. Yüriyin Seferoğulları!

Dig Out Your Soul - Viva La Vida

Bugün, Oasis'in Dig Out Your Soul ve Coldplay'in Viva La Vida albümlerini edinburgh... Bu yazı da iki albümü de bir tur dinlememin ardından ilk izlenimlerimi yansıtan kısa bir yazı olacak gibi duruyor zira genelde başlarda sevmediğim albümlerin ve şarkıların daha sonra hastası, müptelası olup çıkabiliyorum.

İlk izlenimlerimin bana verdiği yetkiye dayanarak söylemek isterim ki Oasis'in Dig Out Your Soul'u eski albümlerine kıyasla kötü, bu kıyaslamayı silip günün şartlarında çıkan yeni albümlerle kıyasladığımda da ortalama bir albüm. Dikkatimi çeken ilk şarkılar, I'm Outta Time ve Soldier On...

Tabi albümü sindirmiş okuyucularımız olabilir ki okuduğunu bildiğim tanıdıklar içersinde de bu özelliklere sahip insanlar var. Onlar bu yazdıklarıma katılmayabilirler, hak veririm ama unutmayalım ki albümü yeni edindim (İndirmedim, aldım... Korsana işime geldiği sürece evet!) ve öyle bir zamanda edindim ki Oasis'im tutmuş, eski şarkıları tekrar tekrar dinliyordum bu aralar. Efendim, bir Don't Look Back In Anger, bir Stop Crying Your Heart Out, bir Acquiesce, Stand By Me, Morning Glory vs... gibi beni etkileyen bir şarkı çalınmadı bu albümde kulağıma. Albümü sindirmiş sayılmam, ilerleyen günlerde daha da netleşir albüme dair fikirlerim.

Önceden beri Manchester United'dan City taraftarı olduklarından ötürü tiksinen,Gallagher kardeşler işin cılkını çıkarıp Araplar City'i satın aldığından beri United'a her fırsatta pis pis sataşıyorlar ama buna rağmen seviyorum ben bu adamları... Niye olduğunu ise bilmiyorum.

Coldplay'in Viva La Vida albümü de Dig Out Your Soul gibi, eski albümlere kıyasla daha kötü geldi ama müzikal anlamda albümde yer alan eklemeler, amiyane yerel-gavurca tabirle "farklı sound'lar" da hoş olmamış diyemem. Kastettiğim şey biraz da Reign Of Love şarkısı için geçerli. Aşık oldum diyebilirim şarkıya... Death And All His Friends, Viva La Vida ve Violent Hill için de aynı şeyleri söyleyebilirim. Tabi bu noktada; "Oha! Lan neredeyse tüm albümü saydın Doug, nasıl kötü diyebiliyorsun albüme?" diyen bir okuyucu çıkabilir. Sakin olalım biraz, açıklayabilirim... Şimdi şöyle ki, niye böyle bir giriş yaptığımı ben de bilmiyorum oğlum! Güzel albüm vallahi, ne diyeyim... Ama bir yerde hâlâ hak veriyorum kendime, eski albümlerine nazaran çok iyi bir albüm sayılmaz. Coldplay külliyatı sıralamamda aşağılarda yer alacağı kesin ama son zamanların en iyi albümlerinden biri olduğuna kanaat getirdim.

Ulan Chris Martin, topsun dedik sana Gwyneth'ten ötürü de müzikal kişiliğini seviyorum mate. Yine de gıcığım tabi sana. Pis herif... Bir imza versene lan...

CD'leri biraz daha eskitince bir yazı daha döşeyebilirim. Döşemeyebilirim de aslında... Çok unutkanım bu aralar, bir çok konu hakkında yazı yazmayı düşünüp sonra ne hakkında yazı yazacağımı unutup bu yaşta erken bunama ihtimaline yönelik google'da aramalar yapıyorum. Albümleri almamış/indirmemiş varsa tavsiye ederim ki edinilsin. Hele ki bu iki grubun takipçileri adına beğenmeseniz bile arşivlemek de bir sebeptir diyebilirim edinmek...

Eski Dostlar

Beckham Milano'ya The Special One'ın Inter'i ile karşılaşmak için gelen eski takımını ve arkadaşlarını ziyarete gelmiş San Siro'ya. Kavgalı ayrıldığı Ferguson'la samimi pozlar vermiş, eski arkadaşlarıyla hasret gidermiş ve şans falan dilemiş. Yaparsınız koçum, edersiniz koçum demiş. Giggs de biliyoruz olm senden mi öğrenecez bu işleri demiş Becks'e. Esasında herşeyden sonra geri gelse Old Trafford'da emekli olsa güzel olmaz mı? Söyle Daglıs olmaz mı ha?

Maçla ilgili olarak da Mourinho her zamanki ukalaca konuşmuş yine. İş burda değil Old Trafford'da bitecek bunu biliyoruz. United buraya kazanmaya, saldırmaya gelmeyecek defansif oynayacaklardır. Ama birkaç ay içinde finalde olacağız gibilerinden iddialı konuşmuş. Sir'e havale ediyorum.

Making A Beatles Song #6: Jai Guru Deva Om, Es!

Across The Universe...

Sanırım son zamanlarda Beatles'ın gündeme gelmesine tekrar sebep olan ve mâlum filmin hatırlattığı, ayrıca çok güzel bir şekilde de işlediği şarkı... Çok ahım şahım bir hikayesi yok şarkının, bu yüzden ne yaratabilirim bilmiyorum ama yazıyı doldurmam gerek.

Evet, şarkının hikayesini yazmam gerek aslında bu noktada ama bu şarkının hikayesi yerine içindeki bu Hindu muhabbetinin gizemi hakkında biraz konuşmak daha ilginç olacaktır gibi geliyor bana. Şarkının hikayesi Lennon ile blog'da bu yazı dizisinde bol bol adını kullandığım eski eşi Cynthia arasındaki bir husumetten sonra Lennon'a ilham gelmesinden ibaret. Her evli çiftin başına gelebilecek bir durum arkadaş, kurcalamaya gerek yok! Özel hayata saygı biraz...

Şarkının en vurucu, hakkında rivayetler üretilen, kısmı olan Jai Guru Deva Om ne anlama gelmektedir?

1967-1968 yılları arasında Beatles üyelerinin Transandantal Meditasyon denen bir zımbırtının etkisi altına girip, bu akımdan ciddi şekilde etkilendikleri ve esinlendikleri yazmaktadır kaynaklarda. Biraz araştırdım, fakirliği giderme diye saçma sapan bir öğreti programlarının olduğunu görmeme rağmen biraz daha araştırdım ve saçma sapan bir zımbırtı işte, ne anlatıyorum be! Neyse...

Jai Guru Deva Om, Wiki'ye göre "Tanrı Kutsallığına Bir Zafer" ve "Kutsal Guru'ya Selam" anlamına gelmektedir. Fakat nakarat bütünüyle ele alınmamaktadır, pek çok kişi de aslında Guru'ya bir övgü olarak durduğunu sanmaktadır bu sanskritçe cümlenin. Fakat Ekşi'de de sanskritçe temelleri çok güzel olarak açıklanmış ve doğru olma ihtimali fazla olan bir mesaj duruyor.

Lennon'ın genel düşünce yapısı ve inanışlarını ele alacak olursak Wiki'deki açıklama yavan kalıyor. Ekşi Sözlük'te yazılanın doğru olma ihtimali çok daha fazla çünkü I Am The Walrus'ta da benzer göndermeler bulunuyor. "Ulan arıza mısınız? Bırakın şu aptal saptal inançları... Dünyamıza karışmayın." gibi kinayeli bir mesaj var gibime geliyor.

Genel itibariyle şarkıdan öte şiirsel alt yapısı ve hayal gücü vizyonuyla öne çıkan bir Lennon şarkısı ve her zaman olduğu gibi Lennon/McCartney etiketiyle Let It Be albümünde yerini almıştır.

1970 yılında Rolling Stone dergisi Lennon ile röportaj yaptı. Bu röportajda Lennon, "Bugüne kadar yazdığım en şiirsel şarkı" diyerek betimliyordu Across The Universe'ü; "Bana göre özgün bir şarkı ve bir ikincisini daha yapabilir miyim bilmiyorum"

Yıllar sonra, 4 Şubat 2008'de, saatler 00.00'ı gösterirken NASA tarafından uzayın derinliklerine gönderildi bu şarkı. Bu ayinin amacı şarkının kaydedilişinin 40., Deep Space Network programının 45. ve NASA'nın da 50. yıldönümü kutlanmış olmaktı ve Across The Universe uzayda yayını yapılan ikinci şarkı olarak da tarihe geçmiş bulunuyor.

Yazımı nihayetlendirirken belirtmeden geçemeyeceğim, bu şarkı ve yazı sevgili Papi'ye armağan olsun. Turnuvada bu şarkı hakkında bir yazı istediğini belirtmişti, onun için yazdım yoksa bu seriye ikinci bir emre kadar son vermiştim. Fakat geçenlerde yazısına konu ettiği gibi canı aşkla ilgili konularda sıkıntılı iken kendisine moral olmasını istediğimden ötürü zannımca pek güzel bir yazı olmasa da yazmış bulundum. (Hanım abla burayı okuyorsa Papi=Gürkan hehehehe)

The Bell Tolls For Papi Chulo...

23 Şubat 2009

Best Supporting Actor - Heath Ledger

Ödülü de aldın baba, huzur içinde yat artık...

Kaptan Bülent

An itibariyle Galatasaray'ın başına daha önceden takım için çok emek vermiş bir topçu Bülent Korkmaz getirildiğini öğrendim. Yönetimin bugüne kadar yaptığı teknik adam seçişlerinden hiç memnun olmadım neredeyese ama bu son seçim gayet yerinde göründü bana. En azından yine takımın başına Feldkamp veya Hagi'yi getirmediler. Çok şeylerin değişeceğini umarak yapılacak bu tarz bir ters hareket takımın kadrosundaki yıldızların takından ayrılma sürecinin başlangıcı olacaktı bence.


Öncelikle takımın başına Türk teknik adam getirmek çok önemli, iletişim problemlerini çoğunlukla ortadan kaldırmak adına yani. Bunun yanında ligi tanıyan, bu lige senelerini veren, sadece Süper Lig değil Avrupa arenasında da gayet tecrübeli olan Korkmaz'ın teknik adam olarak da, az da olsa pişmiş olması gayet olumlu. Geçen sene 6 maçta 18 puan toplayan Cevat Hoca ve tecrübeli Türk oyuncular -ki bunların başını Kral Hakan Şükür çekmekteydi- sayesinde şampiyonluk gelmişti. Bundan hiç ders almayan yönetim malesef sene başında "Alman olsun çamurdan olsun." mantığıyla getirdiği Skibbe'nin üstüne bir de tükürdüğünü yalayarak Feldkamp'ı koydu teknik danışman sıfatıyla kadroya. Çok lazımdı sanki... Bugün Sivasspor'un ligde fırtına gibi esmesinin sebebi Bilica mı Balili mi sanki? Bülent Hoca elbette...

Neyse, çok dağınık oldu biliyorum ama işin özünde şunu söylemek istiyorum. Bülent Korkmaz gibi alternatifin varken önce bu adama şans tanımalısın camia olarak. Sene başında Skibbe geldiğinde Bülent Korkmaz'dan daha çok kimse üzülmemiştir. Adam her türlü mecmuaya demeç verdi "Bana şans vermelerini beklerdim." diye. Scolari falan gelmeyecekse bu takımın başına, Bülent Korkmaz gelmeliydi. Canı gönülden kaptana başarılar diliyorum. Ertuğrul Sağlam'a da saygılarımı iletiyorum. Ne güzeldi sizi sahada izlemek.

Big O

Yıl 1962. Oscar Robertson henüz ligdeki ikinci sezonunda, Cincinnati Royals formasıyla 30,8 sayı - 12,5 ribaund - 11,4 asist ortalamaları tutturuyor. Sezonu triple-double ortalamalarıyla tamamlayan ilk ve tek oyuncu.

Photo: Rich Clarkson/SI

Hugh Grant Topsun Oğlum!

Ne yalan söyleyeyim, Hugh Grant bu kadınla beraber diye feci şekilde ayar olurdum kendisine. Sanki Hugh Grant olmasa şansım olacakmış gibi. Neyse, konu ben değilim... Ayrıldılar, bu sefer de böyle bir kadından nasıl ayrılırsın diye ayar oldum. Music & Lyrics'i ve Love Actually'i işin içine katmazsak ayar olmaya devam ediyorum.

Elizabeth Hurley sadece güzelliği ile değil, katıksız İngiliz aksanı ile de çıldırtır adamı. Kaldı ki bana göre o İngiliz aksanının en güzide örneklerinden biridir kendisi. Elizabeth diye boşuna demiyorlar abi... Elin adamı bol bulup boşuyor, biz de... Öyle işte, neyse.

Harry & Ruby Kewell

Oyuncak bebek gibi ya :))

Mahalle


Kız ve çocuğun oturduğu yıkık duvarın ardı;


Daglıs, at bakayım abinin kıllı göğsüne başlığını atınca aklıma mahalle maçları geliverdi, küçüklüğümdeki. Mahalle maçları falan derken de mahalle kavramını bir daha hatırladım. Güzeldi aslında. Uzun uzun anlatmak yerine de Umut Sarıkaya'nın son haftalardaki şu iki karikatürünü iliştirip mahalle maçlı, ağaçlardan erik çalmalı, bisiklet yarışı yapmalı günleri bir kez daha hatırlatıp giderim.

Bütün ayrıntıları fark edebilecek insanın elinden öperim.

22 Şubat 2009

Şef'in Listesi: Ruarri Joseph

İngiltere'nin en batısı Cornwall'dan bir Gökhan Özşahin - saygılar - keşfi. 2007'de debyüğ albümü Tales of Grime and Grit'le girdi radarlara şimdi de yeni albümü Both Side Of The Coin şerefine Şef'in Listesi'nde. Son albümdeki tüm şarkılar kendisine ait. Yetenekli herif; yazıyor, çiziyor, gitar, piyano... Hakkaten solo çalışıyor yani. Acayip de güzel yapıyor işini şimdi. Albüm dışı, sağda solda videosuna denk geldiğim şarkıların da listede olduğunu belirtip sunuyorum mönüyü. Haftaya: Bueno Vista Social Club.

MÖNÜ
Şimdi bu herifçioğlunu üç beş adam tanıdığı için henüz sağda solda şarkıları bulamadım. Olanlar da genelde canlı kayıt olduğu için dandik. O yüzden eli yüzü düzgün bulabildiklerimi koydum listeye. Daha güzel şarkılar var elbet, bulup dinlerseniz pek de güzel olur.

At Abinin Kıllı Göğüsüne!

Yan mahallenin çocukları maç teklif eder. Tsubasa, Benjamin, Şun (Böyle mi yazılıyor?) gibi çizgi dizilerle büyüdüğün için her mahallenin en iyi topçusuna bir kılıf dikersin. Kafa kafaya verip; "Sami'yi durdurmalıyız arkadaşlar!" diye ilk taktiğini verirsin. İlk ve son... 4-4-2 çıkalım diyecek, kanattan bindirmeler önerecek hâlin yok ya... Bu kadar hayalperest olsan bile maç sırasında balkonlardan birine düşen top yüzüne vuracaktır gerçekleri... Akula vuruşu, bir Noel Baba hikayesi kadar yalandır. Aynı anda topa vurmaya çalışıp da kartal vuruşu deneyenleri de, direklere basıp takla atmaya çalışanları da gördük. Asfaltı mı kaldıracak çektiğin şut? Bırak allasen...

Mahallenin diğer çocuklarının çoğunluğu baz alınarak en takoz oynadığı öngörülen kişinin kaderidir kaleye geçmek. Bir bakıma demokratik bir işleyişten söz edebiliriz fakat mahallenin bir abisi, mahallede sözü geçen birinin yakını, akranı ya da akrabasıysan da ne kadar takoz olursan ol kaleden yırtarsın. Defansa çakılırsın ama top ayağına değer... Türkiye'deki mevcut sistemin işleyişini andırıyor sanki biraz? Mahalle baskısı bu olsa gerek... Neyse, dağıldık gibi... Seni takoz diye yaftalayıp da kaleye sokanlar yediğin her aptal saptal golde de kızmayı bir görev olarak bellemişlerdir... Kimse defansa gelmez, hepsi ileride gol kovalar ama bomboş defansı geçip de sana gol atan adamın suçu da üstüne kalır. Kızıp oyunu bıraksan, etmedikleri laf kalmaz...

Bir de semt takımları vardır ki sormayın gitsin... 'Ben Harmanlıkspor'da forvet oynuyorum abi. 30 maçta 75 gol attım, keşfedilmeyi bekliyorum.' tipleri mi ararsın, 'Tekspor'un en teknik adamı benim oğlum, bir çalımlar atıyorum var ya üfşşş...' tipleri mi? O semt takımlarının bir de yıllarını futbola adamış demirbaş antrenörleri vardır. Baban, dayın, amcan, enişten hep onun elinden geçmiştir bir zamanlar. Dedenle ahbaptırlar...



  • Japon Kale
  • Alman Kale
  • Dokuz Aylık
  • Gol Atan Kaleye

Mahallenin unutulmaz ABİ karakterleri. Baban ve senin jenerasyonunun arasında bir yerdedirler. Genellikle 23-30 yaş arasında bu triplere girerler. Mahallede çocukların top oynadığını gören bu abiler, iş dönüşlerinde eve girmeden takım elbise-kravat-kösele triosuna aldırmadan oyuna dahil olurlar...

- Bu Osman Abiniz var ya çok iyi topçuydu da karı kız peşinde koşmaktan bi' baltaya sap olamadı hehehehe... Asfalta çivili kramponla çıkardı keko...

+ Hade len kerkenez, sen kendine bak! Çocukların yanında, tövbe tövbe... At at pas at... Hop!

gibi gereksiz ayrıntılar verme çabaları falan...

Güzelliğiydi tabi bunlar işin bir yerde. Bu aralar geriye dönüp çok bakıyorum, anlamadım gitti. Bu mevzulara da geri dönüp bakınca tebessüm etmedim değil hani. Şanslıydım da ben biraz, çıkmaz sokaktı bizimkisi. Rahat rahat oynuyorduk topumuzu.

Yine de aklım almıyor, bu kadar futbol ile iç içe ve genç nüfus sayısı da iyi olan bir ülkenin dişe dokunur futbolcu sayısının azlığını. Çok konuyla iliştirilebilir, çok büyüğümüz-abimiz de konu hakkında güzel yazılar yazmış ve bu sorunsala değinmişlerdir ama hiçbiri mi kaale alınmadı, hiçbiri mi okunmadı? Hadi oldu diyelim, Futbol'un elinden tutacak bir cengâver yok mu? Bu ülkede futbolu Peygamber vitesine alıp Allah'a havale etmişiz gidiyor öyle bayır aşağı, langır lungur.

Coğrafi keşiflerin önemini idrak edememiş koca Osmanlı İmparatorluğu gibi... Futbol, hasta adam... Tribünde bağırdığınla, sesinin kısıldığıyla kalırsın. Yıllarca Türk futboluna nice neferler yetiştirmiş şehrinin takımının çıkardır, adam kayırmacılıktır, yönetimin beceriksizliğidir, bahistir gibi konular yüzünden bas bas bağırarak üçüncü lige düşüşünü izlersin üzülerek.

Katıldığım bir konferansta şöyle bir örnek vermişti konuşmacı; "Eski futbol maçlarına bakın. Skorlara, hakem hatalarına ya da Tanju'ya, Rıdvan'a, bilmem kime değil... Saha kenarlarındaki reklamlara bakın... O firmalardan kaçı bugüne kadar gelebilmiş, ona bakın." Ne Banker Zülfikar kalmış, ne Meliha Zeytinyağı ne de Beşkardeşler Beyaz Eşya... Nerede Eskişehir, nerede Sakarya, nerede Vefa, nerede Altay, nerede Göztepe? Vestel Manisaspor ne kadar tutunabildi, Sivasspor ne kadar tutunacak? Trabzonspor tökezlemedi mi Abdullah-Ogün jenerasyonunda yapılan hatalardan sonra?

Kendi menfaatleri doğrultusunda "Türk futbolu geriliyor, sadece bize değil tüm takımlara yapılan haksızlıklar hede hödö bök bök" diye kalıp açıklamalar yapan şu mâlum büyük kulüplerimiz, bir yandan da "O sahada biz oynamayız, maçı İzmir'e alalım." demeyi biliyorlar. Neymiş? Sahanın şartları kötüymüş... Ah canım, kıyamam. Geçeceksin o işleri, Doğudaki bütün takımlar o şartlar altında oynuyorlar. Mâli durumları da ortada olduğuna göre ya o sahanın bu hâliyle oynayacaksın ya da TOKİ'yle bilmem neyle milyonlarca dolarlık gelir getirecek anlaşmalarda yaptığın gibi yumruğunu masaya vuracak o stada da alttan ısıtma desteği için destek olacaksın. Kulüpler birliği ne güne duruyor orada? Sen bunları yapamıyorsan, üstüne bir de şikayet ediyorsan; "Türk Futbolu ehe mehe" demeyi geçeceksin, komik oluyor.

Onun için böyle başladım bu yazıya... X sözlük, Y blog, Z gazetesinde hep bu geçmişe-mahalle düsturu futbol anlayışına duyulan özleme dair bol bol yazı görebiliyoruz son zamanlarda. Okuyunca; "Hakikaten ya ne günlerdi?" diyebiliyoruz tebessümle. İleri bakılacak hâli mi kalmış zaten futbolun Türkiye'de? Geçmişe bakıp avunuyoruz işte, en azından yüz kaslarını geriyorsun.

Gai Assulin


Barcelona, Messi'nin sağ ayaklı versiyonunu İsrail'de bulmuş. Gai Yigaal Assulin 91 doğumlu ve önemli bir sakatlık yaşamazsa önümüzdeki 2 yıl içerisinde can yakmaya başlayacaktır. 2010 yazında bitecek kontratında 20 milyon avroluk bir serbest kalma opsiyonu var. Belki o 20 milyonu verseniz bile Gai'yi alamazsınız ancak Bordeaux'nun Gourcuff'a yaptığı gibi yüksek fiyata satın alma opsiyonlu bir kiralık sözleşmesi ile getirilip, ortam sevdirildikten sonra paraya kıyarak elde tutup, 22-23 yaşında 30-40 milyonlar civarında bir fiyata Real'e satmak mümkün. Fakat bizim bu vizyona sahip bir takımımız maalesef yok.

Footballers For Fashion - 4

David Beckham



Paulo Maldini


Gianluca Zambrotta



Massimo Ambrosini

AC Milan resmi sponsoru Dolce & Gabbana. Takımlar bence gayet şık özellikle montlar bitilesi türden fakat göğüsteki plaka nedir öyle??? (Aynılarını jeanlerede yapıyorlar) En şık gözüken oyuncu tabi ki Beckham.. Armani ile anlaşması bulunan Beckham'a D&G giydirmek ve bundan faydalanmak en zevklisi olmalı...

NBA - Where Injuries Happen

Arenas, Jefferson, Tracy, Wallace, Nelson, Redd, Brand, Bynum, Boozer(?) derken yeni haberler de gelmeye devam ediyor. İşin keyfini kaçıracak boyuta geldi artık sakatlıklar.

KG de dizi eline alanlardan. Dönüşü bir ayı bulabilir. Celtics'in geçen seneki kadar sağlam olmadığı açık ya da en azından Cavaliers geçen sezona göre çok daha iyi. Ayrıca 2oo8 playofflarında Banknorth Garden'dan uzaklaştıkça artan sıkıntılar saha avantajının önemini arttırıyor. Şimdi Garnett'siz bi Boston'un LeBrongilleri yakalayıp geçmesi neredeyse imkansız. Geçen seneki playoff sorunları devam ederse, Garnett'in sağ diz arka adelesi bir nevi NBA Finali'ne mal olacak.

Amare'nin durumu biraz daha kötü. Sezonu kapattı, bir kez daha. Bu sezon da bir daha oynamayacağını düşünürsek 7. sezonunun sonunda toplam 140 maç kaçırmış olacak. Bu kadar büyük bir yetenek, yazık be.

Hani dengeler değişiyor, heyecan falan tamam; ama diğer taraftan da adamın kariyeri nerelere sürükleniyor. Arenas'ın yaşatacağı efsanevi dakikaları, Bynum'lu Lakers'ı, iğrenç kafabantlı Amare'yi, uçan kaçan T-Mac'i izlemek istiyoruz neticede. Boozer olmasa da olur tabi.