22 Şubat 2009

At Abinin Kıllı Göğüsüne!

Yan mahallenin çocukları maç teklif eder. Tsubasa, Benjamin, Şun (Böyle mi yazılıyor?) gibi çizgi dizilerle büyüdüğün için her mahallenin en iyi topçusuna bir kılıf dikersin. Kafa kafaya verip; "Sami'yi durdurmalıyız arkadaşlar!" diye ilk taktiğini verirsin. İlk ve son... 4-4-2 çıkalım diyecek, kanattan bindirmeler önerecek hâlin yok ya... Bu kadar hayalperest olsan bile maç sırasında balkonlardan birine düşen top yüzüne vuracaktır gerçekleri... Akula vuruşu, bir Noel Baba hikayesi kadar yalandır. Aynı anda topa vurmaya çalışıp da kartal vuruşu deneyenleri de, direklere basıp takla atmaya çalışanları da gördük. Asfaltı mı kaldıracak çektiğin şut? Bırak allasen...

Mahallenin diğer çocuklarının çoğunluğu baz alınarak en takoz oynadığı öngörülen kişinin kaderidir kaleye geçmek. Bir bakıma demokratik bir işleyişten söz edebiliriz fakat mahallenin bir abisi, mahallede sözü geçen birinin yakını, akranı ya da akrabasıysan da ne kadar takoz olursan ol kaleden yırtarsın. Defansa çakılırsın ama top ayağına değer... Türkiye'deki mevcut sistemin işleyişini andırıyor sanki biraz? Mahalle baskısı bu olsa gerek... Neyse, dağıldık gibi... Seni takoz diye yaftalayıp da kaleye sokanlar yediğin her aptal saptal golde de kızmayı bir görev olarak bellemişlerdir... Kimse defansa gelmez, hepsi ileride gol kovalar ama bomboş defansı geçip de sana gol atan adamın suçu da üstüne kalır. Kızıp oyunu bıraksan, etmedikleri laf kalmaz...

Bir de semt takımları vardır ki sormayın gitsin... 'Ben Harmanlıkspor'da forvet oynuyorum abi. 30 maçta 75 gol attım, keşfedilmeyi bekliyorum.' tipleri mi ararsın, 'Tekspor'un en teknik adamı benim oğlum, bir çalımlar atıyorum var ya üfşşş...' tipleri mi? O semt takımlarının bir de yıllarını futbola adamış demirbaş antrenörleri vardır. Baban, dayın, amcan, enişten hep onun elinden geçmiştir bir zamanlar. Dedenle ahbaptırlar...



  • Japon Kale
  • Alman Kale
  • Dokuz Aylık
  • Gol Atan Kaleye

Mahallenin unutulmaz ABİ karakterleri. Baban ve senin jenerasyonunun arasında bir yerdedirler. Genellikle 23-30 yaş arasında bu triplere girerler. Mahallede çocukların top oynadığını gören bu abiler, iş dönüşlerinde eve girmeden takım elbise-kravat-kösele triosuna aldırmadan oyuna dahil olurlar...

- Bu Osman Abiniz var ya çok iyi topçuydu da karı kız peşinde koşmaktan bi' baltaya sap olamadı hehehehe... Asfalta çivili kramponla çıkardı keko...

+ Hade len kerkenez, sen kendine bak! Çocukların yanında, tövbe tövbe... At at pas at... Hop!

gibi gereksiz ayrıntılar verme çabaları falan...

Güzelliğiydi tabi bunlar işin bir yerde. Bu aralar geriye dönüp çok bakıyorum, anlamadım gitti. Bu mevzulara da geri dönüp bakınca tebessüm etmedim değil hani. Şanslıydım da ben biraz, çıkmaz sokaktı bizimkisi. Rahat rahat oynuyorduk topumuzu.

Yine de aklım almıyor, bu kadar futbol ile iç içe ve genç nüfus sayısı da iyi olan bir ülkenin dişe dokunur futbolcu sayısının azlığını. Çok konuyla iliştirilebilir, çok büyüğümüz-abimiz de konu hakkında güzel yazılar yazmış ve bu sorunsala değinmişlerdir ama hiçbiri mi kaale alınmadı, hiçbiri mi okunmadı? Hadi oldu diyelim, Futbol'un elinden tutacak bir cengâver yok mu? Bu ülkede futbolu Peygamber vitesine alıp Allah'a havale etmişiz gidiyor öyle bayır aşağı, langır lungur.

Coğrafi keşiflerin önemini idrak edememiş koca Osmanlı İmparatorluğu gibi... Futbol, hasta adam... Tribünde bağırdığınla, sesinin kısıldığıyla kalırsın. Yıllarca Türk futboluna nice neferler yetiştirmiş şehrinin takımının çıkardır, adam kayırmacılıktır, yönetimin beceriksizliğidir, bahistir gibi konular yüzünden bas bas bağırarak üçüncü lige düşüşünü izlersin üzülerek.

Katıldığım bir konferansta şöyle bir örnek vermişti konuşmacı; "Eski futbol maçlarına bakın. Skorlara, hakem hatalarına ya da Tanju'ya, Rıdvan'a, bilmem kime değil... Saha kenarlarındaki reklamlara bakın... O firmalardan kaçı bugüne kadar gelebilmiş, ona bakın." Ne Banker Zülfikar kalmış, ne Meliha Zeytinyağı ne de Beşkardeşler Beyaz Eşya... Nerede Eskişehir, nerede Sakarya, nerede Vefa, nerede Altay, nerede Göztepe? Vestel Manisaspor ne kadar tutunabildi, Sivasspor ne kadar tutunacak? Trabzonspor tökezlemedi mi Abdullah-Ogün jenerasyonunda yapılan hatalardan sonra?

Kendi menfaatleri doğrultusunda "Türk futbolu geriliyor, sadece bize değil tüm takımlara yapılan haksızlıklar hede hödö bök bök" diye kalıp açıklamalar yapan şu mâlum büyük kulüplerimiz, bir yandan da "O sahada biz oynamayız, maçı İzmir'e alalım." demeyi biliyorlar. Neymiş? Sahanın şartları kötüymüş... Ah canım, kıyamam. Geçeceksin o işleri, Doğudaki bütün takımlar o şartlar altında oynuyorlar. Mâli durumları da ortada olduğuna göre ya o sahanın bu hâliyle oynayacaksın ya da TOKİ'yle bilmem neyle milyonlarca dolarlık gelir getirecek anlaşmalarda yaptığın gibi yumruğunu masaya vuracak o stada da alttan ısıtma desteği için destek olacaksın. Kulüpler birliği ne güne duruyor orada? Sen bunları yapamıyorsan, üstüne bir de şikayet ediyorsan; "Türk Futbolu ehe mehe" demeyi geçeceksin, komik oluyor.

Onun için böyle başladım bu yazıya... X sözlük, Y blog, Z gazetesinde hep bu geçmişe-mahalle düsturu futbol anlayışına duyulan özleme dair bol bol yazı görebiliyoruz son zamanlarda. Okuyunca; "Hakikaten ya ne günlerdi?" diyebiliyoruz tebessümle. İleri bakılacak hâli mi kalmış zaten futbolun Türkiye'de? Geçmişe bakıp avunuyoruz işte, en azından yüz kaslarını geriyorsun.