Ferhan Şensoy en çok beğenerek okuduğum Türk yazardır, genel toplamda da rahatlıkla ilk beşe girer. İyi bir forvet transferiyle Anadolu'dan çıkıp şampiyon bile olur. Okuma fırsatı bulamadığım nadir kitaplarından biriydi Falınızda Rönesans Var. Tekirdağ turnuvası yollarına düşmeden evvel hazırlamış bulunduğum çantanın içerisine bilinmeyen tekniklerle sızmış gizli ajan kitap. Eh ben de ayağıma kadar gelen ajanı geri çevirmeyip, yıllar önce bitirmiş olmam gereken kitabın sayfalarını turnuvanın dinlence kısımlarında çevirmeye başladım. Şimdilerdeyse uzun zamandır beynimden uzak kalan Ferhan Şensoy sevgisi depreşmiş durumda, kitap bitmesin diye gün geçtikçe daha az okumaya başladım. Acilen bir Ferhangi Şeyler izlenip bünyenin düzeltilmesi lazım. bugün oynuyormuş Taksim'de, Subaylar'a açık davettir, subay olmayanlara da davettir, izleyin izlettirin efem...
Osmanlılar'ın en baba devirlerinden biri kuşkusuz Kanuni Sultan Süleyman dönemidir. İmparatorluk tarih atlaslarında her yeri aynı renge boyamıştır, Asya'nın, Avrupa'nın, Afrika'nın tartışılmaz sahibidir. Zenginlik sınırsızdır. Harem Süha Özgermi'nin bile dizayn edemeyeceği müthiş bir uluslararası zenginliğe sahiptir, her ırktan, her cinsten taş gibi karılar haremde kol gezmektedir. Kanuni'nin durumu Clinton'dan iyidir. Gel dikiz ki, eldeki vesikalara göre o zaman da bu zengin imparatorluğun merkezi İstanbul'da et, yağ, ekmek derdi, ulaşım sorunu, konut sorunu, yol ve su derdi İstanbullunun sıkıntıları arasında. Saraylara bakıp da: - Eski adamlar ne güzel yaşamışlar şu İstanbul'da! diye iç geçirmenin alemi yok. Kanuni döneminde de İstanbul'un et gereksimini Rumeli karşılıyor. İstanbul'a et, Filibe'den, Üsküp'ten, Manastır'dan geliyor. Rumeli'nin eti yetmediği zamanlar, Anadolu'dan et isteniyor. Kanuni Süleyman son zamanlarını bir market genel müdürü gibi, et gereksinimini karşılamak için oraya buraya ferman göndermekle geçiriyor. İstanbul'da et yetmezliği görülünce Diyarbakır ve Erzurum beylerbeylerine; "Haliya Mahrusa-i İstanbul'da et muzayakası olmağın Türkman koyunları dahil cümlesin akçasın verüb bey'iderek derhal yola revan edüb..." biçimindeki fermanı fakslıyarak, ne kadar koyun varsa parasını verip alın, İstanbul'a gönderin demek istiyor. Daha sonra bütün kadılara faksladığı fermanda da; "Haliya bazı madrabazlar ve celepler ve bakkallar ve reayanın ehl-i fesadı, mekulãt ve meşrubatı cem'edüb derr-i mahzen eylemekte ve gaali akça ile mehremce füruht eylemekte ve bu ef'al-i ieniayı bazı kullukçu makulesi beray-ı menfaat setreylemekte olduklarından naşi..." diyerek, dönemindeki karaborsadan, istifçilikten ve bu ve fotokopisi tiplerin nüfuz sahibi devlet görevlilerince kollanmasından dert yanıyor. Koskoca Kanunu Sultan Süleyman bu kanunsuz heriflerle başedemiyor. Onun kanunlarında da boşluklar var herhalde ki, bu adi herifler o boşluklardan amiboid hareketlerle sıyrılıyor. Padişahın üzümlerin sıkılıp pekmez ve turşu eylenmesini emretmesine rağmen, kimi uyanıklar gizlice üzümden şıra yapınca, padişahın gözü dönüp; "...bağlarının üzümlerin şira edüb fıçılara komuş iseler fıçılarına tuz serpüp sirke edüb yoklıyasın." buyurduğu da dönemin Divan-ı Hümayun 5 nolu mühimme defterinin 140. sayfasında görülmektedir. 450 yıl öncesinin İstanbul'unda da, kıtlık, yokluk, üçkaat, istifçilik, karaborsa, avantadan lavanta bir durum gözleniyor. Sokaklar gene kalabalık, yedi düvelden adam gelip gidiyor, ulaşım bela. Kavuğu devrik tahtırevancılar bugünkü taksicilerden küstah. Ortaçağ'ın kozmopolit bir limanı işte İstanbul. Her milletten adam var. Kent çaktırmadan ve kafasına göre büyüyor. Divan-ı Hümayun mühimme defterlerinde yazmıyor ama, bana öyle geliyor ki, 450 yıl önce bir sabah Kanuni Sultan Süleyman Topkapı Sarayı'ndan İstanbul'a bakıp, iç geçirerek; "İstanbul'un boku çıktı vesselam!" buyurmuştur, bunu dememişse bile, en azından düşünmüştür. Hiçbir şey yeni değil, köhne Bizans'ta.