27 Temmuz 2009

Genç Subaylar


Gençsubaylar blogunda dağılmadan önce ara sıra taşağını yapardık bu işin; 'Olum lan bir gün başımıza bir bela gelecek heeee hehehehe' şeklinde geçen nice muhabbet olmuştur. Sonra Ergenekon olayları, subaylar tutuklanıyor falan diye haberler çıkınca; 'Aha sıra bize de geldi hehehe' diye yapmıştık taşağını ona da eyvallah, tamam.

Facebook'ta bir grup açmıştık zamanında, geyiğine. Aç demişlerdi, ben de sazan gibi atlayıp açmıştım. Sonraları bakmadık, unuttuk gitti kaldı öyle. Bugün Çağrı mesaj attı da gördüm. Şaka mısınız arkadaş?

Yahu nedir bu? Anamı sikmedikleri kalmış! Facebook üzerinden vatanseverlik raconları kesmek yetmiyor gibi bilip bilmeden atar tutar olmuşuz. Onu bırak yetmiş yedi ceddimin lülesinden emmişler de haberim yokmuş.

Genç Subaylar, Batug forumları çatısı altında, forumlarda tanışıp arkadaş olmuş, basketbola gönül vermiş, amatörce ve sırf birlikte olabilmek için düzenlenmiş turnuvalarda arkadaşlıklarını pekiştirmiş bir kaç kişinin kıpraşması ile başlayan ve daha sonra şu son zamandaki hâlini alan bir arkadaş grubudur Genç Subaylar.

Hiçbir askerle, TSK ile, şehit ile dalga geçildiğini kimse bugüne kadar görmemiş ve duymamıştır. Böyle bir şeyin olması imkansız. Yeri gelmiş tepkimizi bile koymuşuzdur. İşte bilip bilmeden nasıl bir göt oğlanı olabilineceğinin, aptal saptal yönlendirmelerle insanların nerelere çekileceğini görmüş olduk!

'Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz' diyen Mumcu'yu koruyamadık, 'Türk halkının %60'ı aptal.' diyen Aziz Nesin'e yapılmayan kalmadı. İki üç adamla örneği olmaz belki ama aha işte kanıtı, en azından yüzdenin içindeki paylardan bir kaç tanesi...

Be anasını sattığımın kör cahilleri, beyninizi besleyen ana damarlarınızı öpeyim ben sizin! Yakında Facebook'tan mail falan da gelir şimdi, sakıncalı olarak işaretlendiğine dair. Ne bileyim, belki de; 'Bu gurupu kuran orospu çocuklarına hayatı zintan edelim arkadaşlar! Bu guruptan nefret eten 5 bin milyon kişi bulabilelimeliyiz' diye forward mesajlar dönüyordur.

Sevgili Başak Ünal'a acilinden bir koca bulmasını, Ahmet Aytekin'e fantazi olarak su bidonlarını denemesini, Hakan Ceniklioğlu'na da acilinden bir beyin nakli yaptırmasını tavsiye etmekten ve sinirimizin yatışmasını beklemekten başka elimizden hiçbir şey gelmiyor ne yazık ki...

Edit: Olum asker fotoğraflı falan adamlar üye olmuş lan... Kimse mi bakmıyor arkadaş?!
Douglas McGiven postudur, bumacevdeizlenir.blogspot.com' dan alınmıştır.

18 Temmuz 2009

rock'n coke '09

selami,

ben berege. rock'n coke'a yaklaşık 12 saat sonra attend edeceğim. ama hala uyanıkım. 2 gün daha öyle ya da böyle uyanık kalacağım. ama alkol da alacağım. gel gör ki sahne alacakların içinde benim için yerleri apayrı 2 grup var. the prodigy and linkin park.

first of all, i would like to thank all the guys out there to make this shit happen, u know. i mean, the prodigy.. u gotta be kidding me. this is the first band to make my adrenalin to be pumped in my veins during all the crappy shit i was man shooting at quake 2. lol.

ikinci olarak, linkin park. nsync ve backstreet boys gibi pop un dibine vurmuş 2 grubu dinlemiş bir kişi olarak, linkin park hiphop rock sentezi yapıp farklı bir müzik türünü bana sevdirmiş bir gruptur.

bunun gibi 2 tane sevdiğim grubu bir araya getiren bir organizasyon, 4 yıl boyunca zamanımın büyük çoğunluğunu geçirdiğim bir çevrede düzenleniyorsa- "çadır kurmadan" eğlencenin dibine vurarak ben 2 gün geçiririm arkadaş dedim, gitmeye karar verdim. gelmeyi düşünen varsa ben orada olacağım, bana ulaşmak isteyen bir şekilde ulaşır zaten.

the prodigy'nin eski albümlerinden efsane şarkılarını zaten bekliyor olacağım; ama son albümünden omen, invaders must die, thunder çalınmazsa üzüleceğim. linkin park için konuşmam gerekirse ilk 3 albümünden ne çalarsa çalsın bana O.K. ama son albümünden mümkün olduğunca az çalar umarım, tarz değişikliğine gittiler ve benden uzakta kaldılar. frekansımız uyuşamadı maalesef.

rock'n coke' tan sonra da mümkünse izlenimlerimle ilgili bir yazı döktürürüm. sağlıcakla.

16 Temmuz 2009

berege günlükleri



bu akşam cnbc-e ve e2 arasında diziler arasında gezinirken gözüme çarpan, konuyu ve tarihi inceleyişteki farklılık ilgimi çekti. chuck'ı izlediğimde duygusal yanı bir erkeğe göre oldukça ağır, konuşması bûluğ çağına yeni erişmiş bir kıza benzeyen karakter, diziye adını veriyor. chuck ın üniversitedeki kız arkadaşı da Jordana Brewster imiş dizide, son 2 bölüm itibariyle bundan haberdar olabildim. ara not: diziye bilmemkaçıncı sezonun nereden baksan 5. bölümünden başlamak da benim durumumdaki bir aylağa uygun.

emin değilim ancak chuck'a ilgi duyan ve zamanında aralarında bir şey geçmek üzere olan sarah, aynı zamanda Moon Light'ta da oynuyor. aylak dediysek de sarah yı kimin oynadığını bulmak için http://www.imdb.com/ u kullanmamazlık edecek değilim. yalnız www koymak başına zor geldiğinden çekirdek adresi yazdım. Bimemnere 1. Sulh Mahkemesi'nce yasaklı olduğunu öğrendim. www ile çalışıyor. ilginç. yeni paragrafa geçelim.


Beth Turner

yaptığım ufak bir araştırmadan sonra meğerse chuck'taki Sarah ile MoonLight'taki Beth aynı kişi değillermiş. Sarah'yı Yvonne Strahovski, Beth'i ise Sophia Myles canlandırıyor. Ben Yvonne'u ilk kez chuck da gördüm; ancak Sophia'yı bir yerden gözüm ısırıyordu. chuck diye düşünmüştüm; ama underworld serisindenmiş. her ne kadar Kate Beckinsale varken diğer oyuncular geri planda kalsa da... Beth ve Sarah nın resimleri..


Sarah whatever

chuck için yukarıda bahsettiklerim, MoonLight ın esas oğlanı St. Mick John için pek geçerli değil.

Resim zaten kendini anlatır nitelikte st.mick.john ın nasıl biri olduğuna dair. bir vampir olmasının bu durumda payını şahsen yadsımıyorum, hatta destekliyorum. ama vampir olmasına rağmen insan ırkına karşı sahip olduğu merhamet ile iyilik meleği rolünde. chuck ise iyi niyetiyle tüm olayları arap saçına çevirebilen bir çaylaklığından prim yapıyor.

Ara not 2: yazının buraya kadar olan kısmıyla, aşağıdaki resimden sonra yaptığım bağlama arasındaki bağlantı çok incedir, dikkatli olunuz.



bu iki dizi dışında bir de madmen'e tutulup izlemeye başladım. x'inci sezonun z'inci bölümünden. bayağı sağlam tutuldum anlayacağınız. yukarıdaki bayan January Jones, dizinin ana karakterlerinden Don Draper'ın eşini oynuyor dizide. diğer 2 dizideki sarışınlarla bayağı benzeşiyor ya da gecenin bir yarısında bana öyle geliyor.

neyse, ilk başta dikkatimi çeken kennedy'nin başkanlığı döneminde ('60 lar diye aklımda kalmış, bir yorum bırakırıverin değilse) iş yerlerinde içki de serbestmiş, sigara da. hatta günlük hayatta o kadar çok sigara içiliyormuş ki dedim kendime, yönetmen bunu seyirciye hissettirmek adına dizinin her yerine sigara sinmiş. birkaç görüntü koyarak yazıya görsellik ekleyeyim.





resimlerden 60 lar havasını almışsınızdır umarım. renkler, kıyafetler, saç stili, mobilyalar vs..

zamanında arkadaşın biri resim koy diye eleştiride bulunmuştu. şimdi de çok koydum gibime geldi. neyse bu da böyle bir yazı olsun.

yavaş yavaş yazıyı bir sonuca bağlamak gerekiyor. chuck daki sönüklüğü, madmen de eşi aldatma- iş yerinde içki- sağlıksız yaşam için gereken tüm unsurlar ile atabilirsiniz. hayatı sorgular hale gelebilir, böyle çalışılır mı lan? böyle içerek sigarayı ciğerlere bu sıklıkta çekerek ömrüm ne kadar olur diye sorgulayabilirsiniz. yeşilay'a yakınlık duyarsınız. moonlight için bir şey diyemeyeceğim, en azından hayat tarzı açısında; adam sonuçta vampir. yemiyor, içiyor bizim gibi. içkisi 0 Rh+, yemeği B negatif.

biliyorsunuz 19 temmuzda tüm kapalı alanlarda sigara içme yasağı ülkemizde yürürlüğe resmen giriyor. bu durumda devletin yaptırımcı yapısını irdelememe yardımcı oldu madmen. bundan 4 yıl önce yazdığım bir kompozisyonda Thomas Hobbes'un düşüncelerine şöyle değinmişim: "insanoğlu doğası gereği yıkımcıdır ve zorlayıcı bir güç olmadan, muhtemelen kimse için güvenlik veya ahlaki düzen mümkün olmayacaktır."

düşününce tarih boyunca insanoğlu, aktivitelerini ve/veya diğer bireylerle ilişkilerini kontrol etmesi adına hep kendinden daha ulu bir kuruma ihtiyaç duymuştur. devlet ve birey arasındaki sosyal mukavele bozulmadığı sürece, devletin bu yaptırımcı kuvveti genelin iyiliği için fena işlememiş sayabiliriz.

yani madmen deki ortamlardan günümüz çalışma ortamına en azından kavuşmuşuz. bundan sonra da tüm kapalı alanlarda duman solumak durumunda kalmayacağız. otobüs yolculuklarında sigara dumanından midemin bulandığı günleri hatırlarım, şu anki halimize bakınca kaydettiğimiz ilerlemeye şapka çıkartabilirim. dip not: dünya fenerbahçeliler günü ile sigarayı bırakma gününün çakışması da ayrı bir tesadüf.

sevgi, saygı vs.

13 Temmuz 2009

DENE-ME!

Saygıdeğer adaşımın sevgili Doğuş'un barındırdığı benzerliklerle ilgili yayınladığı girdiden sonra ne yazsam ne etsem günlüğümüzün devamlılığını sağlayamayacağım.

Gel gör ki kafam da iyiyken bir şeyler yazmazsam duramıyorum. Bu durumda yapacak bir şey olmadığından deneme kokulu alkolik muhabbetine bir kez daha hoş geldiniz diyorum.

Yakın sayılacak bir zamanda yazılarıma resim eklemem ve cümlelere başlarken vs. büyük harf kullanmam konusunda geri dönüşler almıştım. Açıkçası bu resim koyma işi çok yaş, bunu en başta söyleyeyim. Alkollü kafa ile bu işlere bulaşmak işkence oluyor tahmin edebileceğiniz gibi. İmla kurallarına uyduğuma şükür, fark ettiyseniz küçük/ büyük harf konusuna da ayrı bir önem veriyorum- belirtmeden geçemeyeceğim.

Mezun olduğum şu günlerde ne yapıyorum diye kendimi sorguladığımda, hiçbir şey yapmıyorum diye cevaplayabilirim rahatlıkla. Okulunu zamanında bitirebilen güruhtan biri olarak, bitirme tezi hocamın beni referans göstermesi sayesinde iş görüşmesine bile gidebilme şansına erişebildim. Gelin görün ki benim gönlümde yatan yüksek lisans yapmak olduğundan hala embesil bir şekilde, ÖSS'ye girdiğimden beri olduğu gibi, yanıt/ kabul beklemekteyim.

Lüleburgaz gibi Trakya'nın incisi, güzide bir şehirde yazı geçirmek için kesinlikle arkadaşlarına ihtiyaç duyuyorsun. Bunu özellikle bu yıl anladım. Hiçbir arkadaşım olmadığından yöre geleneği içmeyi tek başıma yapıyorum. Basketbolumu tek başıma icra ediyorum, spor salonuna tek başıma gidiyorum. Stadda tek başıma koşuyorum. Peki bunları ne s.kime buraya yazıyorum? Bilecik'te turnuva var ya, GM'lerden biri okur da değerlendirmemi ona göre yapar diye. Alkol alıp da sporunu eksiltmeyen bir tipleme bu berege diye.

Şu yazıyı yazarken yanımda bir kadeh rakı var, arka planda çalan şarkı Douzi- Myriama. Ondan önce misal Volkan Konak çalıyordu. Çok merak eden varsa Volkan Konak'tan önce çalan kim diye, cevabım Latif Doğan olacaktır. Ondan önce de Kazancı Bedih çalıyordu. Garip kafalardayım anlayacağınız. Alkolden olsa gerek.

Olsa gerek demişken, şu sıralar yaptığım etkinliklerden biri de kitap okumak, o da Sıkıntıdan olsa gerek. Birkaç girdi önce Fransız edebiyatı vs diye bir şeyler gevelemiştim. Jean Paul Sartre'ın bir kitabını okuyorum. Sıkıcı olabilir kitap; ama genel sıkıntı düzeyim kitap okuyacağım zamanki sıkılmamdan daha yüksek olduğundan kitap okumayı yeğliyorum. Bu da Türk Gençliği'nin içinde bulunduğu durum için pek iç açıcı bir durum değil sanırsam. Ata'm izindeyiz, sirozdan öleceğiz diye boşuna adapte etmemişler duruma. Gerçi eşinin dizine yaslanan bayanı görüp, çifti tartaklayan site güvenlikçisinin haberini okuduktan sonra; ülkenin olayının eğitimsel olmaktan öte temelsel boyutlara ulaştığını rahatlıkla idrak ettim. Sizler de gözlerinizi dört açın, hazır olun.

Şu yazıya bir sonuç yazmak da bayağı dert oldu an itibariyle. Pek değişik şeylere parmak bastıktan sonra, ne ile sonuçlandıracağıma gerçekten karar veremedim. Şöyle yapayım o zaman; girdiyi oluşturduğum saate istinaden CNBC-e'de yayınlanan dizilere bakalım. Malum işim olmadığından gece onlara sarıyorum.

Benim gibi zamanında Buffy the Vampir Slayer, Angel izleyenler için; pek kaliteli olmasa da, şahsi görüşüm, ilgi çekici bulup izleyebilecekleri MoonLight var. Yeni bir vampir dizisi. 2 bölüm arka arkaya geliyor. Amerikanlar'ın dediği şekilde, doubleheader. CSI: NY var daha sonra. Fena bir program değil açıkçası. O saate kadar net uykunuz gelir, olmazsa gidip 2.40 TL'ye Efes Fıçı alıp içersiniz 5 dk'da, uykunuz gelir. Gelmezse beni bulun, diğer yolları konuşuruz. Hadi eyvallah.

11 Temmuz 2009

Sen Bana Birini Andriod

Buckminster vs Douglas McGiven :))


10 Temmuz 2009

G8 summit

İnternetten haber takibini genelde milliyet ile yapıyorum. Haberlerin en az %25 i plaj, bayan, moda resimlerinden oluşuyor. Zamanında bununla ilgili bir haber okumuştum; bu resimler sayesinde iran'dan ve arabistan'dan inanılmaz hit alıyormuş milliyet, e-kolay ve gazetevatan.

yine bu resimlerden biri, milliyet'te G8'in aklını başından alan hostes olarak verilmiş. Haberin ayrıntısında "Obama ve Harper'ın daha soğukkanlı bir tavır sergileyebildiği gözlemlenirken, Sarkozy ve Berlusconi'nin yüz ifadeleri bir anda değişti. Sarkozy'nin gülümsemekten kendini alamadığı gözlenirken, kadınlara olan düşkünlüğüyle adı çıkmış olan Berlusconi de Sarkozy'den geri kalmadı."


bu haberi okuduktan sonra, televizyondaki haberlerde G8 ülke başkanları, içinde bulunduğumuz "economic recession"da "fakir" ülkelere 1. devalüasyon yapmayın. 2. arazilerinizi bize satın. demiş.

devalüasyon ile ilgili iktisadi bilgim biraz sınırlı; ama 1. şık, 2. şık için asist niteliğinde. yatırımcıyı memnun etmek için mevcut para biriminin değerini yüksek tutacaksın ki olumlu ekonomik durum var göstereceksin bu yatırımcılara. daha teknik ve üstü kapalı anlayacağınız.

arazileri bize satın'a gelelim. Yukarıdaki resme bakınca her şey ortada: Siz domalın biz seçeriz. Kanada ve ABD pişkin alıcıyı oynarken, Fransa ve İtalya açgözlü abaza rollerindeler. Kuzey Amerikalı sakinliği var tabii Harper ile Obama'da. Zaten tarih boyunca mal kesme konusunda ihtisaslı Fransa'nın cumhurbaşkanının da bu tarz bir abazalığa imza atması, benim için hiç şaşırtıcı olmadı.

Sonuç olarak G8 zenginlerinin, fakir ülkelere önerisi "domal" yerine "döm" demek gibi kibar bir şey. O halde yazıyı bir Yiğit Özgür karikatürü ile kapayayım.



08 Temmuz 2009

Belirli Günler ve Haftalar


WORLD FOOTBALL CHALLENGE (Jul 19 - Jul 26)
California, Georgia, Maryland, Massachusetts ve Texas, ABD

  • Inter Milan
  • AC Milan
  • Chelsea
  • Club America


AMSTERDAM TOURNAMENT (Jul 24 - Jul 26)
Amsterdam, HOLLANDA

  • Ajax
  • Atletico Madrid
  • Benfica
  • Sunderland


- 15 Temmuz 1988, Wembley -


WEMBLEY CUP (Jul 24 - Jul 26)
Londra, İNGİLTERE

  • Celtic
  • Al-Ahly
  • Barcelona
  • Tottenham Hotspur


PEACE CUP (Jul 24 - Aug 2)
Madrid ve Andalucia, İSPANYA

  • A Grubu: Sevilla, Juventus, Seongnam Ilhwa
  • B Grubu: Real Madrid, LDU Quito, Al-Ittihad
  • C Grubu: Malaga, Aston Villa, Atlante
  • D Grubu: Olympique Lyon, Beşiktaş, Porto


"Thanks for these years, but now you sell AC Milan"*

AUDI CUP (Jul 29 - Jul 30)
Münih, ALMANYA

  • AC Milan
  • Bayern München
  • Boca Juniors
  • Manchester United


EMIRATES CUP (Aug 1 - Aug 2)
Londra, İNGİLTERE

  • Arsenal
  • Atletico Madrid
  • Rangers
  • Paris Saint-Germain

05 Temmuz 2009

Hido ve Toronto

Hido'nun artık bir Raptor olduğuna dair haberler yayılmaya başladı. Kendisi 53 milyon amerikan dolarına 5 yıl için evet demiş. 50 milyon amerikan dolarlık teklifi de portland yapmıştı. peki ne diye hidayet portland'ın bu teklifini reddetti?

1) karısının isteğine saygı gösterip daha avrupai bir şehir olduğu söylenen toronto'yu seçti. açıkcası ben ne toronto'yu biliyorum, ne de portland'ı. daha etnosentrik olabilir portland; öbür tarafta toronto'da n tane farklı ırktan insan yaşıyor. yalnız, hidayet için başarı grafiğini yükselttiği orlando'dan sonra, gitmek için garip bir takım olduğu kesin eğer gitme nedeni bu ise.

2) bir önceki maddede gitmek için garip bir takım dedim; amma velakin bu takımda avrupai basketbol oynanıyor diye yazılıp çiziliyor sürekli. geçen sene pek bir varlık gösteremeseler de mitchell'a yılın koçu ödülünü kazandırdı oynatılan sistem. calderon, parker gibi avrupa deneyimi olan oyuncular da mevcut kadroda. sistemi bir üst seviyeye çıkaracağını düşünmüş olabilir hidayet.

3) hidayet'in parasını iyi yönetebilmek için iktisat ile alakalı bir bölüm okuduğunu hayal meyal hatırlıyorum. bu herif madem bu kadar parasına önem veriyor, o halde 3 milyon amerikan dolar'ının da muhabbetini yapar. her ne kadar iklimi bi zikime benzemese de toronto'yu seçer.

4) colangelo, takımın genel menejeri diye bu takımı seçmiş olabilir. gm'nin kafasındaki sistem ile hido'nun oyunu uyuşuyor gibi nihayetinde. zaten colangelo'nun phoenix'te görevinin başındayken de hido'yu kadrosuna katmasına "that close" olduğunu yazan pek çok haber de okudum. eski defterler hesabı yani.

5) carter orlando'ya giderse, ben de carter'ın carter olduğu yere giderim demiş olabilir hidayetciğim. air canada center, artık bundan böyle turkish air force base olacak.

hakkında hayırlısı olsun hido. kafanda rahatlamıştır umarım, serbest ajanlar piyasasında en çok istenilen oyuncu olarak kotardığın mukaveleyle. tolga tugsavul, iyi akıl vermiş olabilir hidayet'e. ne de olsa bu işlerden anlıyor. kafası da rahatlamış olan bir hidayet'in bu yılki şampiyonada performası artar mı azalır mı? ben açıkçası net bir şey söyleyemiyorum, zira tanjevic gibi bir hocayla bu iş zor.

sevgi, saygı.

04 Temmuz 2009

nihilism, ruslar , transfer piyasası

efenim, kimsenin günlüğe bi s.k yazmadığı şu sıralarda benim bir şeyler karalamak istemem ne kadar ironik geliyor bana sizlere anlatamam. ne yazacağım konusuna gelirsek gecenin şu saatinde hiçlik diye wikipedia'da aratıp okuduğum şeylerin alkollü kafayla pek anlaşılamadığına dair kısa birkaç replikten oluşacak.

Nietzsche veya Nitçze, şu meşhur God is Dead tişörtleriyle satış/ pazarlama harikası olan şahıs, Hiçlik olayının dibine vurmuş. Acayip yerlerden, değişik noktalardan ahlaki temellere atıta bulunarak varlığı/ yokluğu irdeliyor. Tengri'nin varoluşunu sorgulayıp, yok olduğu noktayı tayin ediyor. Açıkçası okuması ilginç bir kitap olabilir Nitçze biraderin kitabı; ancak o sabrı kendimde bulabilir miyim bilemiyorum.

Efenim, Nihilism'den aramalar yaparken o linkten bu linke tıkladım. Turgenev, Pushkin, Rus Çarları, Gogol'un ölümü- daha ne bileyim Dostoyevski falan diye bir yığın tıklamaya yer buldum. Anasını satayım ne derin bir dünya şu Rus Edebiyatı dedim kendi kendime. Bir s.k de bilmiyorum afedersiniz, ne yazsam ne etsem bulamadım. En azından bir öğüt olsun diye not alayım: Rus Edebiyatı'na ilgi gösterin, bayağı derin- acayip geniş. Hem belki kız falan tavlarsınız güney sahillerinde iki kelam ederseniz.

Rus edebiyatı nihilism derken aklıma ne hikmetse, zenci mi zenci Darius Vassel geldi. Ülkemizin güzide kulüplerinde Makine Kimya Endüstrisi Ankaragücü'ne 1 yılı seçmeli 3 yıllık anlaşmaya imza atmış kendisi. Bana göre tam bir menejerlik başarısı örneği bu transfer. Yoksa ne zikime gelsin Manchester City oyuncusu, Britiş Neyşnıl Pıleyır, Ankaragücü gibi takıma.(tık tık tık- kim o- öcü...)

ek olarak şunu söyleyeyim Kader Keita GS'ye geldi. Fener'im kampı başladı ne Güiza geldi, ne Alex geldi. Gerçi GS tarafında Lincoln'ün disiplinsizliği göze çarpıyor yine; fakat FB takımının Carlos'tan sonra en çok para alan oyuncularının bu kampa katılmamasına akıl sır erdirmek mümkün değil. Kov anasını satayım şu herifleri, zaten yerele yöneldin bu yıl. Bırak alsın millet Keita'yı, Vassel'i. Sen oynat Semih'i, Topuz'u. Hurmacı'yı Boral'ı. Geçmişe dönelim biraz, domestic service alalım anasını satayım. Satmayı ver forma falan a.k., birazcık taraftar olarak izlediğimiz futbolun çabasından keyif alalım.

acayip dağınık bir yazıya imzamı attım. hadi eyvallah.