12 Şubat 2014

Caddebostan

Derin Tarih dergisi karşı görüşün dergisi.
Neye göre? Bana.
Ben kimim? Yazılan tarihin arkasında bir şeyler bulmaya çalışan bir nafile.
Çoğu zaman dergide yazılanların çok yanlı olduğunu düşünüyorum. Ancak şubat sayısında Caddebostan ile ilgili ilginç bulduğum ve günümüzde kullandığımız sözcüklerin kökenine ışık tutan bir yazı ile karşılaştım.
İleride merak edip baktığımda, hatırlanmaya değer kısımlarını buraya alıntılıyorum.

Cadde malum, "geniş ve uzun şehir içi yolu" demek. Arapça'dan dilimize geçmiş ve yerleşmiş. Uygur ülkesinde cadde yerine 'yol' denildiğini gördük. Küçüğüne sokak, büyüğüne şimdilerde Fransızca'dan iktibasla 'bulvar' diyoruz. Bir zamanlar 'şahrah' veya 'hıyaban' derdik.

[Burada şu ilgi çekici: sözcük seçimleri. İçselleştiren ve mesafe koyucu zamirler ve cümle yapıları gerçekten çarpıcı. Yorumu okuyanlara bırakıyorum.
Kişisel notum, iktibas ile ilgili. Kazanım demek. Edinç daha nadir kullanılan hali. Bir ara dillere pelesenk olan, haberleri sürekli süsleyen AB Müktesebatı vardı. Onun kökeni işte. Daha derin inceleme için buyrun ekşi'ye. Ecnebicesi de burada bulunsun-  acquis communautaire.

Şahrah ve hıyaban Farsça kökene sahipler. Bu sözcükleri yazarken eskiden a'lara, u'lara şapka giydirirdik; ama bizim ilkokul yıllarında bunu kaldırdılar- galiba?? Kökenlerini takip etmek bizim nesle daha zor o yüzden.
Neyse şahrah dediğin sözcükte, şah belli zaten. Rah da Farsça yol demek imiş. Anayol, büyükyol demek anlayacağınız.

Hıyaban ise tam olarak şu:




Kendi adıma ara veriyorum, alıntıya devam.]

Bulvarın şiiri yok, hıyabanın var. Faruk Nafiz'in, "Bu hıyaban ebediyet yoludur" mısraı zihnimize takılmasa olmaz. Yine Faruk Nafiz'den:

Sustu bülbüller hıyaban uykuda
Esme ey bad esme canan uykuda

[Orhon Seyfi Orhon'un ilk şiirlerini yayınladığı 15 günde bir çıkan derginin adı da hıyabandır. Azerbaycan'da keza Şehitler Hiyabanı vardır.] 
Hıyabanlar uyurmuş. Bulvarların böyle bir alışkanlığı olamaz! Günün en sakin vaktinde bile boş kalan, uğuldamayan bulvara bulvar denemez!

Caddeden uzaklaşmayalım. Bostan, Farsça "buy-istan" kelimesinden gelir. Yani koku ülkesi! Buradan "bostan"ın esasında çiçek, bilhassa kokulu çiçeklerin yetiştirildiği yer anlamına geldiğini çıkarabiliriz. Türkçe'de bostanın ilk anlamı sebze bahçesidir. Kavun ve karpuz yetiştirilen tarlaya da bostan denir. Aynı zamanda kavun ve karpuza verilen ortak addır. Türküsü bile var: Ektim tarlanıza bitmedi bostan! Artık meşhur salatalığa, yani hıyara bostan diyen kalmadı.

Yazının kalanını merak eden bir şekilde ulaşıp okuyabilir tamamını. Ben bu girdiyi yazıdan son bir alıntı ile bitiriyorum.

İstanbul'un şimdilerde sadece yüksek katlı apartmanlar biten semtlerinde bir zamanlar bostan bittiğini tahmin etmek güç değil. Hele de bu semtler Kadıköyü tarafında ise...

Bağdat Caddesi var olmaya var fakat iri kaldırım taşları döşeli. Bostanlar ve cadılar! Issız yerlerde cadıdan, 'iyi saatte olsunlar'dan geçilmez. Hele bağ ve bostansa. Ama nedense bu mahaldeki bostana 'cadı bostanı' deniliyor!

Abdülhamid devrinde etrafta köşkler çoğalıyor, iskele yapılıyor. Vapur seferleri her güne biniyor. Cadı bostanı ismi çoluğa çocuğa korku saldığından, yakındaki caddeye atfen "Cadde bostanı" olup çıkıyor.