22 Mart 2012

BJK İnönü Stadı ve tarihçesi

Geçtiğimiz bölüm Gençsubaylar'da... Vişnelitekke sokakta, şairler parkında, maç öncesi stad etrafında takılanlar var. Sonra stada yürüyorlar Dolmabahçe Sarayı'na paralel şekilde. Stad ama bayağı ilginç. Tarihte eşi benzeri görülmemiş mevkii olarak. Karşısında imparatorluk sarayı olan bir tesis. Planlama dehası.
Zamanında İnönü, Dolmabahçe ve Mithat Paşa olarak da anılan BJK İnönü Stadı, bir ara günümüz 'endüstriyel' ve 'sermaye bağımlısı' spor devrinde, önüne sponsor da aldı. (Fiyapı) İşbu yazıda Türkiye'nin güzide spor külüplerinden Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün maçlarını oynadığı stadyumunun tarihçesini, Osmanlı'daki dergahlar-tekkeler, saraylar, kışlalar ve birazcık da politika yardımıyla kaleme alacağım. Şehrin tarihi yerlerinde ufak bir gezintiye hazır olun.

Ön not: Şahsi ve nafile bir çabanın sonucu oluşturduğum bir denemedir. Pek çok farklı kaynakta okuduklarım ve gazete yazılarında gördüklerim taraflı- tarafsız olabilir. Bulduğum fotoğrafların da yardımıyla kendi düşünce süzgecimden geçirerek sentezlediğim yazı için derin bir nefes alın. Çünkü biraz uzun olacak.

İstanbul'daki eski yerleşim birimlerinde gördüğüm tarihi yapılar ve bu yapıların bulunduğu sokak ve mahalle adları benim için her zaman ilgi çekici birer okuma- araştırma konusu olmuştur. Bundaki en büyük sebep, eski yerlerin adlarının da şu anda kullandığımız veya kullanmadığımız sözcüklere ipucu vermesidir ve geçmişe ışık tutmasıdır.




Hikaye, cami duvarına işemek söz öbeği ile başlıyor. Yeri gelmişken atasözünün orjinali eceli gelen it cami duvarına işermiş olduğunu ara not olarak vereyim. Yukarıdaki camii bulunduğu mahalleye de adını veren Vişnezade Camii. Her ne kadar maç öncesi 'piiz'lenenler camiinin duvarına gidip işemese de, camiiyi çevreleyen duvara izlerini bırakıyorlar. Bu camiinin banisi kimdir, tarihi nedir diye merak ettim ben de. Başladım araştırmaya.


Bilmeyenler için -zade, Farsça'da oğlu; doğmuş anlamına geliyor. Buradan camiinin banisinin Vişne diye birinin oğlu olduğunu anlıyoruz. Yani aslında böyle anlamıyoruz, çünkü Türkçe'de Vişne diye isim olmaz. Olsa olsa lakab olur. Camiinin kurucusu Mehmet İzzet Efendi, babası da Vişne Lütfullah Efendi. Önemli bir aileye mensublar. Zira Vişnezade'nin dedesi 3 padişah döneminde (I. Mustafa, IV. Murat ve I. İbrahim) şeyhülislamlık yapan Zekeriyazade Yahya Efendi. Dedenin babası da III. Murat döneminde şeyhülislamlık yapan Bayramzade Zekeriya Efendi. Şecereleri Hacı Bayram Veli'ye kadar gidiyor ve Mevlevilikle ile bağlar oluşuyor. Bayağı köklü bir aile anlayacağınız. Bu kökler sayesinde Beşiktaş stadına geleceğiz. Biraz sabır.

Beşiktaş Mevlevihane'si ve Çırağan Sarayı eksenli bölüme geçmeden önce Zekeriyazade Yahya Efendi'nin  bir gazelini sizlerle paylaşıyorum. O zamanın çarşısı, o zaman da her şeye karşıymış.

Mescitte riyamişler etsin ko riyayı/ Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürai..
Bırak mescitte ikiyüzlüler devam etsin riyakârlığa/ Sen meyhaneye gel ki orada ne riya var ne riyakâr.. 

Özellikle IV. Murat döneminin dinamiklerini anlamak ve Zekeriyazade Yahya Efendi ile ilgili yazılıp çizilenleri bulmak ise bu noktadan sonra okuyucunun sorumluluğundadır. Ben artık Beşiktaş ilçe sınırları içerisindeki başka bir Yahya Efendi'ye (nam-ı diğer Beşiktaşi Yahya Efendi) geçiyorum.


Yahya Efendi Camii, Çırağan'ı Ortaköy yönünde biraz geçince Ziya Kalkavan Denizcilik Lisesi'nin arkasında konuşlanmıştır ve Yıldız tepelerine Yahya Efendi tarafından bizzat inşa ettiği söylenir. Bu arada 1925 yılında tekke ve zaviyelerin tasfiyesi münasebetiyle tüm bu oluşumlar artık camii olarak adlandırılıyor. Aslında bir dergah. Ara not olarak bulunsun.
Yahya Efendi hakkında çok dallanıp budaklanan hikayeler mevcut. Mezarlığına defnedilen ailelerden tutun, Yahya Efendi'nin sergilediği mucizelere, Osmanlı hanedanının bu dergahı el üstünde tutmasından günümüz politikacılarının hala buraya ziyarette bulunmasına kadar. Bendeniz bu hikayelerden birkaç ilginç olanını yazıya dahil ediyorum.

Kendisi Kanuni Sultan Süleyman'ın süt kardeşi. Yahya Efendi'nin annesi Trabzonlu Afife Hatun, Sultan'ı da emzirmiş. Yahya Efendi'nin Beykoz sırtlarındaki Hz. Yuşa türbesini keşfettiği rivayet ediliyor. Bugün bile araba ile gitmek çok zor olan bu yere bundan 500 yıl önce gidip bulması takdir-e şayan.(Meraklısı için: Hz. Yuşa, Hz. Musa'nın yeğenidir- kız kardeşinin oğlu) Yahya Efendi mezarlığına defnedilmek istenen ama olmayan kişilerden birinin Zübeyde Hanım olduğu söyleniyor. Ebedi istirahatgahı buradan olan ve beni Beşiktaş Stadı'na yönlendiren şahıs ise Sadrazam Ohrili Hüseyin Paşa.



Ohri dediğimiz yer bugün Makedonya'nın Arnavutluk sınırında bulunan ve göl kenarında olan bir şehir. 15. yüzyıl Osmanlı gezginlerimizden Evliya Çelebi aktardıkları ile desteklenen bir efsaneye göre Ohri, yılın her bir gününü temsil eden 365 farklı kiliseye ev sahipliği yapıyordu. Bu şehirden olan Hüseyin Paşa ise, Genç Osman zamanında sadrazamlık yapıyor ve Genç Osman'a karşı ayaklanan yeniçeriler tarafından öldürülüyor. Sadrazam olmadan önce kaptanıderyalık da yapan Hüseyin Paşa'nın Beşiktaş Mevlevihanesi'ni 1613 yılında yaptırmasının hikayesi şöyle anlatılır:

"Kaptan-ı Derya Ohri’li Hüseyin Paşa Akdeniz seferinden dönerken Gelibolu’ya uğramış ve Gelibolu Mevlevihanesi Şeyhi Agazade Mehmet Dede’yi ziyaret etmeyi unutmuştur. İstanbul’a hareketinde şiddetli bir fırtınaya tutulmuş ve geriye dönmek zorunda kalmıştır. Tekrar Gelibolu’ya geldiğinde deniz sakinleşmiş, yeniden hareket ettiğinde fırtına başlamıştır. Bunu bir gönül kırıklığına bağlayan Hüseyin Paşa “galiba Gelibolu erenlerinden birini ziyaret etmeyi unuttuk” diyerek sorup, soruşturmuş ve Mehmet Dede’yi ziyaret etmediğini öğrenmiştir. Bunun üzerine Mehmet Dede’ye giderek kusurunun bağışlanmasını istemiştir. O da donanmanın Marmara’ya açılması için dua etmiş ve Paşa’ya bir daha fırtına ile karşılaşmayacağını söylemiştir. Bunun ardından da yakında Sadaret mührü ile payelendirileceğini, sonra da saraya damat olacağını müjdelemiştir. Gerçekten de Ohrili Hüseyin Paşa İstanbul’a dönüşünde sadrazamlığa yükselmiş, bir süre sonra da damatlık O'na layık görülmüştür. Ohrili Hüseyin Paşa, bütün bunları Agazade Mehmet Dede’nin kerametine bağlamış ve bir şükran borcu olarak da Beşiktaş Mevlevihanesini yaptırmıştır." (kaynak: Kültür ve Turizm Bakanlığı)

İşte bu Beşiktaş Mevlevihanesi'nin inşa edildiği yer 300 yıl sonra BJK Şeref Stadı'na da ev sahipliği yapacaktı!



Yazının ilk bölümünün sonuna geldik. Şeref Stadı'na veya o zamanki adıyla Şeref Stadyom'una yazının ikinci bölümünde değineceğim. Ama evvelinde, yazının devre arasında, Mevlevihane'nin makus talihi ve hüzünlü hikayesi. Bu hikaye sayesindedir ki BJK'nin kiraladığı Taksim Stadı'na geçiş yapacağım. Taksim Stadı sayesindedir ki İnönü Stadyom'undan bahsedeceğim.

Beşiktaş Mevlevihanesi'nin ilk kurulduğu yerden taşınma sebebini bu paragrafın sonunda vereceğim. Akıbetini de en başta. Bugün günümüzde Beşiktaş Mevlevihanesi yok. En son taşındığı yer olan Eyüp Bahariye'deki yapı belirli aralıklar ile yıktırılmış veya bakımsızlıktan kendiliğinden yıkılmıştır. Tekrardan Beşiktaş'a döner isek, buradan sonraki durak geçici bir süreliğine Fındıklı'daki bir konak olmuştur.



Fındıklı macerasını ise Maçka'da yeni yaptırılan dergaha taşınma izler. Bugün İTÜ yönetim fakültesinin bulunduğu yerleşkenin içinde inşa edilen dergah, buradan da kısa bir süre sonra sene 1873'te Eyüp'teki nihai ve son durağına geçmiştir. Maçka'daki dergahın yapıldığı yere buradan sonra kabaca kışla diyeceğim. Maçka Silahhanesi (kışla) inşa edilmeye karar verilince mecburen Mevlevihane tekrardan taşınmak durumunda kalmıştır.

Abdülmecid döneminden beri padişahların ve sultanların saraylarını, imparatorluğun göz önündeki yapılarını tasarlayan ve inşa eden Balyan ailesi Maçka Silahhanesine de imzalarını atmışlardır. Balyan ailesinin yaptığı verdiği tüm eserler için buyrun size bir de bağlantı. Aynı ailenin yaptığı diğer bir eser Beşiktaş Mevlevihanesi'ni ilk kurulduğu yerden ettiği gibi Şeref Stadyom'unun da temellerini atmıştı aslında. Balyanların o eseri Abdülaziz'in emriyle inşa edilen Çırağan Sarayı idi!


 Çırağan Sarayı'nın tarihi Abdülaziz'den de eskilere dayanıyor; ancak Şeref Stadı olmadan önceki haline dönüştürme emrini veren padişah Abdülaziz olduğundan bu yazı özelinde sadece kendisi ile ilgili kısmı yazıyorum. Mevlevihanenin yıkılmasının uğursuzluk getireceğinin halk arasında sıkça konuşulması üzerine ciddi paralar harcanarak yaptırılan sarayda daha sonra oturmamıştır bile Abdülaziz. Bu arada Çırağan sözcüğü Farsça'da ışık anlamına geliyor. Lale Devri döneminde meşale şenliklerinin yapıldığı muhit olduğundan ötürü bu ad verilmiş.





Abdülaziz'den sonra tahta geçen V. Murat'ın 3 ay süren saltanatlığı bittikten sonra,  akli dengesinin kaybettiği öne sürülen padişaha ev sahipliği yapmıştır Çırağan Sarayı'nın Harem bölümü. (Günümüzde Beşiktaş Lisesi olarak biliyoruz bu yapıyı.)Velhasıl kelam, hem II. Abdülhamit'in kuruntu yapmasından hem de o o yıllarda her padişahın kendi sarayını inşa ettirmesi geleneğinden ötürü II. Abdülhamit de Çırağan Sarayı'nda oturmamıştır. (V. Murat'tan sonra tahta çıkarılmıştır) En nihayetinde 1910 yılında çıkan yangın ile Çırağan Sarayı, içindeki çok değerli koleksiyon ve antikalar ile beraber çıra gibi yanmıştır.





Buradan sonrası Şeref Stadyom'unun tarihçesini ve resimlerini içeren wowTurkey sitesinden alıntıdır: 
"Beşiktaş, 1924 yılına kadar müsabakalarını semt statlarında oynadı. Siyah-Beyazlı camiaya futbolu getiren isim olan Şeref Bey, Çırağan Sarayı'nın bahçesinin Beşiktaş için ideal bir ortam olduğuna karar vererek, 1932'de buranın Beşiktaş'a tahsis edilmesini sağladı. 99 yıllığına hükümetten kiralanan Çırağan Sarayı, büyük bir yangın sonrası kullanılmaz hale gelmişti. Şeref Bey'in girişimleriyle ağaçların kesilmesiyle ve ardından gerekli tadilatın yapılmasıyla birlikte Beşiktaş, burayı kendi stadı olarak 1933 Eylül'ünden itibaren kullanmaya başladı. Stadın ismi de bu stadın açılışına ömrü yetmeyen ve genç yaşta vefat eden Şeref Bey'in anısına, Şeref Stadyomu olarak kabul edildi. 
Şeref Stadı 6 bini kapalı, 4 bini açık olmak üzere toplam 10 bin kişinin maç izleyebileceği tribünlere sahipti. Beşiktaş, 1947'de İnönü Stadı açılana kadar maçlarını burada oynadı. Stad daha sonra antrenman, özel maçlar, Türkiye 2. ve 3. Lig maçları ile Amatör Küme karşılaşmalarında da kullanıldı.
2031 yılına kadar bu stadı kullanım hakkına sahip olan Beşiktaş, Fulya'daki antrenman tesisleri karşılığında yerini 5 yıldızlı otele devretti. En son 2006'da renovasyona giren otel bugün Çırağan Sarayı Kempinski Otel olarak hizmet vermektedir."




Beşiktaş Mevlevihanesi ile BJK arasındaki stad ilişkisinin ikinci perdesi böylelikle kapanmış oldu. Balyan ailesinin yaptığı bir eser ile BJK stadı arasındaki ilişki de aynı celsede sona erdi. Bu yazının kurgusundan ötürü önce ikinci perdeyi verdik. İlk perde ise bir önceki paragrafta bahsi geçen semt stadları ile başlıyor. Bunların en meşhuru ise Beşiktaş'ın da kiralayanların arasında olduğu ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında neredeyse her Türk takımının bir kere de olsa maç yaptığı Taksim Stadı

  

Taksim Stadı aslında bir kışla olarak inşa edilmiş. III. Selim zamanında. Mimarı ve müteahhati yine Balyan ailesinin bir ferdi. Son dönemde adı daha sık bir şekilde anılmayan başlandı Taksim Kışlası'nın. Kışlanın yeri bugün Taksim Gezi Parkı'nı ve Ceylan Intercontinental'ı kapsıyor. Taksim Meydanı hakkında AKM ile başlayan tartışmalar, kışlanın 1940'ta yıkılan haline uygun etrafı ile bütünlük halinde tekrardan yapılacağının duyulması ile yeniden alevlendi. Yapılacak proje neticesinde meydanın trafiği yeraltına alınacak ve yeniden inşa edilecek Taksim Kışlası'nın kültür merkezi ve sanat galerisi olması sağlanacak. En azından planlanan proje bu; ayrıntıları için tık. Taksim Kışlası'nın BJK Stadlarını ilgilendiren tarihi ayrıntılarına geçmeden evvel şunu da bu yazı vesilesiyle belirtmeliyim ki meydandaki The Marmara oteli kaldırılmadan bu projelerin değeri sınırlı kalır. Benzer şekilde Gökkafes. Tarihi dokuyu tamamen baltalayan iki çirkin garabet. 


Bu özel yapının kaldırılması kararının arkasında 1930 yıllarda çıkarılan Belediye Kanunu ile görevlendirilen ve Taksim Stadı'nın modernleştirilmiş halini Atatürk'ün vefatından sonra imar etmek ile sorumlu Fransız Henri Prost vardır. O yılların belediye başkanı ise Dr. Lütfi Kırdar'dır. Taksim Kışlası'nın yıkılmasına denk gelen yıllar krallıkların ve imparatorlukların çatırdadığı, Hitler Almanya'sı ile Mussolini İtalya'sı gibi totaliter rejimlerin yükselişte olduğu zamanlardır. Her ne kadar çok partili sisteme eğreti olarak da geçmeyi denese de toy cumhuriyet, o yıllarda yönetimdeki tek parti idi.
 

Türkiye Cumhuriyeti'nin gücünü gösterme ihtiyacı hissetiğini düşünüyorum bu noktada. Zira 1936 yılındaki Berlin Olimpiyatları Almanya için gövde gösterisi niteliğinde geçmiştir. Görkemli stadyumların inşaası, buralarda düzenlenen törenler,geçitler ve spor müsabakaları uluslararası platformda o ülkenin gücünü ve saygınlığını ortaya koyan başlıca kıstaslar olarak kabul edilir. Taksim Stadı'nın yıkılmasının böyle bir boyutu var. Zira kışladan çevrilme, zorlamadan bir stadyum. Politik içeriklere girersem yazının uzunluğu iyice abartı olacak; ancak bu konu hakkında ucundan da olsa girmem gerektiğini hissediyorum.



 

İsmet İnönü, Atatürk'ün vefatından sonra kendi kadrosunu göreve getirirken Atatürk döneminde yapılan düzenlemelerde de değişikliklere gitti. Büyük Şef'in vefatıyla Milli Şef'in başa geldiği yönetici kadrosundaki değişiklikler ile ortaya kondu. (Atatürk'e yakın olduğu iddia edilen 100'e yakın milletvekili görevden alındı.) Türk parası üzerine Atatürk resmi yerine İnönü resimleri basılmıştır. Yurtdışında basılan ve 2. dünya savaşı yılları nedeniyle yaşanan tedarik ve ulaştırma sıkıntılarından ötürü ilk iki seferde ülkeye gelemeyen banknotlar, üçüncü denemede ülkeye ulaşmıştır. Pullarda Atatürk yerine Milli Şef'in resimleri vardır artık. Devlet dairelerindeki Atatürk resimleri yavaştan indirilirken, büstler de İnönü büstleriyle yavaştan değiştirilmektedir. Lozan Antlaşması bir anda kutlanmaya başlanmıştır; ne tesadüftür ki İnönü, Lozan Antlaşması'nı imzalayan heyetin başkanıdır. 1 Nisan İnönü Zaferi'nin yıldönümü, 18 Mart Çanakkale Zaferi'ne tercih edilir olmuştur. Gibi gibi...
 
Cumhuriyetin gücünün timsali ve kendi döneminin ihtişamını ortaya koymak adına Milli Şef'in bir stadyum arzu etmesi de yukarıda yazdıklarım çerçevesinde ihtimaller dahilinde gözüküyor. Daha önce de belirttiğim gibi Dr Lütfi Kırdar bu konuda tam yetki ile görevlendiriliyor. Yassıada'da yargılandığı sırada kalp krizi geçirip vefat edene kadar elinde bulundurduğu muhtelif yetkiler ile İstanbul'un günümüzde gördüğümüz haline çevrilmesine iki farklı akım ile yön veren kişidir Dr. Lütfi Kırdar. 


İlki, Atatürk'ün vefatı ile Atatürk dönemi vali- belediye başkanı yerine gelen ve 1938- 1950 yılları arasında hem vali hem de belediye başkanlık görevini yerine getirdiği yıllar. CHP iktidarı süresince yürüttüğü İstanbul valiliği ve belediye başkanlığı görevlerine ek olarak sıkı yönetim başkanlığı ve varlık vergisi tespit komisyon başkanlığı da vardır. İkinci kısım ise Demokrat Parti dönemindeki milletvekilliği yılları. DP yıllarında doğrudan veya dolaylı olarak 7000 (yazı ile yedi bin) yapının moloza çevrilmesine neden olmuştur. İlk yıllarda muhit Harbiye, Taksim, Beşiktaş, Karaköy civarı iken (bakınız Lütfi Kırdar Kongre salonu, Harbiye açıkhava tiyatrosu) ikinci dalgada Vatan- Millet Caddesi güzergahı üzeri ve Aksaray tarafları etkilenen muhit durumuna gelmiştir. Tekrardan hatırlatayım Henri Prost adını bu arada!



Dönemin politik resmini bu kadar kısa bir pasajda aktarabilmem na-mümkün. Sadece Dr. Lütfi Kırdar'a değindim. Bunun da nedeni İnönü Stadyom'unun inşaası ve Taksim Stadı'nın yıkımı için kilit bir kişi olmasıdır. Ancak en azından okur için altyapı oluşturacak bilgi sağladığımı düşünüyorum. Kendi kaynakları ve inisiyatifi ile yapacakları araştırmaları açısından bir yol gösterici olmasını temenni ediyorum burada okuduklarının. Ve geçiyorum Dr. Lütfi Kırdar'ın Taksim Stadı yıkıldıktan sonra İnönü Gezisi açılmadan önce yapacağı 1942 yılında yaptığı konuşmanın gazete duyurusuna. İnönü Gezisi dediğimiz yer, bugünkü Taksim Gezi Parkı.

"İstanbul halkının Milli Şef'imiz İsmet İnönü'ye derin bağlılık ve minnet duygularının bir nişanesi olmak üzere inşa edilen İnönü Gezisi yarın saat 12:30'da vali ve belediye reisi Dr. Lütfi Kırdar bir nutku ile açılacaktır. İstanbul şehir meclisi geçen sene iki karar vermişti. Bunlardan biri İstanbul'un imarı yolunda sarf edilen gayretler arasında şehrin en mühim meydanlarından biri olan Taksim'de İnönü Gezisi vücuda getirilmesine, diğeri de gene burada Milli Şef'in yüksek sanat kıymetini haiz bir heykelinin dikilmesine dairdir.
Dr. Lütfi Kırdar yarın İnönü Gezisi'nin açılış münasebetiyle söyleyeceği nutukta belediye meclisinin şehir halkını temsilen, ittifakla ve alkışlarla vermiş olduğu kararlardan birincisinin tatbik sahasına konulduğunu anlatacak ve İstanbul'un Milli Şef'imize karşı ebedi bağlılık ve minnet duygularına tercüman olacaktır."


Taksim Kışlası'nın yıkılmasının cumhuriyet ülkülerini temel alarak incelediğimizde de simgesel bir değeri olduğu tartışılabilir. Cumhuriyeti kuran kadronun neredeyse hepsi İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) mensubuydu ve 31 Mart isyanı, o zaman II. Meşrutiyet'i ilan ettirmiş olan İTC'ye karşı başlamıştır. İlginç olan nokta, bu isyanın başladığı yerin Taksim Kışlası olmasıdır. 


Gelelim artık son perdeye, yani BJK İnönü Stadı'na. Yukarıda gördüğünüz resim, Gümüşsuyu'ndan inen yoldan çekilmiş. Stad bugünkü yerine inşa edilmeden evvel. Arkadaki sırtta, Beşiktaş Mevlevihanesi'nin Eyüp'e taşınmasına neden Balyan ailesinin eseri Maçka Silahhanesi (İTÜ yerleşkesi) var. Henüz Swissotel yok. Stadın olduğu yerde bir tesis var ve orası Dolmabahçe Gazhanesi. Havagazından, hidrojen ve karbonmonoksitten karışımı, elektrik üreten bir tesis. Sarayı aydınlatmak için sarayın has ahırlarının arkasında kurulmuş zamanında. Daha sonra bu gazhane de Beşiktaş Mevlevihanesi ile aynı kaderi paylaşıyor ve Eyüp'e taşınıyor. 


Gazhaneden günümüze ulaşanları görüyorsunuz solda. Üstteki resimde iki baca arasında mevcut olan yapı, soldakinin atası. Lunapark ile iç içe şu anda. 

Dolmabahçe Gazhanesi 1914 yılında Fransız- Türk ortaklığına 50 yıllığına özelleştirildiğinden ötürü, İnönü Stadı'nın yapımında sürekli sıkıntı çıkarmıştır İnönü yönetimine; zira istimlakı hemen mümkün olmamıştır. 1940 yılında temelleri atılacağı söylenen stadın tam anlamıyla inşaatına, 1960 darbesi sonrası askeri yönetimin gazhaneyi istimlak etmesiyle başlanabilmiştir ancak! 

Stadın ilk mimarları ile daha sonra tekrardan projelendirilmesi sırasında çalışan mimarları arasında çıkan telif hakkı davası da projenin 1960'da tam olarak başlayamamasına neden olmuştur.


  
Yılan hikayesine dönen inşaat, 1963-1964 sezonunda son bulur. İnşaat tam olarak bitmeden gazhane tarafındaki istimlak sürerken henüz iki kat yapılmış tribüne seyirci almaya başlar BJK yönetimi. Kodak yazılı duvar İnönü döneminde istimlak edilemeyen gazhane ile sınırı belli etmek adına, hemen tribün inşaası başlasın diye örülmüş.
Seyirciler bu tribüne has ahırlar kısmındaki tribünden sonra bittiği için ve inşaatı devam ettiği süreçte girmeye başladıklarından ötürü yeni açık demişler.
Gazhaneden istimlak edilen yer daha sonra İETT'ye devredildi. Günümüzde İETT garajı olarak kullanılıyor. Az ilerisine de tünel yapıldı malumunuz.

Gelelim eski açık ve numaralıya. Gördüğünüz üzere sarayın has ağıllarının istimlak edildiği yerler üzerinde yükselmiş bu tribünler ve inşaatın ilk başladığı yerler olmuş. İtalyan mimar Violi, rejimin ve Milli Şef'in gücünü temsil edecek projeyi tamamlamıştır. Ismarlanan özelliklere uygun, antik Roma mimarisini anımsatan bir stad. 
Dediğim gibi orjinal plan üzerinde envai çeşit değişiklik yapılıyor muhtelif aksaklıklardan ötürü. Ama bakınız orjinaline göre stadın nasıl olması planlanmış: (Alttaki resim müzenin girişi, o zamanki has ağıllar. Soldaki camii, Bezmialem Valide Sultan)
  



Stadın Dolmabahçe Sarayı’na bakan yüzünde büyük bir demir kapı yapılacak, bu kapının her iki yanındaki duvarlar tunç rölyeflerle süslenecektir. Bu demir kapı iki yana açıldığında, sağ ve sol tarafta Milli Şef’in Türk gençliğine hitabeleri yer alacaktır. Tunç rölyeflerle süslenen duvarlarla, üzeri kapalı olacak iki tribünün birleştiği noktalara, iki kule inşa edilecek ve bu kulelerin üzerinde de disk ve cirit atan sporcu heykelleri yer alacaktır. Ayrıca stadın gaz şirketi tarafında kalan tribünün arkasındaki alan yeniden düzenlenecek burada tenis kortları yapılacaktır.

Bugün tenis kortu yerine dediğim gibi İETT garajı var. Disk atan ve cirit atan sporcu yerine de sponsorların panoları ve tabelaları var. Stadın adının nasıl İnönü olduğunu ve niye bir ara Mithatpaşa'ya döndüğünü ve daha sonra tekrar neden İnönü yapıldığını aktarıp yazıyı bitiriyorum. Vişnelitekke'den stada gitmek için önce Çırağan'a sonra Maçka'ya daha sonra Taksim'e en sonunda Dolmabahçe'ye vardık. İyi seyirler.



19 Mayıs 1940'taki temel atma töreninden önce Dr. Lütfi Kırdar'ın yaptığı konuşma metni:  

"Aziz Türk genci; senin isminle anılan bu büyük bayramımızda, bu şerefli yıldönümünde, sana mahsus en kıymetli mekteplerden birinin temelini atmakla derin bir ferahlık hissediyorum. Milli şefimiz stadyumların nasıl telakki ve tarif lazım geldiğini şu veciz cümle ile ifade buyurmuşlardır: “Türkiye’yi idare edenler; stadyumu en kıymetli mektep gibi her yerde kurmaya çalışacaklardır. Türkiye’nin istikbalini idare edecek olan genç nesil açık havada, açık meydanlarda yetişecektir.” 
 İşte ben de Milli Şefimiz Büyük İnönü’nün stadyumlar hakkındaki bu irşatlarından (doğru yolu göstermek, uyarmak) ilham alarak şehrin asri (modern) bir stada ihtiyacı olduğunu anladım. Milli Şefimiz Büyük İnönü memleket müdafaasının sportif bir gençlikle daha mükemmel yapılabileceğine, gençliğin bu statta kabiliyetlerini daha müsait şartlarla ispat edeceğine emindir. Sizlere müjdeliyorum ki, Milli Şefimizden yapılacak bu şehir stadımıza ‘İnönü Stadyumu’ ismi verilmesine müsaade verilmesini şehir namına rica ettim. Milli Şefimiz Büyük İnönü’nün bu ricayı kabul buyurmaları dolayısıyla stada ‘İnönü Stadyumu’ ismi veriyorum. Hayırlı olmasını dilerim."

Yukarıdaki alıntıdan da anlayabileceğiniz üzere, Dr. Lütfi Kırdar inisiyatif alarak şehir meclisi veya herhangi bir komisyona sormadan stadın adının İnönü olmasına karar vermiş. Nasıl ki İnönü başa geldiğinde Atatürk ile ilgili büstler, resimler, kutlamalar azaltıldıysa Demokrat Parti başa geldiğinde de İnönü ile ilgili büstler, resimler, adlar bir şekilde kaldırılmıştır. Duvardan inen fotoğraflar, banknotlardan çıkarılan resimler, değiştirilen büstler artık İsmet İnönü'nündür. Bu bağlamda değiştirilen bir ad İnönü Stadyom'udur.

Peki nasıl Mithat Paşa Stadı oldu İnönü Stadı'nın adı? 1951 yazında Atatürk'ü koruma kanunu ile İnönü banknotları ve büstleri değişikliğini meşru bir zemine oturtmuştur DP iktidarı. Aynı günlerde, Fahrettin Kerim Gökay'ın belediye başkanlığında bir başka önerge İstanbul Şehir Meclisi'nde yasallaştırmaktadır: Yaşayan siyaset adamlarının adlarının sokak, meydan, spor sahası, okul ve benzeri alanlardan kaldırılması. Tam da bu önerge oy birliği ile kabul edilmişken Mithat Paşa ismi ülke gündemindedir. 



 Mithat Paşa Kanun-i Esasi'yi hazırlayan, Abdülaziz'i tahttan indirip yerine II. Abdülhamit'i getiren devlet adamıdır. (Abdülaziz'den sonra aslında V. Murat var; ancak 3 ay sürdü hükümdarlığı. Akıl sağlığını kaybetti iddiasıyla yerine II. Abdülhamit getirildi.) Mithat Paşa'nın hikayesi uzun; ama Arabistan'a sürgüne gönderilip ömür boyu hapse mahkum ediliyor ve hapishanede boğularak öldürülüyor. Taif'e gömülüyor.

İşte tam da 1951 yılında Mithat Paşa'nın bir hürriyet şehidi ve kahramanı olduğu hatırlanmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Anıtkabiri olarak adlandırabileceğimiz Şişli'deki Abide-i Hürriyet mezarlığına defnedilmek üzere naaşı Türkiye'ye getirilmektedir. İstanbul Belediye Meclis üyesi Saim Nuri Uray'ın konuşmasını aktarıyorum: 
"Hepinizin bildiği gibi Mithat Paşa hürriyet şehidi ve hürriyet kahramanıdır. Şehir stadımızın Dolmabahçe sarayı karşısında bulunması, Türk gençlerine her spor karşılaşmasında Mithat Paşa’yı ve onun mücadelesini hatırlatacak, hürriyet idealinin bekçileri olan gençlere istibdatla (baskı rejimi) hürriyetin mukayesesi imkânlarını verebilecektir. Mithat Paşa’nın kemiklerinin İstanbul’a doğru yol aldığı şu dakikalarda stadyuma verilecek Mithat Paşa ismi İstanbullu hemşerilerinin büyük ölüye bir hürmet nişanesi olacaktır. Stadyumun isminin Mithat Paşa Stadyumu olarak değiştirilmesini teklif ediyorum." (kaynak: Siyasi nitelikteki alıntılar, Tuğrul Yenidoğan'ın yazısından alınmıştır)

1940'ta İnönü stadı olarak başlayan macera 1951'de daha stadın inşaatı tam olarak bitmeden Mithat Paşa'ya çevrilmiştir böylelikle. 1974 yılına kadar adını muhafaza edecektir. 25 Aralık 1973'te vefat eden İnönü, 1972'ye kadar CHP genel başkanlığını yapmıştır. Milli Şef'tir. Ama kurultayda genel sekreteri Bülent Ecevit'e kaybeder. Bülent Ecevit'in karaoğlan olarak kitleleri sürüklediği yıllardır. Adalet Partisi'ne yakın yayınları ile bilinen Tercüman gazetesi, Ecevit'i eleştiren yazılar neşretmektedir. Tercüman gazetesinin Ecevit'in İnönü'ye karşı girdiği politik mücadeleyi eleştiren yazılarını, İnönü vefat ettikten sonra Ecevit'in daha da göz önüne gelmesini engellemek adına İnönü'nün adını tekrardan stadyuma verilmesine yönelik yazılar takip etmiştir. Velhasıl kelam 14 Ocak 1974'te, İstanbul İl Meclisi'ne bu öneri getirilir ve Mithat Paşa Stadyumu tekrardan İnönü Stadyumu olur. Milli Şef'in ölümünden sadece 3 hafta sonra! Milli Şef de Büyük Şef'in istiragahatı olan Anıtkabir'e defnedilir. İlginçtir ki Anıtkabir, Milli Şef iktidarında bitirilememiştir. 




1947 yılında açıldığında İnönü Stadyum'undaki ilk gölü atan Süleyman Seba, 1998 yılında Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile yapılan sözleşme sonucunda stadı 49 yıllığına kiralamış ve stadın adını BJK İnönü Stadı'na çevirtmiştir. Fi-Yapı ile yapılan sözleşme ile stadın adı Fi-Yapı İnönü Stadı olsa da, Fi-Yapı'nın sözleşmeyi 2011 sonunda feshetmesi neticesinde stadın adı şu anda BJK İnönü Stadı'dır.  

09 Mart 2012

Olmaya Devlet Cihanda...

...bir nefes sihhat gibi.

Ne zaman rahatsizlanilsa sagligin kiymeti bilinmese bu sozcukler dudaklarimizdan dokulur. Cok kullanilan bu cumle genellikle kalip olarak biliniyor ve benim kisisel gozlemim derinlemesine dusunulmuyor uzerinde. Kim soylemistir, cumledeki devlet neyi ifade eder gibi sorular zannetmiyorum ki cok kimse tarafindan bilinsin.

Beni bilenler kendi capimda sozcuklerin kokenlerine merakli oldugumu da bilir. Osmanli Devleti zamaninda resmi yazisma dili, Arapca ve Farsca sozcukler ile yogrulmus bir Turkce oldugundan, gunumuzde Arapca veya Farsca bilmesek debilincaltimiza ve dilimize yerlesmis bu dillerden Turkce'ye dahil ettigimiz sozcukleri belki bilerek ama genelde farkina dahi varmadan her gun kullaniyoruz.

Bu noktada 2 ornek verecegim. Ayni kokten birden fazla sozcuk tureterek dilimize kattigimiz sozcuklerin neredeyse hepsi Arapca'dan. En azindan benim gorebildiklerim.
Birincisi 'emr'. Buyruk anlaminda oldugunda emir oluyor. Emri veren konumuna geldiginizde amir oluyorsunuz. Yok eger emir aliyorsaniz memur oluyorsunuz; bir nevi emir kulu yani.

Ikinci ornegim ise 'cem'. Toplama, bir araya getirme demek. Insan toplulugu olunca cemaat diyoruz; baglamsal olarak din ve mezhep. Spor baglaminda ise ulkemizde sporcular, verdikleri demeclerde oynadiklari takim ve onun taraftari icin camia sozcugunu kullaniyor. Dernek kapsaminda veya bir olayi ya da bir kisiyi kutlamak amaciyla bir araya gelen topluluk icin cemiyet diyoruz. Sosyete hayatina mensup kisileri kastederken de cemiyet kullanildigini goruyoruz. Daha da uzatmadan bu ornekleri cemaatin toplandigi yere camii veya cemevi, bir araya geldikleri gune de cuma dedigimizi ekliyorum; ve devam ediyorum.



Gunumuzde sık kullanmaya devam ettigimiz, dil devriminde yerine yenisi onerilmemis veya onerilmisse bile halk tarafindan benimsenmemis olan ve baska dillerden Turkce'mize dahil ettigimiz sozcukleri yakalamak daha kolay oluyor. Ancak kimi sozcukler var ki ayni kokten olsa dahi bazen ilk bakista yakalayamiyorsunuz. Ornegin sebep. Neden sozcugunu degis tokus ederek kullaniyoruz sebep yerine. Bir seye veya olaya neden olan, sebep olan kisiye veya seye musebbip denirmis eskiden. Hala zaman zaman kullaniriz. Yabanci dilde musebbibin en hos kullanimi benim icin her zaman The Prodigy'nin Firestarter sarkisinda olmustur. Sarki su cumleyle baslar: "I'm the trouble starter, fuckin' instigator."

Yukaridaki paragrafta bahsettigim turdeki sozcukleri genelde eskikalemlerin kose yazilarindan ogreniyorum. Hasan Pulur'un milliyetteki kosesinde denk geldigim ilginc bir sozcugu sizlerle paylasacagim. Hepimiz hala taklit lafini kullaniyoruz. Benzetme, benzeti nadiren de olsa duyuluyor sagda solda. Ha tabii 'imitasyon' 'domine ediyor' yeni 'jenerasyon'u. Hatta ben kisaca 'imit' diyenler biliyorum.
Taklit yapan kisiye -ci yapim eki yardimiyla taklitci diyoruz artik. Arapca bir sozcugu Turkce yapim eki ile zenginlestiriyoruz. Eskiden taklitci yerine mukallit denirmis. Deginmeden gecemeyecegim taklitci bugun artik 'copycat' olarak da oldukca yogun kullaniliyor. Gerek yok.

Paragraf paragraf ornekleri cogaltmak ve mevcut duruma elestirel bakmak 'mumkun'. 'imkan'lar dahilinde. Ancak yaziyi cok da uzatmak istemiyorum. Birkac ornek daha yazacagim. 'terk-metruk' ; 'sohbet- musahip' ; 'vakit- muvakkit" gibi gibi...

Olmaya devlet cihanda bir nefes sihhat gibi baslikli bu yazinin 'musebbib'i de yukarida bahsettigim tarzin temsilcisi bir sozcuk. Yoksa mumessili mi demeliydim. Veya reprosant.(Ne zaman bu sozcugu duysam aklima aninda prezentabl gelir.Yazmadan edemedim) Ama iyice cigrindan cikti. Iyisi mi yazayim artik sozcugu: Muteber. Saygin, hatiri sayilir, itibari olan.




Turk Dil Kurumu muteberi ornek ile anlatirken cumle icinde kullanimini eksik etmeyi sevmiyor. Muhibbi'nin (?) beyitini kullanmis:
Halk icinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sihhat gibi

Ben Fen- Matematik ogrencisi oldugumdan ve universiteye hazirlandigim yillarda OSS uygulandigindan lise yillarimda edebiyat ile ilgili cok fazla bilgi yuklemesi yapmadilar bana. Sormazlardi boyle su misralar kimin, bu tur eserlerin beybabasi kimdir, su sairin mahlasi nedir diye o senelerde sinavda. Biz de ogrenmedik dogal olarak. O yuzden yukarida Muhibbi'nin yaninda parantez icinde soru isareti var. Birazcik arastirdim, bulduklarimi derledim. Asagida sizlerle.

Ben Muhibbi sozcugunu omrumde ilk defa bugun okudum ve gordum. Meger rahmetli Kanuni Sultan Suleyman Hazretleri'nin mahlasi imis. Wikipedia'da yazdigina gore, Divan sairleri arasinda en cok gazel yazan kisi olan Zati'nin 1825 eseri varken Muhibbi'nin toplam 2779 adet gazel yazarak bu alandaki rekoru kirmistir. Ve kendisinin bilinen en meshur gazelinin tumu soyledir:

Halk içinde muteber (önemli) bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi

Saltanat didükleri ancak cihan gavgasıdır
Olmaya baht u saadet dünyada vahdet (Allah'la bir olmak) gibi

Ko bu ıyş u işreti (yiyip içmeyi) çün kim fenadur akıbet
Yâr-ı baki ister isen olmaya tâat (itaat) gibi

Olsa kumlar sagışmca ömrüne hadd ü aded
Gelmeye bu şîşe-i çarh (kum şiseşi) içre bir saat gibi

Ger huzur itmek dilersen ey Muhibbî fârig ol

Olmaya vahdet cihanda kûşe-i uzlet gibi

Muhibbi sevgi duyan, dost anlamina gelen Arapca bir sozcuk. Olmaya devlet cihanda sozcuk obegindeki devlet ise su anda bizim kullandigimiz 'toprak butunlugune bagli olarak siyasal bakimdan orgutlenmis millet veya milletler toplulugunun olusturdugu tuzel varlik' degil. Yani 'devlete kapagi at' veya 'basina devlet kusu konmak' manasindaki devlet degil, o devlet. Muhibbi'nin kullandigi anlamda devlet, mutluluk; talih anlamini iceriyor. Bu baglamda ilk beyitte sairin verdigi mesaj: Halk icinde talihten (mutluluktan) muteber bir nesne yok; ama en buyuk talih (mutluluk) aslinda bir nefes sihhattir.


Yaziyi Baris Manco ile sonlandiriyorum. Bendeniz Baris Manco'nun 7'den 77'ye programini izleyerek buyuyen neslin bir uyesiyim. Ancak Baris Manco'nun tum albumlerini dinlemisligim yoktur, ki bu da benim ayibim. Baris Abi'nin 1986 yilinda cikardigi Degmesin Yagli Boya albumunun bir sarkisi da Olmaya Devlet Cihanda. Cok guzel sozlere sahip, derin sosyal tespitler bulunduran bir eser. Esen kalin.

05 Mart 2012

Amat

Ihsan Oktay Anar'in postmodern romanlar yazdigini soylersem yanilmis olmam diye dusunuyorum. Lisans, yuksek lisans ve doktora egitimlerini felsefe alaninda tamamlayan yazar, egitim hayati boyunca okudugu- okuttugu degisik konular ve kisiler hakkinda bilinen gercekleri kullanarak okuyucuya farkli bir bakis acisi veriyor. Aslinda resmen okuyucu ile oynuyor.

Amat romaninda Amat'in kokeni hakkinda yazilanlari sizlerle paylasiyorum. Amat'in onemli kisiliklerinden Kaptan Diyavol ile ilgili bir paragraf da ek olarak veriyorum. Ingilizce klavye icin kusruma bakmayin.

" Kitabu'l Iber'de anlatildigina gore, Kedigoz Abidin Dede Hazretleri, Ibranice'deki 'EMET' sozcugunun, 'gercek' anlamina geldigini soylemisti. Sabatay Sevi'nin muritlerinden biri olan Galatali hekim Avram Efendi, bir hahamin camurdan bir insan yapip alnina 'EMET' yani 'gercek' yazdigini, boylece bu 'insanin' canlanip her emri yerine getirdigini; ama kelimenin basindaki 'Alef' harfi silindiginde 'EMET,' 'MET' yani 'olum' oldugu icin camurdan yapilan bu bedenin canini kaybettigini anlatmisti. Bunlarin yaninda Avram Efendi, 'EMET' kelimesini Navarihli Yahudilerin 'AMAT' diye telaffuz ettiklerini soylemistir. Dahasi, Kuyruklu Riza Celebi, oyle bir fikir ileri surmustur ki, bu onun cildirdigina en buyuk kanit sayilmistir: Sozum ona Amat adli kalyonda, alinlarina 'AMAT' yazarak dirilttigi cesetlere her soyledigini yaptiran o mahlukun, yani Diyavol'un, bas dusmani olan Suleyman adinda biri, geminin kic tarafindan cekilen bir salopaya irmik halatina tutunarak inmis, salopanin pruva tarafindaki kupeste topunu, geminin kic aynaliginda bulunan isminin 'A' harfine nisan alarak ateslemis, boylece 'AMAT,' 'MAT' haline gelmisti. Timarhanede yazdiklarina bakilirsa..."

"... Kuyruklu Riza Celebi'nin bir diger zirvasi da olumsuzluk konusundaydi. Buna gore Diyavol, yahut asil adiyla Diabolos, zamani geri alma yetenegine sahipti. Bu huner ona gecmise donerek, islemis oldugu gunahlari bir daha islememesi icin bir rahmet olarak verilmisti. Fakat o, kendisine verilen her firsat gibi bunu da kotuye kullanmisti. Bas dusmani olan Suleyman'a kendisinin olumsuz oldugunu, emin olmak istiyorsa pistovunu cekip kendisine ates etmesinin yeterli olacagini soylemisti. Suleyman denileni yapip tetigi cekince silah patlamis, kursun Diabolos'un gogsune saplanmis, fakat az sonra yara kaybolup gitmisti. Isin ilginc yani, ates etmis olmasina ragmen Suleyman'in silahinin hala dolu olmasi idi. Iste Riza Celebi, kursunu yedikten hemen sonra Diabolos'un zamani geriye aldigini, boylece olumden kurtuldugunu ve kendisini olumsuz diye yutturdugunu yazacak kadar ileri gitmistir!"

Alakasiz not: Bugun oynanan Real Madrid- Espanyol macinda Amat diye Ispanyol bir futbolcu oldugunu ogrendim denk gele. Sizler de bilin.