15 Kasım 2012

Ulu Camii ve Emir Sultan

Bir önceki yazıda Emir Sultan'ın hayatına kısa bir giriş yaptık. Bu yazıda ise diğer evliyalar ve Bayezid Han ile olan münasabetlerine değineceğiz. Giriş yazısına kaynak olan Osmanlı'nın Manevi Mimarları kitabı, bu yazının da kaynağıdır.

"Sultan Yıldırım Niğbolu seferine çıkarken Emir Sultan, Yıldırım Bayezid'in kılıncını kuşatıyordu. Rivayete göre Sultan Yıldırım da, zafer kazanırsa Bursa'da yirmi camii yaptırmaya söz vermiş, düşmanı yenilgiye Bursa'ya geri döndükten sonra bu kararından Emir Sultan'a söz etmiş. Emir Sultan da yirmi camii yerine kubbeli bir camiinin yapılmasını uygun görmüş. Camii yeri de yine, Emir Sultan'ın rüyasında manevi bir varlığın parmağıyla çizmesi suretiyle belirlenmiş. Ertesi gün, işaret edilen yerde çimen bittiği görülmüş ve camiinin inşaasına başlanmış."



"Ulu Camii'nin yaptırılacağı yer tespit edilip buradaki binalar istimlak olunur. Herkese fazlasıyla mülklerinin bedelleri verilir. Fakat bir kadın: 'Başka yerim yok, başımı nereye sokarım!' diye feryat ederek arsasını satmak istemez. Sultan Bayezid'in kadına ricası da bir işe yaramaz. Bunun üzerine Sultan Bayezid bu işin hallini Emir Sultan'dan rica eder. 

O gece ihtiyar kadın rüyasında, mahşer günündeki halini gördü. Herkes Hz. Muhammed'den şefaat ümit edip cennet tarafına gidiyordu. İhtiyar kadın da onlar gibi cennete gitmek istedi. Fakat yürümeye gücü olmadığı için, Arasat meydanında yapayalnız kaldı. Bunun üzerine ihtiyar kadın feryat etmeye başlayınca zebaniler ona; "Niye ağlıyorsun?" diye sordular. İhtiyar kadın: "Müslüman taife cennete gitti. Ben kaldım, onun için ağlarım." dedi. O sırada gaipten bir ses: " Eğer sen de cennete gitmek istersen Bayezid Han'a evini sat, inat etme, yoksa inatçılardan olup ehl-i nar, cehennemlik olursun." dediği anda ihtiyar kadın hemen uyandı. 

Uyandığı zaman evinin bir nur ile kaplanmış olduğunu gördü. "Elhamdürillah ben de cennet ehli oldum." diyerek sabaha kadar ibadet ile meşgul oldu. Sonra gönül rızası ile evini sattı ve camiinin yapılmasına vesile oldu."

Bundan sonra anlatılanlar Ulu Camii'nin inşaasının tamamlandıktan sonraki açılışına kadar olanki süreci kapsamaktadır.

"Sırbistan hakimiyet altına alındıktan sonra Yıldırım Bayezid, Sırp Kralı Lazar'ın kızı Maria Despine Olivera ile evlenmişti. Osmanlı Sarayı'na içki ve sefahatın bu tarihten sonra Despina vasıtasıyla girdiği söylenmektedir. 

Ulu Camii'nin inşaası tamamlanmış; kısa bir süre sonra açılışı yapılacaktır. Yıldırım, açılıştan önce damadı Emir Sultan'ın fikirlerini almak isteyerek mabedin bir eksiği olup olmadığını sorar. Emir Sultan: 
'Her bakımdan iyidir, fakat tek bir kusuru var. O da tedarik olunursa hiçbir eksiği kalmaz.' deyince Yıldırım Bayezid merakla sorar: 
'Nedir o kusur?' 
'Dört köşesinde dört meyhane...'
Yıldırım Bayezid damadının bu cevabına şaşıp kalınca Emir Sultan izah etmek ihtiyacını hisseder: 
'Niye şaşırdınız? Bilmez misiniz ki müminin kalbi Allah'ın evidir. Kalp İlahi sırların aydınlattığı bir yerdir. Sonsuz manevi eserlere nail kılınanan kalbi Cenab-ı Hak etmişken içkiyle meyhane haline getirmeyi garipsemiyorsun da bunu neden garipsiyorsun?' 

Emir Sultan'ın söylemek istediğini çok iyi anlayan Yıldırım'ın o günden sonra içkiye tövbe ettiği ve bir daha ağzına koymadığı bilinmektedir. Yıldırım'ın içkiyi bırakmasında Molla Fenari'nin de etkisi olduğu söylenir. Rivayete göre, Molla Fenari bir olayda şahitliği zaruri olan Yıldırım'ın şahitliğini kabul etmemiş, sebebi sorulunca da şu cevabı vermiş: 
'Siz camiyi, cemaati terk etmiş bulunuyorsunuz. Bu yüzden şahitliğinizi kabul edemem...'

Yıldırım Bayezid, inşaası biten ve bütün eksiklikleri tamamlanan Ulu Camii'nin bir Cuma günü açılmasına karar vererek ilk hutbeyi ve ilk Cuma namazını kıldırmasını da Emir Sultan'dan ister. Açılış günü Ulu Camii iğne atacak yer kalmamacasına dolmuştur. Cemaat hutbe okuması için Emir Sultan'ın minbere çıkmasını beklemektedir. O sırada beklenmedik bir şey olur. Emir Sultan ayağa kalkarak: 

'Ey cemaat-i müslimin, gavs-i azam (tarikat kurucusu) şu anda aramızdadır. O varken imametin bize teklifi caiz değildir.' der ve parmağıyla Somuncu Baba'yı gösterir. Cemaat şaşkınlık ve vecd içindedir. Bütün gözler, o zamana kadar sadece Somuncu Baba olarak tanıdıkları ve güzel ekmeklerini kapış kapış yedikleri zata çevrilir. 

Somuncu Baba, mahçup bir şekilde ayağa kalkar, minbere doğru yürür ve Emir Sultan'ın yanından geçerken şöyle fısıldar: 'Ne ettin Emir'im, niye ele verdin bizi?' Ve Somuncu Baba yahut Ekmekçi Koca diye tanınan Şeyh Hamiduddin Aksarayi, okuduğu son derece tesirli hutbesinde Fatiha suresini tefsir eder. Somuncu Baba'yı büyük bir vecd içinde dinleyen Bursa kadısı Molla Fenari, kendini tutamayıp yüksek sesle cemaate şöyle demiştir: 

'Şeyh Hamiduddin-i Veli burada bize hikmetler saçıyor, ululuğunu gösteriyor. Fatiha'nın tefsirini cemaatten herkes anladı. İkinci tefsiri buradakilerden ancak bazıları çözebildi. Üçüncü tefsiri ise çok az kimse anlayabildi. Dördüncü ve ondan sonra gelen tefsirler bizim idrakimizin dışındadır. Bunları yalnız kendisi anlayabilir.'  

Namazdan sonra cemaat Somuncu Baba'nın elini öpmek için adeta hücum eder. Fakat O çıkıp gitmiştir. Herkes O'nun kendi çıktığı kapıdan çıktığını ileri sürmektedir. Somuncu Baba Ulu Camii'nin üç kapısından aynı anda çıkmıştır. 

Somuncu Baba'nın o günden sonra ekmek yapmadığı ve kısa bir süre sonra da sıklaşan ziyaretlerden huzuru kaçtığı için, Hacı Bayram Veli'yi yanına alarak Bursa'yı terk ettiğini biliyoruz. Önce hacca, dönüşte ise Darende'ye yerleşir. Hacı Bayram Veli de hac dönüşü Ankara'ya gidip dergahını orada kurmuştur."

Bu yazıyı burada noktalıyorum. Başka yazılarda Somuncu Baba ve Hacı Bayram Veli ile ilgili derlemelerimi paylaşacağım. Selametle.