06 Nisan 2010
Abe Lüle naptın büle?
Doğma büyüme Lüleburgaz'lı biri olarak bugüne kadar blog'a niye Lüleburgazspor ile ilgili herhangi bir girdi oluşturmadığımı sorgulamış olabilirsiniz. Zira adaşım bir Buca'lı olarak Bucaspor ile ilgili n tane haber- içeriden bilgi tarzında girdi oluşturdu ve oluşturuyor. Sağda Bilecik ve Beykoz da yazıyor; ama bunlar hakkında herhangi bir girdi yok. Niye? Bunu oranın insanına sormakta fayda var.
Peki ben niye Lüleburgazspor ile ilgili herhangi bir şey yazmadım? Zamanında Türkiye Kupası'nda önce Beşiktaş sonra Fenerbahçe'yi eleyerek finale kadar gelen, 1. ligi hiç görmemiş takım hakkında yazılacak elbette bir iki kelam olmalıydı. Kurulduğu tarihten itibaren sadece 3 kere 2. lig gören bir takım olmasına rağmen, 3. ligde gösterdiği performans ile taraftarını çoğu zaman çıldırtsa da takip ederdik.
Ancak milenyuma girmek Lüleburgazspor'a yaramadı. Takım iyi yönetilmedi. İlgi yoktu. ve 7 yıllık amatör lig buhranı başladı. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur misali takım ile aram açıldı. Halbuki 1995'te Lüleburgazspor 2. lige çıkarken içerideki maçların çoğunu izlemiş biri olarak böyle bir kopuş olmaması gerekirdi. Bu da kendi kendimin eleştirisi olsun.
Yazıyı daha da fazla uzatmadan, internette araştırırken bulduğum, Halit Kıvanç'ın "gool diye diye" kitabından bir bölüm ile şu anda Trakya'nın (Çanakkale ve İstanbul hariç- istisnai şehirler) profesyonel seviyede futboldaki tek temsilcisi Lüleburgazspor'u kısaca tanıyalım.
"çocukluk yıllarımızda duyardık da inanmazdık. şaşardık ya da, "nasıl olur?" diye... ingiltere'de bir kral kupası varmış da... o kupada 2'nci, 3'üncü kümelerden bir takım çıkarmış da... ülkenin en ünlü, en güçlü takımlarını ye-nermiş de... elermiş de...
1979-1980 mevsiminde türkiye kupası'nda görünce, yaşayınca inandık ancak... bir takım çıktı. mütevazı bir kent takımı... hani fotoğraf çektirmek için bile istanbul'un üç büyükler'inin yanına sokulamazdı bu takım... fakat türkiye kupası'nda kura cilvesi karşı karşıya getirmişti onları. o mütevazi takım geldi, istanbul'un göbeğinde o üç büyüklerden birini kupanın dışına itiverdi... sonra da ikincisini...
itiraf edeyim, lüleburgaz'ı her geçişte biraz daha tanırdım, sevdiğim bir yurt köşesiydi, fakat lüleburgazspor takımını tanımıyordum. seyretmemiştim. fırsat olmamıştı. istanbul'da beşiktaş'la oynayıp kazandıktan sonra, fenerbahçe ile oynamaya çıkarken soyunma odalarında tanışmıştım ilk kez. az sonra maçlarını nakledecektim. "kusura bakmayın," dedim. "sizlere tanımaya geldim." güldüler: "biz de istanbul'a kendimizi tanıtmaya geldik. beşiktaş karşısındaki başarımızın bir rastlantı olmadığını göstermeye geldik. biz futbol oynamaya çalışan bir takımız. ezilmeyelim diye çalıştık. istediğimizden fazlasını elde ettik," dediler.
beşiktaş'ı eledikten sonra çıktılar, fenerbahçe'yi de elediler. haydi beşiktaş lüleburgazspor'u bilmiyordu, tanımıyordu, kazaya uğradı. iyi ama onun uğradığı kazayı gördükten sonra fenerbahçelilerin dikkatli olması gerekmez miydi? hayır hayır!... bu olayda lüleburgazspor'un da rolü vardı. hem büyüktü. iki ünlü takımın peşpeşe devrilmesinde, onların kusuru, kabahati, eksiği, aksaklığı varsa da... lüleburgazspor'un başarısı da vardı. üstelik bu olay iyice gösteriyordu ki, artık futbolda istanbul saltanatı sallanmaktadır. mütevazı bir taşra takımı gelip istanbul'un göbeğinde üç büyüklerin ikisini peşpeşe elemektedir.
beşiktaş lüleburgaz'da beraberlik almış, istanbul'da yenilmişti. fenerbahçe de aynı şekilde lüleburgaz'da 0-0 kalmış, istanbul'da 1-1'i bozamayarak averajla elenmişti.
lüleburgazsporluları kutladığım sırada "bakın" dediler, "bizim asıl başarı sırrımızı size açıklayalım mı? bizim takımdaki çocukların adlarına dikkat ettiniz mi? mehmet, mustafa, hasan, hüseyin, isa, musa... eeee peygamber sülalesi bizde, peygamberler bizde... bize dokunan böyle çarpılır işte..."
gerçekten önce beşiktaş, sonra fenerbahçe, hem de fena çarpılmışlardı. "
Not: Son paragraf biraz ironik duruyor :)