14 Ağustos 2008

Neden?




Uzun süreden beri Türkiye'de ciddi boyutta bir beyin göçü olduğu kesin. Hatta kendi etrafımdaki -benim jenerasyonumdan- insanların ciddi bir kaçma hevesi var bu ülkeden. Peki ama niye ve neden bu noktaya gelindi?

Beyin göçü başlarda, gelişen sanayi sektörünün ülkelerde vasıflı insan açığına sebep olmasından ötürü başlamış ve sonraları daha farklı bir maskeye bürünmüştür. Türkiye'den Almanya'ya ilk göçenlerde bunu görmek mümkün fakat daha sonra ülkedeki iş sorunu, iş bulanların da iş yükünün altında az paraya ezilmesi herkesi bu yöne itmeye başladı.

Daha sonrasında eğitim alanındaki gerileme, her hükümetin kendi mottolarından fırlayan eğitim anlayışı ile öğrencilerin aptal edilmesi de daha kaliteli bir eğitim arayanların yurt dışını tercih etmesine sebep olmuştur.

Büyük şirketler de dahil olmak üzere bir çok işverenin adam kayırmaları ve bu uğurda kendini çok iyi yetiştirmiş kalifiye bir insanı dahi kendilerinin kıçını yalayabilen kuklalar uğruna tercih etmeleri de bunun bir sebebidir.



Elbetteki 80 darbesi ve ülke üzerinde oynanan politik oyunların, fikir ayrılıklarının -hatta yeri geldiğinde fikir üretmenin suç olduğu zamanların- yüzünden göçenler de hiç az değil.

Askerlik görevi de çok büyük etken. Son 5 yılda yaygınlaşan "Haybeye niye öleyim?" görüşü insanları milletinden soğutmaya kadar götürtmüş. Katılıyorum; çoğalan şehit ailesi haberlerine bakıyorum da hiçbiri artık eskisi gibi inanarak "Vatan sağolsun" diyemiyor. "Bir evladım daha var, onu da yollarım. Vatana her şey feda" diyemiyor. Keşke hiç demeseler zaten ama bunun konusu çok ama çok derin, ona da dalarsam yazı çok uzayacak.

Yurtdışına yerleşen ve orada yaşayan çok fazla insanın dertlerini dinledim. Çoğu da bu ülkeye lanet edip başka ülkede hayat kurmaya çalışmış ve buradaki mutluluğu hiçbir yerde yakalayamamış insanlar oluyorlar. Çok azı işinden ve hayatından memnun bir şekilde başka yerlerde yaşamaya devam ediyorlar.



Benim buradan çıkardığım ise evladını içip içip döven ama ayılınca ne yaptığını hatırlamayan ve sevmeye kalkan ayyaş bir baba rolüne getiriliyor Türkiye yavaş yavaş. Biliriz dramatik dizilerin, filmlerin ve öykülerin o klasik ayyaş baba senaryolarını. Baba içer içer, çocuğunu döver ve süründürür. Yeri gelir sırf içkisi için para kazanmak için çocuğuna dilencilik yaptırır. Fakat ayıldığında birden şefkatli; "Ah canım evladım!" diyen baba moduna girer; bir de işine geldiğinde. Gel gör ki çocuk bir yere kadar sabreder ve kaçar gider lanetler okuyarak. Ama baba yine babadır, sevilir çoğu öyküde. Kimisinde ise çocuğun içindeki nefret daha da büyür ve ihanet olarak geri döner. Türkiye bugün bir baba rolünde ve o evlatlarına bunları yaşattıkça, evlatları da ona bunu yaşatmaya devam edecektir. Oysa ki iyidir özünde benim babam. Sadece ama sadece, alışkanlıklarını bırakması gerek. Kendisini uyuşturan o zehiri vücudundan atması gerek.

Giden ve gitmeye çalışan insanların ortak görüşlerinden biri ise çeşitli nedenlerden ötürü bu ülkenin 20/25 yıllık ve hatta daha da az bir ömrünün kaldığına inanmaları. Bana da bu senaryo gerçekçi geliyor, ne yalan söyleyeyim.



Yazık; önceleri normal -hani aslında anormal de, görmeye alıştığımız- insanlarının ülkesine ihanet etmesiydi. Banka hortumlamalar, eser kaçakçılıkları gibi bir çok şey yaşadık. Fakat şimdi ülke olmuş Jokerlerin aklına uymuş canından yaralı bir Harvey Dent, Dedektif Ramirez'e silahını doğrultmuş ve ona telefonda Gordon'un eşine hemen evden çocuklarıyla ayrılmasını, orada tehlikede olduğunu söylettiriyor.

Bu doğru mu? Ayrılacak mıyız?.. Yoksa bir Batman çıkar mı başımıza?