20 Haziran 2009
Şampiyon - TBL Edition
Fenerbahçe Ülker-Efes Pilsen maçından dolayı uykularım kaçmıyor açıkçası. Abdi İpekçi'deki olası Efes Pilsen galibiyetinin böyle bir tabloyu getirebileceği konusunda endişe duymayan, bu ihtimali yok sayan birileri varsa onları içinde bulundukları dünyayla baş başa bırakıyor ve selam ediyorum bu naif insancıklara... Ama Türkiye'de durum budur ve bu ülkenin spor yönetimini kimlerin eline bıraktığı da malumdur. Bugün haklı biçimde Aziz Yıldırım, Mahmut Uslu, Murat Özaydınlı ve Ali Koç konuşuluyor. Bunlar bu kirli camianın kirli insanları ve eleştirinin en sağlamını hak ediyorlar, söyleyecek bir sözüm yok. Ancak federasyonun başkanı da Turgay Demirel mesela... Yani düzenin çarpıklığı Fenerbahçe ile başlayıp, yine Fenerbahçe ile son bulmuyor. Keşke öyle olsaydı, ama değil. Tabi tartışmayı "Fenerbahçe değil Beşiktaş da olsa, Galatasaray da olsa bu durumda aynı olaylar yaşanacaktır" noktasına taşımıyorum. Seviyesiz ve anlamsız bir yaklaşım olurdu bu. Konuşulması gerekenler bunlar değil çünkü.
Nedir peki konuşulması gerekenler? Benim, senin, herkesin öngörebildiği bu tehlikeyi altıncı maç öncesinde Efes Pilsen yönetimi de gördü, valilikten özel bir ilgi istedi. Ancak gönderilen güvenlik güçlerinin sayısı ortada. Bir düzine çevik kuvvet, olaylar geliştikten, her şey yaşanıp bittikten, hatta taraflardan birinin bir yöneticisi parke üzerine inip durumu yatıştırma çabasına girdikten sonra devreye girebiliyor. Yine de kitleyi Koç'un sözlü çalışmalarından daha çabuk yıldırabilecek silahları var ellerinde, etkili de oluyor. Bu arada antrparantez Koç'un hareketini sağduyulu bir hareket olarak görüyorum, ancak seri genelinde ve daha öncesinde takındığı tutumla birlikte düşününce "popülist" kelimesini de içinde geçirmeden noktalamamak lazım bu paragrafı. Ama asıl konu şu ki, Efes Pilsen kulübünün de belli uyarıları olmuş ilgili makamlara, bunu Ergin Ataman'ın demeçlerinde de görebilirsiniz... Valiliğin o gün İstanbul sınırları içerisindeki muhtemelen en gergin aktivite için sunabildiği imkanlar bu kadar mıdır? Bilindiği üzere emniyet güçlerini her türlü spor sahasından uzak tutan bir yönetmelik var ve tüm güvenlik çalışmalarının özel güvenlik şirketleri üzerinden yapılmasını öngörüyor bu yönetmelik. Yasa bile olabilir hatta bu, emin değilim. İkisinin farkını söyle desen, bir an cevap veremem hatta. Neyse böyle bir durum var. Ama ülkenin spor kültürünün ne düzeyde olduğu malum ve sık sık tribüne giden bir adam olarak bu özel güvenliklerin de salonda veya stadyumda bulunma amaçlarının güvenlik olduğunu söylemeye bin şahit gerek. Merdivenleri boşaltmaya çalışanı var bunların, sürekli tribünü kesip telsize bir şeyler geveleyeni var, adeta bizden biri olup çekirdek çitleyip maç izleyeni var. Ama beş maç boyunca Fenerbahçe Ülker yönetimi, her iki tarafın oyuncuları ve teknik kadroları, kendine gündem arayan medya tarafından sürekli ve kasıtlı biçimde gerilen bir final serisinin muhtemel son maçında güvenliği sağlayabilecek bir ağırlığı yok. O gün orada birileri can vermediyse ve salon sağlıklı bir şekilde boşaltılıp bir kupa merasimi yapılabildiyse, bunu sağlayan da ne sağduyulu Fenerbahçe yöneticisi, ne sağduyulu taraftar, ne saha komiseri Yusuf Erboy, ne de bir başkası. Yine o az önce bahsettiğimiz bir düzinelik çevik kuvvet. Tabi ki aşırı önlemler alınsın, Abdi İpekçi'nin önüne bir adet tank getirilsin demiyoruz, zira böyle bir ortamda olay çıkarmayacak adamın bile bir şeyler yapası gelir. Ancak son çeyreğin başında taraftarın, hem de salonun genelde ancak belli bir sosyal statüdeki insanlara hitap eden bir kısmında, kendi arasında yaşadığı kavga bazı şeylerin habercisi olabilirdi ve son mola sırasında bir güvenlik barikatı çekilebilirdi tribünlerin önüne gayet... Böylelikle en azından, zamanında Yunanistan'ın utancı olarak lanse ettiğimiz Aris-Efes Pilsen maçında yaşanan olayların bir benzerini göstermezdik dünyaya. Hem de 10 yıldan fazla bir süre sonra... Bu zaten daha ağır veya daha hafif kılmamalı suçu ama bu ülkenin dinamikleri çerçevesinde belirtmekte fayda görüyorum ki, Efes Pilsen bir Yunan takımı da değil...
Ama o barikatı çekebilecek nicelikten uzaktı görebildiğimiz kadarıyla güvenlik güçleri. Geçen sezon ya da bir öncekinde, emin değilim... Fenerbahçe Ülker şampiyon olunca, doğru dürüst sevinememişti bile. Sporculardan ziyade göbekli amcalar dolaştırdılar kupayı, hatta birisi Damir Mrsic'in boynundaki madalyaya asılmıştı. Damir'in bir bakışı yetti amcanın olay yerinden uzaklaşmasına ama bu ne demektir yahu? Bu kadar mı basit hayatınız da bir sezonluk emeği karşılığında kaptanınıza verilen madalyada hak arayabiliyorsunuz? Muhtemelen daha da basit. Ama o gün düşünmüştüm ben daha. Burada bu seyirci içeri girebiliyorsa ve böyle üçüncü dünya ülkelerine yakışır bir görüntü kirliliğine sebep olabiliyorsa, kupayı Efes Pilsen kaldırsa neler olacaktı? Gecikmeli de olsa öğrenmiş olduk, kupanın kalkmasına izin vermeyecekmiş aynı hazımsızlar... Bunu gösterdiği için de bir Efes Pilsen sempatizanı olarak organizasyonda pay sahibi herkesin gözlerinden öpüyoruz tabi. Ancak Ataman'ın demeçlerini ciddiye alan ve aynı zamanda aklı başında hiç kimse kalmadı bu ülkede. Yani ciddiye alıyorsan, diğer kriteri sağlamıyorsun. Bu böyle... O da bunun bilincine varırsa ve gelecek sezon daha az konuşup, daha çok iş yaparsa seviniriz. Oyuncular için bir şey söylemeyeceğim. İsmi Rasim Başak da olsa, Kaya Peker de olsa oyuncunun birincil amacı sahada ona ekmek parası kazandıran işte devamlı olabilmek, yararlı olabilmektir. Bunun için bazıları seyirciyle oynar, motivasyonu oradan bulur. Seyirci olarak bunu kınarsın, oyuncunun kişiliğini eleştirebilirsin, ancak olaylar bu denli büyük boyutlara ulaştığında faturayı keseceğin adres ne Kaya Peker, ne de Rasim Başak olmalıdır. Fakat sen teknik kadronun bir parçasıysan ve üzerinde takım elbiseyle kulübünü temsil ediyorsan orada daha dikkatli olmak zorundasın. Temeli olmayan iddialarda bulunamazsın ilk maç sonunda hakemlerle ilgili mesela, ya da diğer benche bakacak olursak meslektaşına Türk spor basınının önünde aptal diyemezsin, orada otoritenin temsilcisi olarak basketbol kurallarını uygulamakla görevli hakemi ne olursa olsun itekleyemezsin... Şimdi kimse de bana "Ama o kural orada o şekilde uygulanır mı" diye gelmesin.
Olay anıyla ilgili pek fotoğraf yok elimde, oradan bir kare verip sınamak isterdim insanları. Ne sınaması? Emek... Douglas McGiven, saygılar... Şu anlamda sınamak diyorum, çok da ümitvar sayılmam aslında ama. Büyük usta Andrei Tarkovsky'nin "Solaris" filminde şöyle bir replik vardır: "Utanç. Bu duygu insanlığı kurtaracak." O gün o sahaya girenler, bir sporcuya yumruğuyla hücum eden kırmızı tişörtlü insan, Sinan Güler'e ve Charles Smith'e toplam üç adet tekme savuran gözlüklü insan kendilerini televizyonda izlediklerinde insanlığı kurtaracak o duyguyu hissedebilirse ne ala. Ancak benim tahminim şu anda taraftar sitelerinden gelen tebrikleri kabul ettikleri ve torunlarına anlatacakları bu hareketle ilgili bulabildikleri her şeyi arşivlemeye çabaladıkları yönünde.
- Evladım, zamanında Kaya diye bir "orospu çocuğu" vardı. Basketbolcu.
- Dede, "orospu çocuğu" ne demek?
- Şey, neyse işte bu pis adam seri boyunca bizi tahrik etti.
- Dede, "tahrik" derken?
- Ya çocuğum sen de hiçbir şeyi bilmiyorsun, babana mı çektin nedir?
- Yok dede, tahrik ne demek onu biliyorum da... Basketbolcu değil mi bu adam, ne yaptı da tahrik oldunuz?
- Yahu işte smaçtan sonra çembere asılıyor orada Ayhan Şahenk'teki maçta. Ne bileyim basketten sonra göğse yumruk vurmacalar mı istersin, Vesna diye bir hatuna çakmak falan hepsi bunda.
- Dede, eşiyle olan münasebeti seni neden tahrik ediyor? Gerçi normal ama... Neyse, senin tahrik olacağın varmış bence.
- O nasıl söz, dinimize aykırı mahdum. Ecnebi o kadın.
- ...
- Bu torun da hayırsız çıktı. Hanım, tansiyon haplarımı getir benim. Yalnız nasıl yumruk attım ama... Gözüne vururum onun, şerefsiz.