Bilen bilir sözcüklerin birbiriyle ilişkilerine ne kadar ilgi duyduğumu. Aynı kökten türemiş olup Osmanlı Devleti zamanında Arapça ve Farsça’nın devletin yazışma ve Divan Edebiyatı’nın dili olmasından dolayı bugün de Türkçe Devrimi’nden sonra bile günümüz Türkçesi’nde kalan ve sürekli kullandığımız sözcükler ortaokul zamanlarından dersanedeki dünya tatlısı edebiyat hocamdan beri oldukça amatör de olsa takibimdedir.
Özellikle stajın şu son günlerini yaşadığım süre içinde düşünmeye bayağı vaktim oluyor; fakat bu düşünceleri yazıya dökmeye aracım olmadığından çoğu uçuyor gidiyor. Stajdan çıktıktan sonra da evden çıkmayıp arkadaşımla boş beleş geçirdiğim akşamlarımın yarım saat-45 dakikalık eğlencesi tavla oldu.
Tavlanın tarihi hakkında benim bilgim zamanında okuduğum bir e-posta kaynaklı olsa da paylaşmadan geçemeyeceğim. Pers hükümdarına, Hint hükümdarından hediye olarak satranç gelir ve hediye takdim edilirken şöyle denir: “Hayat dediğin kim daha çok düşünüp ileriyi daha iyi görebiliyorsa, odur. Bu da bunun oyunudur.”
Pers hükümdarı da iade-i hedaye babında Hint hükümdarı için vezirine bir oyun bulmasını ve bunun satranç seviyesinde olmasını salık verir ve vezir günümüz tavlasını 10 gün içinde icat eder. Pers hükümdarı tavlayı Hint hükümdarına yollarken notunu şöyle düşer: “Azizim, hayat dediğin çok düşünüp ileriyi görmektir, doğrudur; fakat bunun içinde şans da vardır, unutmayasın.”
Oyunun sahip olduğu sembolizmle ilgili bilgileri de internetten pek çok muhtelif yerlerde bulabilirsiniz, zira bu ara notu düşmek adına yazmak için başladığım konudan saptım.
Şimdi staj dedik zaman geçmiyor dedik- haftasonu gelse de İzmit’ten İstanbul’a gitsek diye gün sayıyoruz. Teoman üstad bile "vakit bir türlü geçmezken yıllar hayatlar geçiyor" diye bu olayı sorgulamış, ben de bir gözüm saatte bazen kitap okuyorum bazen sudoku çözüyorum. Nadir de olsa iş ile ilgili bir şeyler çıkıyor da kapabildiğim kadarını mühendislerden kapmaya çalışıyorum.
Bunların sözcüklerle tavla ile günlerle ne alakası var artık diyebilirsiniz. Hemen söyleyeyim ki şöyle var. Geçenlerde sanırsam ntvmsnbc.com’da okumuştum gün adlarının kökeniyle ilgili bir yazı, bugün aklıma takıldı bir daha açtım kurcaladım.
Cumartesi ve Pazartesi günlerinin Türkçe türetmeli asıl köklerinin Cuma ve Pazar olduğunu düşünüp bir kenara koyarsak, diğerlerinin anlamlarına şöyle bir bakmakta artık hafiften fayda var, zira yazının uzunluğu arttıkça artıyor okuması zorlaşacak.
İlk olarak Cumartesi dedik bari Cuma ile başlayalım. Her ne kadar tavla ile bir bağlantısı olmasa da zihin jimnastiği olur, bilmeyenlerin ilgisini çeker belki. Cuma, Arapça cm kökünden geliyor olup toplanılan gün anlamına gelir. Eğer cm kökünün arasına farklı harfler getirirseniz, bu Arapça’da farklı bir sözcük oluşturur ki dilin yapısı da böyledir. Misal, cem toplama anlamına gelir, cemevi derken Alevilerin toplandığı yer oluyor. Camii dediğimiz Müslümanlar için toplanılan yer anlamına geliyor, burada toplanan insanlara da cemaat deniyor. Özellikle futbolcuların transferlerden sonra basın toplantılarında “Fenerbahçe gibi büyük camiaya geldiğim için mutluyum.” şeklinde sıkça kullandığı camia da Cuma ile aynı kökten gelmekte ve bu örnekler cemiyet vb. şeklinde daha da uzatılabilir.
Pazarın anlamı ise günümüzde sebze meyve alınan yer ile birebir gidiyor ve Farsça’dan geliyor, daha da fazlası varsa ben bilmiyorum, o yüzden de uzatmıyorum. Pazarı çok da sevmiyorum zaten, ertesi günü ya iş vardır ya okul, bende stres yaratır.
Diğer günlere geçmeden önce “Tavlada Hangi Zar Çifti Geldiğinde Söylenmesi Gerekenler Sözlüğü”ne bakalım zira benim esinlenmem buradan olmuştu. Tavlanın Pers hükümdarı tarafından vezirine yaptırıldığından bahsetmiştim ve tavla oynayan insanlardan attıkları zarlardan sonra orgazmla karışık söyledikleri o garip şeylerin de bugüne kadar Farsça sayılar olmadığını bilmeyenler varsa şu an öğrenmiş durumdalar. Nedir bunlar küçükten büyüğe doğru yek, dü, se, cehar, penç ve şeş. Hele ki bunların Pencüse severler gencüse gibi tekerlemelere konu olması ve oynayanların Hadee bi dubara bea, ineyim kafana şeklinde konuşmaları bazılarınıza artık baygınlık getirmiş olabileceğinden buralara fazla girmiyorum. Hele ki bana zar gelmedi, çok ballıydın abi, bir dahaki sefere şansın yok konularına hiç girmiyorum.
Bahsetmediğim günler Salı, Çarşamba ve Perşembe olarak kaldı. Salı sallanır diyerekten salıyı atlıyorum; ama kimisi sözcüğün İbranice’den geldiğini ve pazarı ilk gün olarak sayarsak salının otomatik olarak üçüncü olduğunu ortaya koyduğunu söylüyorlar, ben yalancısıyım.
Benim tavla ile yakınlığını yakaladığım sözcükler Çarşamba ve Perşembe olmuştu. Barındırdıkları ses ve yapı benzerliği bendeki merakı uyandırmıştı ve biraz araştırmadan sonra şemb’in Farsça’da gün olduğunu öğrendim ve o anda ışık çaktı, her şey yerli yerine oturmuştu. Şeşicar (altı- dört) nam-i diğer Zeki Müren kapısı mı dersiniz yoksa pencidü (beş-iki)’yü mü aklınıza getirirsiniz, ikisi de düşündüklerimi birebir karşılamıştı. Perşembe haftanın beşinci günü Çarşamba da, ki aslı “Cehar şenbe” imiş, haftanın dördüncü günü olarak dilimize girmiş ve haftanın günlerini oluşturmuşlardı. Buradan merakla İngilizce’deki veya yabancı dillerdeki gün adlarının nereden gelmiş olabileceğini düşünüyordum ve hafif bir göz atmayla onların da pagan kökenli, eski İskandinav tanrılarına ve gök cisimlerine atıfta bulunan bir kaynağının olduğunu gördüm. Ama yazının akıbeti açısından burada bitirmek en iyisi olacak sanırım.
Haydi herkese rastgele.