31 Aralık 2008
MUTLU YILLAR...
Cumleten herkese mutlu yıllar. Beraber guzel gunler gecirmek dileğiyle... Umarım hepimizin dilekleri kabul olur... Seviyorum hepinizi :))
30 Aralık 2008
"Arkandayız Gerrard"
Steven Gerarrd, Newcastle maçı sonrası bir barda çıkan olaylar sonucu tutuklanmıştı Papasito'nun da bildirdiği üzere Pazartesi sabahı. Gerrard ve arkadaşları bardaki DJ'in çaldığı müziklere müdahele etmek istemişler ama DJ burada müzikler benden sorulur deyince iş çirkinleşmiş biraz tabi. Bu arada Gerarrd sıkı bir Phil Collins ve Coldplay dinleyicisiymiş ama DJ'e laf geçirememişler işte.
Olaydan sonra bir süre karakolda polislerle kalan Gerarrd daha sonra 23 Ocak'ta mahkemeye çıkmak üzere salıverilmişti. Şimdilerde tüm İngiliz medyası ve özellikle Liverpool taraftarı olacakları merak ediyor. Liverpool klübü de Gerarrd'a bu zor günlerde destek olmak adına bir açıklama yapmış ve "sonuna kadar arkandayız, destekçiniz koçum" demişler.
"Steven has been an outstanding servant to Liverpool for the last 10 years and the club will give him all the support he needs at this time."
Şimdi olayın devamında neler olur, mahkemeden ne gibi bir karar çıkar bilemeyiz ama Liverpool için yıllar sonra bu kadar harika giden bir sezonda böyle bir şanssızlığın yaşanması moralleri alt üst etmiş durumda. Gerrard aleyhine çıkacak bir karar ise işleri tamamen yolundan çıkarabilir Liverpool adına...
Olaydan sonra bir süre karakolda polislerle kalan Gerarrd daha sonra 23 Ocak'ta mahkemeye çıkmak üzere salıverilmişti. Şimdilerde tüm İngiliz medyası ve özellikle Liverpool taraftarı olacakları merak ediyor. Liverpool klübü de Gerarrd'a bu zor günlerde destek olmak adına bir açıklama yapmış ve "sonuna kadar arkandayız, destekçiniz koçum" demişler.
"Steven has been an outstanding servant to Liverpool for the last 10 years and the club will give him all the support he needs at this time."
Şimdi olayın devamında neler olur, mahkemeden ne gibi bir karar çıkar bilemeyiz ama Liverpool için yıllar sonra bu kadar harika giden bir sezonda böyle bir şanssızlığın yaşanması moralleri alt üst etmiş durumda. Gerrard aleyhine çıkacak bir karar ise işleri tamamen yolundan çıkarabilir Liverpool adına...
Anna Friel
Rumor Mill
Futbolda Ocak ayı demek, dedikodu çarklarının hızla döndüğü, kötü giden takımların sezonun 2. yarısında durumu kurtarmak adına, iyilerin ise hedefe giden yolda eksik parçayı bulmak için paraları saçtığı dönem demektir. Ben de kendi adıma bu süreçte söylentileri, transferleri haftalık olarak değerlendirmeyi, Ocak ayı blog programım olarak belleyip bir Rumor Mill serisi yazayım dedim. Gündemi son günlerde meşgul edenlerle başlayalım;
Mehmet Yıldız(Sivasspor): Aslında daha çok Avrupa ağırlıklı yazmaya çalışıyoruz ama son günlerde her spor programında mutlaka konuşulan bir transferi de yazmadan geçmemek lazım. Rivayete göre Galatasaray 3.5 milyon avro + Necati + Mehmet Güven + Aydın(kiralık) veriyormuş. Eğer gerçekten böyleyse teklif sanki o 3.5 milyon biraz fazla kaçmış gibi, hele ki Nonda ve Ümit Karan bile yeterince forma bulamazken. Ancak diğer yandan Koller-Baros ikilisinin Çek milli takımındaki uyumunu ve Mehmet Yıldız'ın Koller'le benzer tarzda bir oyuncu olduğunu düşününce olabilir esasen diyorum.
Andrei Arshavin(Zenit): Real Madrid, Barcelona, Tottenham, Chelsea derken sona en çok yaklaşan takım haberlere göre Arsenal. Devre arasında takımdan ayrılmak istediğini kesin bir dille açıklayan Arshavin, Arsenal'in genç ve dinamik kadrosunda neler yapabilir, burası henüz soru işareti. Zenit'in istediği 20 milyon avro da Wenger'in transfere astronomik rakamlar harcamama prensibini çiğnemesini gerektirecek.
Adriano(Inter): Tam Mourinho geldi, kendine çeki düzen vermeye başladı derken Adriano yine bildiğimiz Adriano davranışlarını sergilemeye başladı ve haliyle de Mourinho'dan kesiği yedi. Şu sıralar Fenerbahçe'nin(!) yanısıra Flamengo'nun da Adriano'yu kiralamak için girişimleri olduğunu okuyoruz. Eğer Brezilya'ya giderse, bu kez Avrupa'ya dönüşü top-class bir takımla olmaz diye de bir tahminde bulunayım.
Diego(Werder Bremen): Santos'ta Robinho'yla birlikte harikalar yaratırken kimse O'nun Werder Bremen gibi Avrupa'nın görece olarak düşük profilli takımlarından birine geleceğini düşünmüyordu. Ancak o basamakları teker teker çıkmak istedi ve artık kariyerinde yeni bir adım atma zamanı gelmiş gibi duruyor. Real Madrid, Juventus, Chelsea derken şimdi de Inter Brezilyalı'nın peşinde. Şimdiye kadar bütün tekliflere sırt çeviren Bremen, son dönemdeki kötü gidişin de etkisiyle artık Diego'yu elinde tutamayacak gibi gözüküyor.
Florent Malouda (Chelsea): Malouda'nın sezon başında Scolari'nin takımında fazla yer bulamayacağı düşünülüyordu ve adı uzunca bir süre Roma'yla anıldı. Ancak o bütün dedikodulara rağmen kulübünde kalıp forma savaşına girmeyi tercih etti ve şimdiye kadar da bunu başarmış gibi duruyor. Fakat şu sıralar Ribery'li Bayern ve Nedved'in yerini doldurmaya uğraşan Juventus ile adı sıkça anılıyor.
Mehmet Yıldız(Sivasspor): Aslında daha çok Avrupa ağırlıklı yazmaya çalışıyoruz ama son günlerde her spor programında mutlaka konuşulan bir transferi de yazmadan geçmemek lazım. Rivayete göre Galatasaray 3.5 milyon avro + Necati + Mehmet Güven + Aydın(kiralık) veriyormuş. Eğer gerçekten böyleyse teklif sanki o 3.5 milyon biraz fazla kaçmış gibi, hele ki Nonda ve Ümit Karan bile yeterince forma bulamazken. Ancak diğer yandan Koller-Baros ikilisinin Çek milli takımındaki uyumunu ve Mehmet Yıldız'ın Koller'le benzer tarzda bir oyuncu olduğunu düşününce olabilir esasen diyorum.
Andrei Arshavin(Zenit): Real Madrid, Barcelona, Tottenham, Chelsea derken sona en çok yaklaşan takım haberlere göre Arsenal. Devre arasında takımdan ayrılmak istediğini kesin bir dille açıklayan Arshavin, Arsenal'in genç ve dinamik kadrosunda neler yapabilir, burası henüz soru işareti. Zenit'in istediği 20 milyon avro da Wenger'in transfere astronomik rakamlar harcamama prensibini çiğnemesini gerektirecek.
Adriano(Inter): Tam Mourinho geldi, kendine çeki düzen vermeye başladı derken Adriano yine bildiğimiz Adriano davranışlarını sergilemeye başladı ve haliyle de Mourinho'dan kesiği yedi. Şu sıralar Fenerbahçe'nin(!) yanısıra Flamengo'nun da Adriano'yu kiralamak için girişimleri olduğunu okuyoruz. Eğer Brezilya'ya giderse, bu kez Avrupa'ya dönüşü top-class bir takımla olmaz diye de bir tahminde bulunayım.
Diego(Werder Bremen): Santos'ta Robinho'yla birlikte harikalar yaratırken kimse O'nun Werder Bremen gibi Avrupa'nın görece olarak düşük profilli takımlarından birine geleceğini düşünmüyordu. Ancak o basamakları teker teker çıkmak istedi ve artık kariyerinde yeni bir adım atma zamanı gelmiş gibi duruyor. Real Madrid, Juventus, Chelsea derken şimdi de Inter Brezilyalı'nın peşinde. Şimdiye kadar bütün tekliflere sırt çeviren Bremen, son dönemdeki kötü gidişin de etkisiyle artık Diego'yu elinde tutamayacak gibi gözüküyor.
Florent Malouda (Chelsea): Malouda'nın sezon başında Scolari'nin takımında fazla yer bulamayacağı düşünülüyordu ve adı uzunca bir süre Roma'yla anıldı. Ancak o bütün dedikodulara rağmen kulübünde kalıp forma savaşına girmeyi tercih etti ve şimdiye kadar da bunu başarmış gibi duruyor. Fakat şu sıralar Ribery'li Bayern ve Nedved'in yerini doldurmaya uğraşan Juventus ile adı sıkça anılıyor.
29 Aralık 2008
Gerrard İçerde!
Midfielder Gerrard, 28, is Liverpool captain and scored twice in his team's 5-1 victory over Newcastle on Sunday.
Pazar gecesi Newcastle'a 2 tane çakan Steven Gerrard, normal olarak galibiyeti mekanda kutlamak istemiş. Gece saat 02.30 civarında mekanda olay çıkmış ve mekanın DJ'i yaralanmış... Polis 6 kişiyi tutuklamış ki aralarında Gerrard da var. Gerrard'ı herkes bilir ki delikanlının bayrak taşıyanı cinsten bir adamdır. Yamuğu, arızası yoktur, mutlak birileri sataşmıştır ki bi hadise oluşmuş. Bence medyanın abartmasıdır. Seviyorum ben bu adamı... Hepimiz Gerrard'ız afedersiniz...
A police spokesman said: "Merseyside Police is investigating an assault that took place in the early hours of Monday December 29 on Bold Street in Southport.
"At around 2.30am this morning officers attended a disturbance at a licensed premises on Bold Street.
"Six men were arrested on suspicion of section 20 assault, on Lord Street."
16-0 @ The Q
Bu maça yazı yazma niyetindeydim; fakat maçı izlemek için link ararken unutmuşum. Neyse, Varejao attı 30 oldu. İki takımda da bi tutukluk var. LeBron'un şu yeni reklamda söylediği, "time after time" kısmını anlayabildiğim şarkıyı da merak etmiyor değilim. Chalmers'ı çok seviyorum anasını satayım. Evin afacan çocuğu gibi (Gürkan: Al benden de o kadar Kubi, aynı sen). LeBron'un asist ortalamasını düşüren adam West'tir. Birini de sok be adam, birini de sok. Neyse ki Boobie biraz dengeliyor. O da dağlara taşlara attı şimdi. Beni g.t etmek için mi yaşıyorsunuz ulan? Tam LeBron'un dış şutlarına laf edecekken o da sokmaya başladı. Marion'a basketbolu temelden tekrar öğretmek gerekiyor. Yerden pas, sol el dribling, sağ el turnike... Adam top oynamayı unutmuş. Al işte! O da tıkadı lafı ağzıma, şaka gibi. LeBron'un buzzerıyla 44-42 bitiyor ilk yarı. Bron 20, Wade 9.
Şimdi karşınızda devre arası rituelimiz; basketball-reference.com. Kobe, 2006-07 sezonunda tam 10 kez 50 sayı barajını geçmiş. Bir maçta 20+ ribaund alan en yaşlı oyuncu da Deke'ymiş(40). Çok absürd bir performansa denk geldim dolanırken: Jayson Williams adlı muhterem 31 Ekim 1997 gecesi 17 ofansif 3 defansif ribaundla temiz saçmalamış. Smaç yarışmasının reklamları dönüyor kanalda. Keşke Rudy - Alexander - Westbrook üçlüsünün katılması garanti olsa da diğer üçlüden birini seçsek. Sıkıldık abicim aynı isimlerden. Howard o kalıbıyla yapabileceği her şeyi yaptı diyeceğim; ama göz korkusu var.
West'i verip Mo Williams'tan bi tane daha alsa ya Cavs. Wade de Duncan olmuş haberimiz yok. Sol eliyle şut soktu, tepki yok. Ahah LeBron rampada kayan çocuklar gibi oturuverdi, kaseyi dağıtıyordu. West, çaldığı topu göğsüyle kontrol etmeye çalıştı ve turnikeyi kaçırdı. Acayip laflar hazırladım sana Dalonte. İsmo'yla anlaşmıştık West 4 Farmar diye; ama bu pozisyondan sonra "görüşmeleri askıya alalım" dedi kendisi. Hakem Varejao'nun bariz basketini atladı. Sayın Salvatore, şampiyonluğa giden bir takımın kaderiyle oynayamazsın! Wade sapıttı, fark 8. LeBron, eşek kadar oldun hala serbest atış atamıyorsun. Bende de ne sinir var bu gece. Halbu ki 36 saattir kar yağıyor, aralıksız. Etrafta kimseler yok. Huzur dolu olmam lazım. Z'den sezonun 8. üçlüğü. %53'le atıyor bu sezon. LeBron hakeme çift daldıktan sonra kararlar değişti yalnız, dikkat! West'in üçlüğü, asist LeBron, 77-77. Mo, uzat elini öpüjem abi. Hornets - Pacers maçı da başabaş gidiyor. İsmo'dan Indiana - Kayserispor benzetmesi geldi ki cuk sesi Indianapolis'ten duyulmuş. Cavs 7 sayı öne fırladı, taraftar coştu. LeBron, Haslem'in kaşa iyi çalıştı, geçmiş olsun. Son çeyrek sertleşen bir Cavs savunması var ki 6 dakikada 12-0'lık seriyle maçı aldılar. Ohio'nun güzel kızlara ihtiyacı var, bu geoit ablalarla nereye kadar?
Cavs, Q Arena'da namağlup devam ediyor, 16-0. Liderlik maç fazlasıyla Boston'da. Şu sıralarda devam eden maçta Celtics, Kings önüde 27-17 önde. Olası bir mağlubiyette liderlik için Cleveland - Boston arasındaki ikili averaja bakılacak.Dün akşamdan beri devam eden inanılmaz bir kar yağışı var. Hummalı çalışmalar sonucu saha zemini basketbola uygun hale getirildi. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. İlerleyen saatlerde bağlantılarımız devam edecek. Doodah, Subay Haber, Ankara.
Şimdi karşınızda devre arası rituelimiz; basketball-reference.com. Kobe, 2006-07 sezonunda tam 10 kez 50 sayı barajını geçmiş. Bir maçta 20+ ribaund alan en yaşlı oyuncu da Deke'ymiş(40). Çok absürd bir performansa denk geldim dolanırken: Jayson Williams adlı muhterem 31 Ekim 1997 gecesi 17 ofansif 3 defansif ribaundla temiz saçmalamış. Smaç yarışmasının reklamları dönüyor kanalda. Keşke Rudy - Alexander - Westbrook üçlüsünün katılması garanti olsa da diğer üçlüden birini seçsek. Sıkıldık abicim aynı isimlerden. Howard o kalıbıyla yapabileceği her şeyi yaptı diyeceğim; ama göz korkusu var.
West'i verip Mo Williams'tan bi tane daha alsa ya Cavs. Wade de Duncan olmuş haberimiz yok. Sol eliyle şut soktu, tepki yok. Ahah LeBron rampada kayan çocuklar gibi oturuverdi, kaseyi dağıtıyordu. West, çaldığı topu göğsüyle kontrol etmeye çalıştı ve turnikeyi kaçırdı. Acayip laflar hazırladım sana Dalonte. İsmo'yla anlaşmıştık West 4 Farmar diye; ama bu pozisyondan sonra "görüşmeleri askıya alalım" dedi kendisi. Hakem Varejao'nun bariz basketini atladı. Sayın Salvatore, şampiyonluğa giden bir takımın kaderiyle oynayamazsın! Wade sapıttı, fark 8. LeBron, eşek kadar oldun hala serbest atış atamıyorsun. Bende de ne sinir var bu gece. Halbu ki 36 saattir kar yağıyor, aralıksız. Etrafta kimseler yok. Huzur dolu olmam lazım. Z'den sezonun 8. üçlüğü. %53'le atıyor bu sezon. LeBron hakeme çift daldıktan sonra kararlar değişti yalnız, dikkat! West'in üçlüğü, asist LeBron, 77-77. Mo, uzat elini öpüjem abi. Hornets - Pacers maçı da başabaş gidiyor. İsmo'dan Indiana - Kayserispor benzetmesi geldi ki cuk sesi Indianapolis'ten duyulmuş. Cavs 7 sayı öne fırladı, taraftar coştu. LeBron, Haslem'in kaşa iyi çalıştı, geçmiş olsun. Son çeyrek sertleşen bir Cavs savunması var ki 6 dakikada 12-0'lık seriyle maçı aldılar. Ohio'nun güzel kızlara ihtiyacı var, bu geoit ablalarla nereye kadar?
Cavs, Q Arena'da namağlup devam ediyor, 16-0. Liderlik maç fazlasıyla Boston'da. Şu sıralarda devam eden maçta Celtics, Kings önüde 27-17 önde. Olası bir mağlubiyette liderlik için Cleveland - Boston arasındaki ikili averaja bakılacak.Dün akşamdan beri devam eden inanılmaz bir kar yağışı var. Hummalı çalışmalar sonucu saha zemini basketbola uygun hale getirildi. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. İlerleyen saatlerde bağlantılarımız devam edecek. Doodah, Subay Haber, Ankara.
Medar-ı İftihar Eserleri #9: Puff Daddy McGiven feat. Snoop Doug McGiven
Kariyerimin zirvesindeydim. Babam ise yavaş yavaş sönmeye başlayan ve büyük patlamaya hazırlanan yıldız gibiydi adeta. Takılıyordum ara sıra, "Vay beee koca McGiven ne hâle geldi..." Yaşlanmıştı, sahne onu çok zorluyordu. Bunları bildiği hâlde ben onunla kafa bulunca kızıyordu, "Dua et de g.tünde patlayan yıldız olmayayım" diyip isyanını ritmik rap lirikleriyle dile getiriyordu.
Onun bu hâline üzülmüyor değildim. Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olur derler California'da... Tamam ben dalga geçerim de, bu ışıltılı alemde çatlak sesler de giderek yükselmeye başlamıştı. Aslında Rap alemlerini bıraktıktan sonra emekli olarak üç kuruş prodüktör maaşıyla geçiniyor olacak duruma gelmek de onu kedere sürükleyen bir durumdu. Nerede yılda 100.000.000$ nerede yılda 30.000.000$... Onun bu hâli beni endişelendiriyordu, kaygımı onunla paylaştım: "Dilersen beraber çıkalım bir turneye, finalini büyük yapar prodüktörlüğe öyle girişir mis gibi de emekli hayatı yaşarsın be daddycim"...
Başta çok kızdı. Kendimi yeni teknik direktör olduğum bir futbol takımında eskisine; "Yardımcım olarak kulüpte kal" demiş gibi hissettim. Fakat gözlerinden anlaşılıyordu ki bu dediklerimi kızmış olsa da düşünüyordu.
2001, Mayıs... Hiç unutmam, kapım çaldı. Terziye özel ördürdüğüm kadından battaniyeye sarılmışım, nasıl soğuk. Off şu sıcacık ortamdan kalkıp da ta beş kilometre öteye kapı açmaya kim gidecek şimdi? Siktir et ya... diye düşünürken telefonuma mesaj geldi; "Açsana kapıyı göt!" yazmış. Babam ilk defa evime geliyordu, hazırlandım. Ev içinde sürmekten büyük keyif aldığım akülü arabama binerek kapıya kadar gittim. Kapıyı açtığımda bir şey demedi, o bana bakıyordu ben de ona. Sessizliği bozmam gerektiğini hissettim; "İçeri gelmeyecek misin?" dedim. İzmit/Hereke'den aldığım seri numaraları alınmış dolarlardan dokuma özel halıma baktı; "İyiymiş ama vakit yok. Ben hazırım oğul!" dedi. Heyecanla menajerimi arayıp babamla bir dünya turnesine çıkacağımızı ve duyuruların, reklamların tez vakitte yapılması gerektiğini belirterek telefonu kapadım. Babamı almıştım yanıma, daha ne olsun? Stüdyo'ya gitmeliydik...
Onun bu hâline üzülmüyor değildim. Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olur derler California'da... Tamam ben dalga geçerim de, bu ışıltılı alemde çatlak sesler de giderek yükselmeye başlamıştı. Aslında Rap alemlerini bıraktıktan sonra emekli olarak üç kuruş prodüktör maaşıyla geçiniyor olacak duruma gelmek de onu kedere sürükleyen bir durumdu. Nerede yılda 100.000.000$ nerede yılda 30.000.000$... Onun bu hâli beni endişelendiriyordu, kaygımı onunla paylaştım: "Dilersen beraber çıkalım bir turneye, finalini büyük yapar prodüktörlüğe öyle girişir mis gibi de emekli hayatı yaşarsın be daddycim"...
Başta çok kızdı. Kendimi yeni teknik direktör olduğum bir futbol takımında eskisine; "Yardımcım olarak kulüpte kal" demiş gibi hissettim. Fakat gözlerinden anlaşılıyordu ki bu dediklerimi kızmış olsa da düşünüyordu.
2001, Mayıs... Hiç unutmam, kapım çaldı. Terziye özel ördürdüğüm kadından battaniyeye sarılmışım, nasıl soğuk. Off şu sıcacık ortamdan kalkıp da ta beş kilometre öteye kapı açmaya kim gidecek şimdi? Siktir et ya... diye düşünürken telefonuma mesaj geldi; "Açsana kapıyı göt!" yazmış. Babam ilk defa evime geliyordu, hazırlandım. Ev içinde sürmekten büyük keyif aldığım akülü arabama binerek kapıya kadar gittim. Kapıyı açtığımda bir şey demedi, o bana bakıyordu ben de ona. Sessizliği bozmam gerektiğini hissettim; "İçeri gelmeyecek misin?" dedim. İzmit/Hereke'den aldığım seri numaraları alınmış dolarlardan dokuma özel halıma baktı; "İyiymiş ama vakit yok. Ben hazırım oğul!" dedi. Heyecanla menajerimi arayıp babamla bir dünya turnesine çıkacağımızı ve duyuruların, reklamların tez vakitte yapılması gerektiğini belirterek telefonu kapadım. Babamı almıştım yanıma, daha ne olsun? Stüdyo'ya gitmeliydik...
2004 - Glastonbury, Thanks to Photographer of the Rolling Stone: Sean Broadus, Jr.
"Nereye" dedi, "Stüdyo'ya babacığım" dedim; "İki kişilik bir şov ile, McGiven vücudunda hayat bulacağız! Artık birlikte bir gücüz, çalışmamız gerek"
Hoşuna gitti, gülümsedi.
Hummalı bir çalışmanın ardından nihayet Temmuz 24, 2001'de ilk konserimizi The Kings of Queens Performance Hall'da verdik. Bu kadar t.şşaklı bir ailenin ayarlayabileceği diğer yerlere nazaran böyle mütevazi bir yer seçmemizin nedeni halkın tepkisini ölçmekti, ölçemedik. Encore da encore derken pestilimiz çıktı ama mutluyduk. Beğeni topladı, baba ve oğul olarak ilk defa bir iş başarmış ve kutsal ruh'u yakalamıştık...
Her şey o kadar güzel gidiyordu ki bir rüyada gibiydik. Dünya turnesi kavramının bokunu çıkardık, o kadar sevildik ki beraber çağırılmadığımız konser dizisi, festival, karnaval, andaval, lunapark kalmadı. Yaklaşık olarak 3 sene boyunca yollardaydık. 2004 yılının Haziran sonunda Glastonbury performansımızla gözünden vurduğumuz turneyi sonlandırmaya karar vermiştik. Zira ikimizde de ekibimizde de derman kalmamıştı.
Hoşuna gitti, gülümsedi.
Hummalı bir çalışmanın ardından nihayet Temmuz 24, 2001'de ilk konserimizi The Kings of Queens Performance Hall'da verdik. Bu kadar t.şşaklı bir ailenin ayarlayabileceği diğer yerlere nazaran böyle mütevazi bir yer seçmemizin nedeni halkın tepkisini ölçmekti, ölçemedik. Encore da encore derken pestilimiz çıktı ama mutluyduk. Beğeni topladı, baba ve oğul olarak ilk defa bir iş başarmış ve kutsal ruh'u yakalamıştık...
Her şey o kadar güzel gidiyordu ki bir rüyada gibiydik. Dünya turnesi kavramının bokunu çıkardık, o kadar sevildik ki beraber çağırılmadığımız konser dizisi, festival, karnaval, andaval, lunapark kalmadı. Yaklaşık olarak 3 sene boyunca yollardaydık. 2004 yılının Haziran sonunda Glastonbury performansımızla gözünden vurduğumuz turneyi sonlandırmaya karar vermiştik. Zira ikimizde de ekibimizde de derman kalmamıştı.
İkinci bir turneye kadar dinlenmeye karar verdik bir müddet. Babam da artık evime misafir olarak gelmeye başlamıştı. Pasifik manzaralı balkonumda rakı takılırken, biraz da korkarak, "Peder be, albüm de mi yapsak ha?" dedim. Süzdü biraz beni, rakısından bir yudum aldı ve gözlerini kısarak Pasifik'in sonundaki ufka daldı... "Sen hiç ateşböceği gördün mü evlat?" dedi, "Hayır" dedim... "Ben de görmedim ama bu albüm işi kafama hiç yatmadı evlat" dedi... Ona bestelerimden bahsettim, inanırsak yapabileceğimizi anlattım. Bir yandan ağlıyor, bir yandan isyanımı babama haykırıyordum. Bir zamanlar müzik piyasasını kasıp kavurmuş bu koca çınar nasıl korkabilirdi böyle bir şeyden? Oğlu olarak görevim onu tekrar eski hâline döndürmekti yoksa babamın günden güne eriyişine seyirci olmak beni de eritecekti! Haykırdım, suratına hayıkırdım! Sanki, sanki bir şeyler diyecek gibiydi ama söyleyemiyordu. Gözyaşları yerine sessiz kelimeler, ünsüz harfler akıyordu gözlerinden. "Ünlüyüz biz ünlü! Bize Acı yok! Para bok, acı yok madafağda!!!" diye haykırdım, "Nasıl yok ya? Oğlum, kebap acısız olur mu? Tuz ver bari." dedi. California güneşi HD kalitesiyle hücrelerimizi besliyor, Pasifik'in ılık meltemi damarlarımızı açıyordu...
İkna olmuştu, şarkılarımız hazırdı. Tam 12 parçalık bir albümle, "I, Daddy", ile baba-oğul ortak bir albüm ortaya çıkarmanın keyfini sürüyorduk. Rolling Stone'dan 4 yıldız aldık, AllMusic 5 yıldız verirken Blender da 4 yıldıza karar kıldı. Ortalama olarak 4'ün üzerindeydik ve inanılmaz bir gelir de elde ettik.
Bu sana olan aşkımın şarkısı ama
Gördüğün gibi pek de değil acıklı
Acıklı dedim de aklıma geldi
Acıka yedim kahvaltıda, çıkarken çok acıdı
sözleriyle çıktığı anda listelere 1 numaradan hatta Dow Jones'a bile 1 numaradan giren şarkımız Automatic Platonic ve hemen iki hafta sonra Automatic Platonic'i 1. sıradan alıp ikinciliğe gerileten;
Sen gittin gideli;
Pek çok kadın girdi hayatıma
Kadırgalı Aysel, Panter Emel, Kara Sevda…
Senden iyi olmasın, yine en iyileriydi sevda
Tanırsın muhtemelen sen de
Sevda gazete bayilerinde, marketlerde, sinemalarda
sözleriyle, tabir-i caiz ise, ortalığın mnakoyan şarkımız Nigga' Love bize Kıyamet Günü'ne kadar rahatça yaşayabileceğimiz miktarlarda parayı kazanmakta yardım etti. MTV tarafından verilen, Gelmiş-Geçmiş-Gelecek En İyi Baba-Oğul Ortaklığı ödülünü de Bush ailesini geride bırakarak almayı başardık. Ödül gecesi Rachel Bilson'ın dudaklarına japon gibi yapışmam ise kimseyi enterese etmedi. O kadar kudretliydik ki bunu sınamak için şükran konuşmamda seyircilere John Lennon'ın o meşhur lafını söyledim, İsa'dan bile daha ünlüyüz!, ama kimseden kınama gelmedi!
İkna olmuştu, şarkılarımız hazırdı. Tam 12 parçalık bir albümle, "I, Daddy", ile baba-oğul ortak bir albüm ortaya çıkarmanın keyfini sürüyorduk. Rolling Stone'dan 4 yıldız aldık, AllMusic 5 yıldız verirken Blender da 4 yıldıza karar kıldı. Ortalama olarak 4'ün üzerindeydik ve inanılmaz bir gelir de elde ettik.
Bu sana olan aşkımın şarkısı ama
Gördüğün gibi pek de değil acıklı
Acıklı dedim de aklıma geldi
Acıka yedim kahvaltıda, çıkarken çok acıdı
sözleriyle çıktığı anda listelere 1 numaradan hatta Dow Jones'a bile 1 numaradan giren şarkımız Automatic Platonic ve hemen iki hafta sonra Automatic Platonic'i 1. sıradan alıp ikinciliğe gerileten;
Sen gittin gideli;
Pek çok kadın girdi hayatıma
Kadırgalı Aysel, Panter Emel, Kara Sevda…
Senden iyi olmasın, yine en iyileriydi sevda
Tanırsın muhtemelen sen de
Sevda gazete bayilerinde, marketlerde, sinemalarda
sözleriyle, tabir-i caiz ise, ortalığın mnakoyan şarkımız Nigga' Love bize Kıyamet Günü'ne kadar rahatça yaşayabileceğimiz miktarlarda parayı kazanmakta yardım etti. MTV tarafından verilen, Gelmiş-Geçmiş-Gelecek En İyi Baba-Oğul Ortaklığı ödülünü de Bush ailesini geride bırakarak almayı başardık. Ödül gecesi Rachel Bilson'ın dudaklarına japon gibi yapışmam ise kimseyi enterese etmedi. O kadar kudretliydik ki bunu sınamak için şükran konuşmamda seyircilere John Lennon'ın o meşhur lafını söyledim, İsa'dan bile daha ünlüyüz!, ama kimseden kınama gelmedi!
2006 - Baktık işler fena tuttu, ticarete atıldık. Kıçımızdan damlayan taharet musluğu damlalarını şişeleyip Eau De McGiven hâline getirdik. Bu da onun reklam çekiminden...
2006 yılında ise Tanrı'yı oynuyorduk. Çocuklarımıza, daha doğrusu benden itibaren gelecek çocuklara, güzel bir miras yaratmanın gururunu yaşıyorduk. Ürünlerimiz her yerde satılıyordu. Korsan olanlara bile karışmıyorduk, ona rağmen her şey çok güzeldi o derece yani.
2008'in son günlerine geldiğimizde ise başımda "Al şu parayı da çıkarttır ehliyetini, yine uyuyorsun bok böceği gibi yapışmışın yatağına" diyen bir baba vardı. "Ne oldu milyon dolarlar?" dedim, "Eve hizmetçi lazımdı hepsini Guiza'nın bonservisine yatırdım. Kalmadı para mara" dedi. Babam hem sinirli hem de Fenerbahçeli'ydi. Belki rapçi değildi ama asiliğini her daim dile getirirdi...
28 Aralık 2008
Şef'in Listesi: Los Lonely Boys
Los Lonely Boys... Biraz Chicken Translation tadında düşününce Yapayalnız Çocuklar gibi acayip bir şekle bürünüyor adları. Tabi ki öyle değil-dir- herhalde. Neyse çok da mühim değil, zaten Los nedir bilmiyorum.
2000'li yılların başında Texas yöresinde kurulan bu grup Blues-Country tabanlı bir müzik yapıyor bana göre ama çeşitli kaynaklarda da Tejano denen İspanyol-Amerikan tarzı müzik türüne ait gösteriliyorlar. Çok da s.kimde afedersiniz.
Myspace'de dolanırken denk gelmiştik arkadaşlarla, orada pek bir sevdiğimiz Johnny Cash'in I Walk The Line şarkısını kendi tarzlarında acayip bir hâle bürüdüklerini görünce ilgimizi çekti ve arşivlemeye doğru gitti bu.
Şimdi de Emmy'e layık görülmüş bu grubu tanımayanlara aracı olarak tanıtma vaktidir...
2000'li yılların başında Texas yöresinde kurulan bu grup Blues-Country tabanlı bir müzik yapıyor bana göre ama çeşitli kaynaklarda da Tejano denen İspanyol-Amerikan tarzı müzik türüne ait gösteriliyorlar. Çok da s.kimde afedersiniz.
Myspace'de dolanırken denk gelmiştik arkadaşlarla, orada pek bir sevdiğimiz Johnny Cash'in I Walk The Line şarkısını kendi tarzlarında acayip bir hâle bürüdüklerini görünce ilgimizi çekti ve arşivlemeye doğru gitti bu.
Şimdi de Emmy'e layık görülmüş bu grubu tanımayanlara aracı olarak tanıtma vaktidir...
MÖNÜ
- I Walk The Line
- Superman
- Diamonds
- Forgiven
- Heaven
- Senorita
- My May (Şef'in Spesiyali)
All-Star 2009 Formaları # 1
Şef'in Listesi: Death Cab For Cutie #2
Mig Mig!
Ben de bir dönemler sizler gibiydim, ben de bir dönemler kız arkadaşının yanında ondan başkasına bakamayanlardım. Aşkı sevgili ile karıştırmış, fondip yapmaya kalkışınca babayı almıştım.
Çok güzeldi her şey başlarda. İlk ayımız gerçekten güzel gitmişti. Canımlar, cicimler vs... Kavga yoktu yani anlayacağınız. Tabi ki birbirimizi sinirlendirecek şeyler de yapıyorduk ama alttan alıyorduk. Her güzel şeyin bir sonu olacak ya, işte o zaman kafayı yedi bu. "Sen neden bana hiç kızmıyorsun?" dedi… Şaşırdım, afalladım… "Sen de bana kızmıyorsun" dedim. Haklıydım fakat onun bir dişi olduğunu unutmuştum, cevabı gecikmedi… "Sen beni mi yargılıyorsun!!"… Ooo işte bir erkeğin canını rakıya susatan hamle...
İlerleyen zamanlarda kızmaya başladım ben, sorun yaşamak istemiyordum. O zaman da "Sen bana niye bu kadar çok kızıyorsun?" demeye başladı. Ya bende bir manyaklık vardı, ayar tutturamıyordum ya da o harbiden cozutmuştu sonunda. Bir gün olsun "Sen benim sevgilimsin, seversin de döversin de" demedi. Ne yapsam memnun edemedim. (Şu cümleden sonra aklına seks gelenler, camdan atlayın) Ne yapsam tam tersini istiyor, tam tersini yapınca da eskisini geri istiyordu. Canıma tak etti, duydum sesi arkadaş. Bugüne kadar ben deyim sanardım ama o tak sesini duydum, şalterler de attı.
Onun evinde kaldığımız bir gün oldu her şey. İçmiştik, yutalım sarhoş şeritleri bas gaza demişti. İçmez olaydık… Kavga ettik ve eşyalarını toplamaya başladı…
Doug: Ne yapıyorsun?
O: Annemin evine gidiyorum ben!
Doug: Hiçbir yere gidemezsin!!!
O: Hadi engellesene!
Doug: Ne engelleyecem be! Nereye gidersen git ama durman gerek!
O: Demek beni o kadar zayıf , aciz buluyorsun! Nasıl katlandım sana bu kadar süre boyunca!
Doug: Salak! Senin evin burası !
O: Haklısın aslında…Yürü lan evimden! Defol! Görmek istemiyorum seni!
Ağırıma gitmişti. İlk defa kovuluyordum bir yerden. Eşyalarımı toplamaya başladım…
O: Nereye gidiyorsun?!!
Doug: Annemin evine!
O: Git zaten... Ananın evine dön. Ananı benden daha çok seviyorsun!
Doug: Ana bacı muhabbeti yapma lan!
O: Ne ana bacı muhabbeti be manyak?
Doug: Ne bileyim ananı deme o zaman, anneni de. Ananı diyince farklı çağırışımlar yapıyor… Algıda seçici bir insanım ben.
O: Sus, n'olur... Seni seviyorum...
Doug: Ben de seni seviyorum bi tanem, canım ya...
O: Hahaha ne malsın ya! Gitsene be!
Doug: Memelerini daha çok sevmiştim zaten, onlar kadar olamadın! Zaten ben de gidiyorum da memelerin bende kalsa olur mu? diye soracaktım yolunu yapıyordum...
O: Onu bırak yalnız, o benim !
Doug: Benim sanmıştım ben... Pardon hanımefendi!
O: Ya tabi… Çilek kokulu dudak parlatıcı sürmeden dışarı çıkmazsın sen, bilmem mi?… Kesin senindir o…
Doug: Ne var lan? Ne sürmesi? Kokluyorum sadece, kokusu çok güzel!
O: Topla hadi pılını pırtını ne varsa… Git sonra.
Doug: Pıl sensin, pırt da sana girsin! Puşt! Biz Adabazarlıyız kızım! Derler ki günün birinde gemiler döner geriye, Adabazarlı dönmez! R yoktur bizde!
O: Dönme be! Defol!
Aşık olduğumu sanmıştım, dediğim gibi. Fondip yapmaya kalkınca da babayı almıştım. Şimdi şimdi anlıyorum da aşk değil de sevgiymiş tüm bunlar. Kapıyı vurup çıktım... Dönüşüm olmayacağımdan çıkışım muhteşem olsun istedim. Kapıyı vurarak çıkmak da çok yaratıcıydı zaten mnkym...
Minibüse bindiğimde bunların üzerine düşünme fırsatı buldum. Meğer aşk bir uçurum, ben uçurumda olduğumu bilmeden boşlukta yürüyen Coyote, o ise mig mig yapan Roadrunner‘dan başkası değilmiş…
Çok güzeldi her şey başlarda. İlk ayımız gerçekten güzel gitmişti. Canımlar, cicimler vs... Kavga yoktu yani anlayacağınız. Tabi ki birbirimizi sinirlendirecek şeyler de yapıyorduk ama alttan alıyorduk. Her güzel şeyin bir sonu olacak ya, işte o zaman kafayı yedi bu. "Sen neden bana hiç kızmıyorsun?" dedi… Şaşırdım, afalladım… "Sen de bana kızmıyorsun" dedim. Haklıydım fakat onun bir dişi olduğunu unutmuştum, cevabı gecikmedi… "Sen beni mi yargılıyorsun!!"… Ooo işte bir erkeğin canını rakıya susatan hamle...
İlerleyen zamanlarda kızmaya başladım ben, sorun yaşamak istemiyordum. O zaman da "Sen bana niye bu kadar çok kızıyorsun?" demeye başladı. Ya bende bir manyaklık vardı, ayar tutturamıyordum ya da o harbiden cozutmuştu sonunda. Bir gün olsun "Sen benim sevgilimsin, seversin de döversin de" demedi. Ne yapsam memnun edemedim. (Şu cümleden sonra aklına seks gelenler, camdan atlayın) Ne yapsam tam tersini istiyor, tam tersini yapınca da eskisini geri istiyordu. Canıma tak etti, duydum sesi arkadaş. Bugüne kadar ben deyim sanardım ama o tak sesini duydum, şalterler de attı.
Onun evinde kaldığımız bir gün oldu her şey. İçmiştik, yutalım sarhoş şeritleri bas gaza demişti. İçmez olaydık… Kavga ettik ve eşyalarını toplamaya başladı…
Doug: Ne yapıyorsun?
O: Annemin evine gidiyorum ben!
Doug: Hiçbir yere gidemezsin!!!
O: Hadi engellesene!
Doug: Ne engelleyecem be! Nereye gidersen git ama durman gerek!
O: Demek beni o kadar zayıf , aciz buluyorsun! Nasıl katlandım sana bu kadar süre boyunca!
Doug: Salak! Senin evin burası !
O: Haklısın aslında…Yürü lan evimden! Defol! Görmek istemiyorum seni!
Ağırıma gitmişti. İlk defa kovuluyordum bir yerden. Eşyalarımı toplamaya başladım…
O: Nereye gidiyorsun?!!
Doug: Annemin evine!
O: Git zaten... Ananın evine dön. Ananı benden daha çok seviyorsun!
Doug: Ana bacı muhabbeti yapma lan!
O: Ne ana bacı muhabbeti be manyak?
Doug: Ne bileyim ananı deme o zaman, anneni de. Ananı diyince farklı çağırışımlar yapıyor… Algıda seçici bir insanım ben.
O: Sus, n'olur... Seni seviyorum...
Doug: Ben de seni seviyorum bi tanem, canım ya...
O: Hahaha ne malsın ya! Gitsene be!
Doug: Memelerini daha çok sevmiştim zaten, onlar kadar olamadın! Zaten ben de gidiyorum da memelerin bende kalsa olur mu? diye soracaktım yolunu yapıyordum...
O: Onu bırak yalnız, o benim !
Doug: Benim sanmıştım ben... Pardon hanımefendi!
O: Ya tabi… Çilek kokulu dudak parlatıcı sürmeden dışarı çıkmazsın sen, bilmem mi?… Kesin senindir o…
Doug: Ne var lan? Ne sürmesi? Kokluyorum sadece, kokusu çok güzel!
O: Topla hadi pılını pırtını ne varsa… Git sonra.
Doug: Pıl sensin, pırt da sana girsin! Puşt! Biz Adabazarlıyız kızım! Derler ki günün birinde gemiler döner geriye, Adabazarlı dönmez! R yoktur bizde!
O: Dönme be! Defol!
Aşık olduğumu sanmıştım, dediğim gibi. Fondip yapmaya kalkınca da babayı almıştım. Şimdi şimdi anlıyorum da aşk değil de sevgiymiş tüm bunlar. Kapıyı vurup çıktım... Dönüşüm olmayacağımdan çıkışım muhteşem olsun istedim. Kapıyı vurarak çıkmak da çok yaratıcıydı zaten mnkym...
Minibüse bindiğimde bunların üzerine düşünme fırsatı buldum. Meğer aşk bir uçurum, ben uçurumda olduğumu bilmeden boşlukta yürüyen Coyote, o ise mig mig yapan Roadrunner‘dan başkası değilmiş…
"Bakın, bu da patladı!"
Büyük Laker Orkun Çolakoğlu rica etti, Kubilay da yapıverdi. Orkun'un izniyle buraları da süslesin. 19 maç ardı ardına kazanan Celtics, Lakers'a kaybettikten sonra Warriors'a da tosladı. Sen git 19 maç kazandıktan sonra güüüüüüüm!!! Bakın, bu da patladı...
"The Chalk Show" At TNT Overtime
Taraftar videosundan sonra bu kez de TNT yayınından verelim. TNT Overtime programı. Barkley yine sapıtmış hehe.
kaynak: lebron2010.com
27 Aralık 2008
Spor Bayramı
Malumdur ki NBA için Christmas sezonun en önemli günlerinden biridir. Her zaman normal sezonun en sağlam maçları bugüne özel olarak takvime yerleştirilir. Geçtiğimiz son bir kaç sene Kobe-Shaq ikilsinin maçları veriliyordu ancak bu sene geçen sezonun final serisinde yeniden alevlenen Boston -rival- Los Angeles mücadelesi kondu programa. Bunun yanında batıda Spurs ve Suns cebelleşti bütün Amerika için parkede.
Bu uygulamanın bir benzeri de Premier lig için mevcut. Christmas'ın hemen ardından gelen gün olarak kabul edilen Boxing Day geleneği aynen NBA'de olduğu gibi Premier ligde de sahada kutlanıyor. İngiltere'de resmi tatil olan Boxing Day'e Premier ligin maçları konuyor. Bir gün içinde 10 karşılaşma oynanan ligin bu geleneği öyle sağlam ki, haftasonu yeni bir hafta daha oynanacak olmasına rağmen bu tatil günü boş geçilmiyor. Yani bir iddaa profgramında 20 İngiltere Premier Ligi maçı var bu hafta. Futbolcular 2 gün ara ile maç yapacakları için hiç hargür çıkarmıyorlar.
Muhakkak daha da örnekleri vardır bu uygulamanın. Benzerinin Afrika'da falan bile olması beni şaşırtmaz. Bu uygulamanın asıl amacı elbetteki tatil gününde insanları sahalara ve televizyon başına çekmek ve bu anlamda piyasaya günlük bir hareketlilik getirmek. Çünkü insanlar tatil günlerinde sporla daha iyi ilgilnebiliyorlar. Lig maçlarının haftasonları yapılması da bunun bir göstergesi olsa gerek. Ama bazı kurum, kuruluş ve şahısların bu gelenekten rant sağlamasından çok bu kültürün en çok taraftara yaradığını görmek işin asıl sevindirici yanı. Amerika'daki bir NBAseverin Christmas Day maçlarından aldığı keyfi ve ona olan bağlılığı herkes tarafından bilinir. Hatta Christmas Day'i "NBA'de normal sezonun orgazm olduğu gün" olarak tanımlayabiliriz.
Gelelim bizim ülkemize. Lig maçlarının haftasonları yapılmasına şükrederek başlamakta fayda var. Zira onu bile özenebilirdik. Onun dışında resmi tatil olan bir güne her sene çifte derbi koyulmasını isteyebilirdim. Mesela Galatasaray - Fenerbahçe, Trabzonspor - Beşiktaş maçları aynı gün oynanabilir. Gün olarak da 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı seçilebilir. Sadece futbol için değil diğer branşlarda da bu tarz yenilikler denenebilir. Dünya üzerinde belki de Spor Bayramı olan tek ülkeyiz. Bilemedin 3-5 tane benzeri vardır. Ama biz bunu malesef pek de spor açısından değerlendiremiyoruz.
NBA ve Premier Lig kendi alanlarında en iyiler ve bu tarz gelenekler sayesinde belli yerlere geldiler. Bu açıdan bakıldığında ülkemiz için de benzer bir uygulamanın oldukça faydalı olabileceğini düşünüyorum. Elbette ki efendi gibi derbiler olması şartıyla... Sonra 19 Mayıs, 1 Mayıs'a benzemezin.
Bu uygulamanın bir benzeri de Premier lig için mevcut. Christmas'ın hemen ardından gelen gün olarak kabul edilen Boxing Day geleneği aynen NBA'de olduğu gibi Premier ligde de sahada kutlanıyor. İngiltere'de resmi tatil olan Boxing Day'e Premier ligin maçları konuyor. Bir gün içinde 10 karşılaşma oynanan ligin bu geleneği öyle sağlam ki, haftasonu yeni bir hafta daha oynanacak olmasına rağmen bu tatil günü boş geçilmiyor. Yani bir iddaa profgramında 20 İngiltere Premier Ligi maçı var bu hafta. Futbolcular 2 gün ara ile maç yapacakları için hiç hargür çıkarmıyorlar.
Muhakkak daha da örnekleri vardır bu uygulamanın. Benzerinin Afrika'da falan bile olması beni şaşırtmaz. Bu uygulamanın asıl amacı elbetteki tatil gününde insanları sahalara ve televizyon başına çekmek ve bu anlamda piyasaya günlük bir hareketlilik getirmek. Çünkü insanlar tatil günlerinde sporla daha iyi ilgilnebiliyorlar. Lig maçlarının haftasonları yapılması da bunun bir göstergesi olsa gerek. Ama bazı kurum, kuruluş ve şahısların bu gelenekten rant sağlamasından çok bu kültürün en çok taraftara yaradığını görmek işin asıl sevindirici yanı. Amerika'daki bir NBAseverin Christmas Day maçlarından aldığı keyfi ve ona olan bağlılığı herkes tarafından bilinir. Hatta Christmas Day'i "NBA'de normal sezonun orgazm olduğu gün" olarak tanımlayabiliriz.
Gelelim bizim ülkemize. Lig maçlarının haftasonları yapılmasına şükrederek başlamakta fayda var. Zira onu bile özenebilirdik. Onun dışında resmi tatil olan bir güne her sene çifte derbi koyulmasını isteyebilirdim. Mesela Galatasaray - Fenerbahçe, Trabzonspor - Beşiktaş maçları aynı gün oynanabilir. Gün olarak da 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı seçilebilir. Sadece futbol için değil diğer branşlarda da bu tarz yenilikler denenebilir. Dünya üzerinde belki de Spor Bayramı olan tek ülkeyiz. Bilemedin 3-5 tane benzeri vardır. Ama biz bunu malesef pek de spor açısından değerlendiremiyoruz.
NBA ve Premier Lig kendi alanlarında en iyiler ve bu tarz gelenekler sayesinde belli yerlere geldiler. Bu açıdan bakıldığında ülkemiz için de benzer bir uygulamanın oldukça faydalı olabileceğini düşünüyorum. Elbette ki efendi gibi derbiler olması şartıyla... Sonra 19 Mayıs, 1 Mayıs'a benzemezin.
26 Aralık 2008
"The Chalk Show" At The Q Arena
Maçı izlemedim, zira maç başlarken de şu atmosferi göremedim. Sabah Kubilay'ın yazdığı yazıyı okurken uyku sersemi resimden de birşey anlamadım. İşten gelince Kubi bahsetti. Youtube'dan bulduk neyseki, videoyu izlediğimde kendimden geçtim. LeBron maçtan önceki rutin şovunu yaparken Cavs seyircisi de bu sefer ona eşlik ediyor...
Bu adam bu şehri bırakmaz gibi geliyor bana...
"That was unbelievable," James said. "Cleveland fans: 'I’ll never forget that, ever.' It wouldn’t have been good to get an ‘L,’ do all that confetti and throw up chalk and lose. It would have ruined my Christmas."
Bu adam bu şehri bırakmaz gibi geliyor bana...
Merry Christmas San Antonio
“Our first half was our best offensive half of the year,” the Orlando coach said. “The second half was easily our worst.”
Bu savunmaya ikinci yarıda sadece 37 sayı atabildi Hornets. CP, Nisan 2007'den sonra ilk defa bir maçı top çalmadan tamamladı. Bu geceye yakışmayan bir maçtı kısaca. Baydıvey; Doğu bir kez daha galip.
Kimseden çekmedi Suns, Spurs'ten çektiği kadar. Shaq bu maçı bekliyormuş, acayip top oynadı. Spurs'un 4.3 saniye kalan yediği oyun geldikleri yeri açıklar cinsten. Yılların Spurs savunmasının asla yapmayacağı bir hata. Son topta J-Rich'in yaptığı ise ona yakışır bir hareketti. Mason affetmedi, "Merry Christmas San Antonio". Gece şimdi başladı. Bu arada Nash yaptığı 2 asist başına 1 top kaybediyor. O kadar oyun kuruculuğu ben de yaparım anasını satayım, diye sallamak geliyor insanın içinden.
Gecenin spesiyali Celtics - Lakers. Phil Baba'nın 1000. galibiyeti ve bunu en hızlı başaran koç. 19 maçlık seriyi bitiren İspanyol aktör Gasol. Son çeyrekte Rondo'yla çarpıştığı pozisyondan sonra kendine geldi. Arka arkaya attığı 7 sayı maçı getirdi. Boston'un benchi çok baş ağrıtır playofflarda. Şu ana kadar asıl rakipleri olarak görünen Lakers ve Cavs'e göre bench olarak zayıflar. Diğer tarafta Kobe oyunun içinde değil gibi. Savunmada geçtiğimiz yıllardaki kadar göz önünde değil. Ayrıca rakip 25 faul yaparken Kobe'nin kullandığı serbest atış sayısı sıfır. Ki olay hakemlerle alakalı değil; içeriyi zorladığı bir pozisyon bile hatırlamıyorum. Ulan Cleveland da yağdırıyor üçlükleri. Mike James'in basketbol oynamaya çalışması da trajikomik. Neyse molayı aldı Washington koçu - kim olduğu hakkında en ufak bi fikrim yok - sonunda. Diğer maçla ilgili son bir şey söyleyeyim: Ariza, seyirciye oynama! Çizgilerin üstünde ordan oraya atlaya atlaya bitirdin maçı arkadaş.
Mo Williams'ın Yahoo'daki fotoğrafı komedi, gümrük müfettişi gibi pezemenk. Arenas çekmiş bayramlıkları, harçlığı cebe indirmiş torun gibi oturuyor kenarda. Washington da beklediğimden iyi çıktı. Arenas dönünce iyi takım olurlar diyeceğim de Blatche ne abi ya? Deşaavn da Varejao - Wallace ikilisine elini sallıyor hala, çekivercekler kenara. Yine mola. Lakers da iyi vurdu şaka maka. Christmas ayağına Irak'taki askerlere bağlanıp duruyorlar, bi maç izletmediler. LeBron, doğum gününde alkolü fazla kaçırmış galiba, ilk yarı bitti fark hala 2. Devre arasında basketball-reference.com'a sardım aptal aptal. Araştırmalarım 20 ribaund barajını geçen en kısa oyuncunun Fat Lever olduğunu gösteriyor. 1.90 boyuna bakmadan 4 kez geçmiş 20 ribaundu. Kenardan gelip 50 sayı barajını geçen tek isim de Nick Anderson'muş. 33 dakikada 50 sayı atmış abi, bir önceki maç da 0. İkinci yarı başladığından faideli araştırmalarıma ara vermek durumundayım. Butler vurdu içine, Ilgauskas falan dinlemeden. LeBron'un ayaklar yan basıyor, hakkaten sarhoş sanırım. Hem LeBron hem de Z devre dışı olunca maç hala başa baş. Sadece dış şutla yürümüyor bu iş - onlar da girmemeye başladı. Son çeyreğe 3 sayı önde giriyor başkent ekibi. Mike James iyi topçu. Son çeyrek iş ciddiye binince yazıyı unuttuk; ama hala bıraktığımız yerde: Mike James 26 sayı, fark 6. Bütün maç yattılar ama yine maçı Cavs'e getiren savunma oldu. Son top Wizards'ın, 7.8 saniye, fark 3. M. James'in molada yaptığı totem tutmadı bu sefer. Cavaliers Q Arena'da hala kaybetmedi. 15-0.
Adamlar nasıl bir program ayarladıysa bütün maçlar birbirinden güzel. Dallas - Portland maçı başladı şimdi de. Sabah ders var; ama battı balık yan gider. Roy için izlenir. Bu arada maçı izlerken yazı yazmak benim için eğlenceli olsa da okuyanlardan gelebilecek potansiyel küfürlere de bünyemi hazırladım. Roy şiir gibi oynuyor. Nowitzki - Roy düellosu da çok kral olacak şimdiden belli. Yine de kararımdan cayıyorum, 2 saat de olsa uyuyayım. Roy'dan bir fadeaway daha...
25 Aralık 2008
Okeye Dördüncü Arıyoruz
All-Star 2009 hafta sonunda smaç yarışmasına katılacak isimlerden üçü belli oldu. Geçtiğimiz yılın şampiyonu Dwight Howard, yine geçen yıl katılan ama bekleneni veremeyen Rudy Gay ve 2006 yılının şampiyonu Nate Robinson (Senin ne işin var burda anasını satayım. Neyse, bu kez 247243 kere deneyemeyeceksin bilader...)
Yarışmaya katılacak olan dördüncü oyuncuyu ise oylar belirleyecek. Bucks'tan Joe Alexsander, Blazers'tan Rudy Fernandez ve Thunder'dan Russell Westbrook. Benim oyum Rudy'e gider. Katılabilirse kazanır mı bilemem ama kazanmasını da çok isterim.
P.S: Iguodala, dayı be, sen de bir kere daha katılsaydın şuna. Alsaydın intikamını Nate'den...
Yarışmaya katılacak olan dördüncü oyuncuyu ise oylar belirleyecek. Bucks'tan Joe Alexsander, Blazers'tan Rudy Fernandez ve Thunder'dan Russell Westbrook. Benim oyum Rudy'e gider. Katılabilirse kazanır mı bilemem ama kazanmasını da çok isterim.
P.S: Iguodala, dayı be, sen de bir kere daha katılsaydın şuna. Alsaydın intikamını Nate'den...
500!
Geçen gün bizim Samed'le Çark Caddesi'nde yürürken, konusu nereden açıldı hatırlamıyorum ama, belki de çoğu kişinin daha önce yaptığı bir muhabbeti, klasik ateş başı sahil şarkılarını, konuştuk. Neler vardı?
Sebebi şu, hayatımın önemli bir anında yeri olan bir şarkıdır o şarkı. Hani olur ya, en azından bana oluyor sıklıkla, bir yerde duyup sevmediğiniz bir şarkı bir dizide ya da bir filmde öyle bir sahnede girer ki arkadan, o şarkıyı seveceğiniz tutar ve unutamayacağınız bir şarkı olur... Öyle işte biraz... Misal, Beck'ten Lost Cause ve Keane'den Everybody's Changing, Scrubs'tan Önce ve Scrubs'tan sonra olmak üzere ikiye ayrılan şarkılardır bende. Bloc Party'nin This Modern Love'ı da How I Met Your Mother'da aynı etkiyi yaptı.
Böyle esince bana o ana kadar winamp'te yaptığım tüm listeyi boşalttım, bende bir şekilde iz bırakan tüm şarkıları doldurdum içine arşivden çıkarıp...
110 - Özledim Seni... Ben Sakarya'daydım, kız arkadaşım İstanbul'da... Sık gidemiyordum o aralar, ayda bir civarı. İkimiz de aynı şarkıyı dinlerken telefonda konuşurduk. Şimdi saçma ve çocukça geliyor ama hangimizin Telsim Tarifeli Aşkları'ndan oluşan bir geçmişi yok ki?
Snow Patrol - Set The Fire To Third Bar... Kendisiyle alakasız bir yerde tanışmıştık. Nasıl etkilendik birbirimizden bilmiyorum ama o hafta içinde buluşup sinemaya giden ve çıkışta sevgili hâline gelen iki kişiden bahsediyorum. We'd set the fire to the third bar...
Muse - Unintended... Üç aylık bir ayrılık döneminin sonunda gelen bir "You could be my unintended" mesajı... Bunu şarkının gidişatına ve sözlerine bakacak olursak benim ona atmam gerekiyordu belki de ama çok da mühim değil...
R.E.M. - Daysleeper... American Pie tadında unutulmaz bir gençlik tatili soundtrack'i olarak kazılıdır beynimde.
Teoman - O Yaz... Yaz aşkları desem kâfidir herhalde.
The Beatles - Girl... Arkadaşın yazlığında bir hafta geçireceğiz. Laptop'lar, hub'lar, gitarlar vs... Her şey hazır. Bir vakit öyle daraldık ki, iki kadeh rakı koyalım da balkonda muhabbet edelim dedik. Yazın serin gecesi, rakı-peynir-kavun triosu a capella için emir bekliyor. Birinin ağzından bir kelime çıkmasına bağlıydı her şey, o da oldu... "Is there anybody going to listen my story all about the girl who came to stay" diye girince bulduk sabahı...
Daha nicelerini sayabilirim, daha nicelerini sayabilirsiniz. Bu bir hastalık mı bilmiyorum... Sanki buraya yazdığım her yazıyı etiketlediğim gibi hayatımın benim için önemli olan her anına bir şarkı refakat etmiş. Parmağına ip bağlamak kadar basit aslında, unutmamak adına.
Şimdi bakınca şaka maka Genç Subaylar ile 500 yazıyı devirdik bu yazı ile birlikte. Dışarıyla pek paylaşmadığımız için şu 500 yazıya gelene kadar ne çektiğimizi bir biz biliriz bir de yukarıdaki bilir. Acısıyla, tatlısıyla gibi bir klişe olsun istemiyorum ama acısıyla tatlısıyla bu kadar yazı yazmış olduk lan harbiden.
Türlü badireler atlattık, yeri geldi aramızda küsenler oldu, tribal enfeksiyondan yataklara düşenlerimiz oldu. Blog'un iki kere kalbi durdu, iki kere tekrar çalıştı. Artık değerini daha çok bildiğimizi düşünüyorum. Belki tam olarak sebebi blog değil, aslında her şey batug.com'dan çıkma ama her gece MSN'de konuşacak bir şeyler bulup eğlenebiliyorsak, günün yorgunluğunu atabiliyorsak ve yüzümüz gülüyorsa sonunda bunun değerini bilmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Belki de bu yüzdendir ki tez zamanda hayata geçirmeye çalıştığımız bir proje var elimizde, birbirimize olan sevgi, saygı ve güvenin eseridir bu. Şu beş yüz yazının yazılmış olması kısmına gelene kadar, tabiri caizse, kıçını yırtan ve hepimizi koordine eden Kıçdeşen Jack Gürkan'a da özel olarak bir teşekkür etmek gerekiyor sanırım. Teşekkür faslına da onunla başlamak farzdır heeee, cızzzzz.
"Olum herkese mail at da duyur şu kararları"
"Benim yazıdaki imla hatalarını düzenlesene be hocu"
"Şu yazıya bi' fotoğraf ayarla be dayıgil"
"Gürkan, açsana bi' photoshop'u be babacım"
"Gürkan, benim yazıyı -şu- tarihte yayınlarsın unutma. Diğerini de üç gün sonra. Aman karıştırayım deme..."
"Gürkan şu banner'ı değiştirelim artık. Bir el at sana zahmet"
"Gürkan tasarımı değiştirsek mi yav?"
gibi binbir türlü isteğe küfretmeden karşılık veren ve çoğu zaman da hepsini halleden Gürkan... Alnından öpmek lazım seni.
Ortalığı yerinden oynatmadık, kitleleri peşimizden sürüklemiyoruz, sokakta şapka ve gözlükle dolaşacak kadar şöhret sahibi değiliz ama kendi yağımızda kavrulduğumuz bu blog'da eğleniyoruz hep beraber. Bu sebeptendir ki 500. yazının şarkısı şu an şans eseri çalmaya başlayan Here Comes The Sun olsun benim için. Güzel günler göreceğiz; güneşli günler hesabı oldu biraz ama idare ediver. Hem ne farkeder ki? İleride bu şarkı çaldığında "Ulan alt tarafı 500. yazı için yazı yazmam gerekiyormuş, kitap yazmışım mnkym" diyerek hatırlayacağım bir an ve konu dahilinde dostlarım var.
Teşekkürler Gürkan,
Teşekkürler Gani,
Teşekkürler Oğuz,
Teşekkürler, Mert,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler İsmail,
Teşekkürler Kubilay,
Teşekkürler Çağrı,
Teşekkürler Seko,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk...
Takip eden ve ekstradan yorumlarını esirgemeyen sizlere de teşekkürler.
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk...
Kültür Başkenti Genç Subaylar.
Ağlamıyorum lan! Gözüme sigara dumanı kaçtı! Dağılın be, yeter!
- Akdeniz Akşamları (Aslında kimin bu şarkı? İbo'nun mu?)
- Sevdan Bir Ateş (Düşsokağı Sakinleri)
- Sözlerimi Geri Alamam (Bulutsuzluk Özlemi)
- Nothing Else Matters (Metallica)
- Zor Aşk (Haluk Levent)
Sebebi şu, hayatımın önemli bir anında yeri olan bir şarkıdır o şarkı. Hani olur ya, en azından bana oluyor sıklıkla, bir yerde duyup sevmediğiniz bir şarkı bir dizide ya da bir filmde öyle bir sahnede girer ki arkadan, o şarkıyı seveceğiniz tutar ve unutamayacağınız bir şarkı olur... Öyle işte biraz... Misal, Beck'ten Lost Cause ve Keane'den Everybody's Changing, Scrubs'tan Önce ve Scrubs'tan sonra olmak üzere ikiye ayrılan şarkılardır bende. Bloc Party'nin This Modern Love'ı da How I Met Your Mother'da aynı etkiyi yaptı.
Böyle esince bana o ana kadar winamp'te yaptığım tüm listeyi boşalttım, bende bir şekilde iz bırakan tüm şarkıları doldurdum içine arşivden çıkarıp...
110 - Özledim Seni... Ben Sakarya'daydım, kız arkadaşım İstanbul'da... Sık gidemiyordum o aralar, ayda bir civarı. İkimiz de aynı şarkıyı dinlerken telefonda konuşurduk. Şimdi saçma ve çocukça geliyor ama hangimizin Telsim Tarifeli Aşkları'ndan oluşan bir geçmişi yok ki?
Snow Patrol - Set The Fire To Third Bar... Kendisiyle alakasız bir yerde tanışmıştık. Nasıl etkilendik birbirimizden bilmiyorum ama o hafta içinde buluşup sinemaya giden ve çıkışta sevgili hâline gelen iki kişiden bahsediyorum. We'd set the fire to the third bar...
Muse - Unintended... Üç aylık bir ayrılık döneminin sonunda gelen bir "You could be my unintended" mesajı... Bunu şarkının gidişatına ve sözlerine bakacak olursak benim ona atmam gerekiyordu belki de ama çok da mühim değil...
R.E.M. - Daysleeper... American Pie tadında unutulmaz bir gençlik tatili soundtrack'i olarak kazılıdır beynimde.
Teoman - O Yaz... Yaz aşkları desem kâfidir herhalde.
The Beatles - Girl... Arkadaşın yazlığında bir hafta geçireceğiz. Laptop'lar, hub'lar, gitarlar vs... Her şey hazır. Bir vakit öyle daraldık ki, iki kadeh rakı koyalım da balkonda muhabbet edelim dedik. Yazın serin gecesi, rakı-peynir-kavun triosu a capella için emir bekliyor. Birinin ağzından bir kelime çıkmasına bağlıydı her şey, o da oldu... "Is there anybody going to listen my story all about the girl who came to stay" diye girince bulduk sabahı...
Daha nicelerini sayabilirim, daha nicelerini sayabilirsiniz. Bu bir hastalık mı bilmiyorum... Sanki buraya yazdığım her yazıyı etiketlediğim gibi hayatımın benim için önemli olan her anına bir şarkı refakat etmiş. Parmağına ip bağlamak kadar basit aslında, unutmamak adına.
Şimdi bakınca şaka maka Genç Subaylar ile 500 yazıyı devirdik bu yazı ile birlikte. Dışarıyla pek paylaşmadığımız için şu 500 yazıya gelene kadar ne çektiğimizi bir biz biliriz bir de yukarıdaki bilir. Acısıyla, tatlısıyla gibi bir klişe olsun istemiyorum ama acısıyla tatlısıyla bu kadar yazı yazmış olduk lan harbiden.
Türlü badireler atlattık, yeri geldi aramızda küsenler oldu, tribal enfeksiyondan yataklara düşenlerimiz oldu. Blog'un iki kere kalbi durdu, iki kere tekrar çalıştı. Artık değerini daha çok bildiğimizi düşünüyorum. Belki tam olarak sebebi blog değil, aslında her şey batug.com'dan çıkma ama her gece MSN'de konuşacak bir şeyler bulup eğlenebiliyorsak, günün yorgunluğunu atabiliyorsak ve yüzümüz gülüyorsa sonunda bunun değerini bilmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Belki de bu yüzdendir ki tez zamanda hayata geçirmeye çalıştığımız bir proje var elimizde, birbirimize olan sevgi, saygı ve güvenin eseridir bu. Şu beş yüz yazının yazılmış olması kısmına gelene kadar, tabiri caizse, kıçını yırtan ve hepimizi koordine eden Kıçdeşen Jack Gürkan'a da özel olarak bir teşekkür etmek gerekiyor sanırım. Teşekkür faslına da onunla başlamak farzdır heeee, cızzzzz.
"Olum herkese mail at da duyur şu kararları"
"Benim yazıdaki imla hatalarını düzenlesene be hocu"
"Şu yazıya bi' fotoğraf ayarla be dayıgil"
"Gürkan, açsana bi' photoshop'u be babacım"
"Gürkan, benim yazıyı -şu- tarihte yayınlarsın unutma. Diğerini de üç gün sonra. Aman karıştırayım deme..."
"Gürkan şu banner'ı değiştirelim artık. Bir el at sana zahmet"
"Gürkan tasarımı değiştirsek mi yav?"
gibi binbir türlü isteğe küfretmeden karşılık veren ve çoğu zaman da hepsini halleden Gürkan... Alnından öpmek lazım seni.
Ortalığı yerinden oynatmadık, kitleleri peşimizden sürüklemiyoruz, sokakta şapka ve gözlükle dolaşacak kadar şöhret sahibi değiliz ama kendi yağımızda kavrulduğumuz bu blog'da eğleniyoruz hep beraber. Bu sebeptendir ki 500. yazının şarkısı şu an şans eseri çalmaya başlayan Here Comes The Sun olsun benim için. Güzel günler göreceğiz; güneşli günler hesabı oldu biraz ama idare ediver. Hem ne farkeder ki? İleride bu şarkı çaldığında "Ulan alt tarafı 500. yazı için yazı yazmam gerekiyormuş, kitap yazmışım mnkym" diyerek hatırlayacağım bir an ve konu dahilinde dostlarım var.
Teşekkürler Gürkan,
Teşekkürler Gani,
Teşekkürler Oğuz,
Teşekkürler, Mert,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler İsmail,
Teşekkürler Kubilay,
Teşekkürler Çağrı,
Teşekkürler Seko,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk...
Takip eden ve ekstradan yorumlarını esirgemeyen sizlere de teşekkürler.
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk...
Kültür Başkenti Genç Subaylar.
Ağlamıyorum lan! Gözüme sigara dumanı kaçtı! Dağılın be, yeter!
Douglas McGiven
Sabunda ve Otelcilik Anlayışında Güven'in Adı...
Sabunda ve Otelcilik Anlayışında Güven'in Adı...
Medar-ı İftihar Eserleri #8: Christmas Spirit
Babamın işten dönüşünü hepimiz dört gözle bekledik. Mutant değildik ama dört gözle bekleyebiliyorduk, bu da ayrı bir günün konusu olabilir. Neyse, babam gelir gelmez alışveriş için evden çıktık.
Sen kullanmak ister misin? diye sorduğunda bana, nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Babam arabayı pek öyle vermeye hevesli biri olmamıştı hiçbir zaman ama zaten bu arabayı alırken de "Ben artık uğraşmak istemiyorum arabayla falan, sen istiyorsan alalım sen kullan" demişti de gerçekçi gelmemişti. Yine dalga geçiyordur diye düşünüğümü de yalanlamak istemiyorum. Ama şu anda güç bende, kontrol bende. İçimdeki hız yapma tutkusu o kadar büyüyor ki, kendimi tutamıyorum. Sanki birazdan dünya'nın gelmiş geçmiş en hızlı insanı olmak adına ilk denememi yapacağım, yapmalıyım da...
Aslına bakarsan yapardım da... Babam "Dur şu sucuk reyonunda, sucuk çekti canım. Sucuk alalım..." diyince işin büyüsü bozuldu tabi ki. Bu, ardı arkası kesilmeyecek bir duraklamalar zincirinin başlangıcıydı. "Her reyonda durursak ben nasıl süreceğim bunu kardeşim?" bakışımı attım ama pek oralı olmadı kendisi. Vazgeçtim abi, bu şartlar altında hız yapamazsın. Annem de arkadan habire "Dikkatli sür şunu, birine çarpacaksın" diyip duruyor. Yahu Migros'un alışveriş arabası bu, en fazla ne olabilir ki? Babam yalnız muhabbet etme fırsatımız olduğu zamanlarda geyik çevirmek için söylerdi hep; "Evlat, araban olunca anlarsın. Kadını ön koltuğa da oturtsan arka koltuğa da oturtsan sana hep müdahele edecek ve seni de panik yaptıracak tepkiler verecektir. İşte bu yüzden tek eşlilikten yanayım." O zamanlar anlamazdım ama şimdilerde hak veriyorum kendisine...
Alışveriş işlemi Christmas'a dair en sevdiğim işlerden biri. Mağazalar bir hafta öncesinden süslenip püslenmeye başlanır. Sanki senden çok hoşlanan bir kıza verdiğin randevu gibidir. O kadar heyecanlanır ki kız, randevu gününe kadar eli ayağına dolanır. Tabi ki bu benzetmeyi mağazalara entegre ettiğinde paranı seven kız profili de oluşmuyor değil. He, hemen onayla sen de "Evet öyle oluyor" de, eksik kalma. Sanane kardeşim, yazı benim değil mi?
Bu para saçma işlemi, alınan gizli gizli hediyelerden sonra işin üç aşamadan oluşan diğer eğlenceli kısmı geliyor...
Bazen halamlar, amcamlar da gelir; bazen de tek başımıza kutlarız Christmas'ı evimizde. Aslında evimizde şömine yok ama Christmas'a ayıp olmasın diye babamın yaptığı ve yukarıdaki fotoğrafa benzeyen yapay bir şöminemiz var. Onun karşısına geçer, şaraplarımızı içer eğleniriz. Kimi zaman babam bize eski Christmas'ları anlatır, efsanelerden söz ederek korkutmaya çalışır. Bazen annem yemek tarifleri anlatır, ki bence çok gereksiz bir şey, bazen de ben Christmas ayağına herkes mutluyken bütünlemelerden geçemeyip okulu uzattığıma dair hikayeler anlatırım.
Koca bir hafta sonunda yepisyeni bir yıla girdiğimizde birbirimize çok fazla vakit ayırdığımızdan öyle bir hâle geliriz ki bıkkınlığın doruklarında cirit atar buluruz kendimizi, "Ulan burada da mı siz?" diyerek kaçacak delik ararız. Bence Christmas Ruhu ve bize anlatmak istediği şudur: Aile kutsaldır, ibadetin bokunu çıkarma. Bak işine, ara sıra uğrar taparsın... Tabi ki daha nice dersler çıkarılabilir, ben de çıkardım. Zaten bunların hepsini, Christmas Ruhu ve Bize Anlatmak İstedikleri adlı kitabımda anlattım, açıkladım.
Bir sözüm de hükümete olacak... 2 Ocak, Cuma'ya denk geliyor. Tatil etsene kardeşim, ne uğraştırıyorsun insanları bir gün için? Hayret bir şey ya...
Türlü yazılarıma alakalı ya da alakasız şekillerde haberleri olmadan konuk olmuş -ki zaten haberleri olsa da telif istemeyeceklerine gönülden inandığım- başta Puff Daddy McGiven olmak üzere sevgili aileme... Öncelikle Batuğ Abi ve Muyu olmak üzere tüm Batug.com ailesine... Genç Subaylar çatısı altında beraber yazdığım tüm mesai dostlarıma... Batug.com dışında yazılarımızı takip eden öncelikle Adsız Alkoliklere özel olmak üzere tüm dostlara ve geri kalan herkese olabileceği kadar güzel bir Pirelli 2009 takvimi diliyorum. Meri krismıs ma meyts...
Sen kullanmak ister misin? diye sorduğunda bana, nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Babam arabayı pek öyle vermeye hevesli biri olmamıştı hiçbir zaman ama zaten bu arabayı alırken de "Ben artık uğraşmak istemiyorum arabayla falan, sen istiyorsan alalım sen kullan" demişti de gerçekçi gelmemişti. Yine dalga geçiyordur diye düşünüğümü de yalanlamak istemiyorum. Ama şu anda güç bende, kontrol bende. İçimdeki hız yapma tutkusu o kadar büyüyor ki, kendimi tutamıyorum. Sanki birazdan dünya'nın gelmiş geçmiş en hızlı insanı olmak adına ilk denememi yapacağım, yapmalıyım da...
Aslına bakarsan yapardım da... Babam "Dur şu sucuk reyonunda, sucuk çekti canım. Sucuk alalım..." diyince işin büyüsü bozuldu tabi ki. Bu, ardı arkası kesilmeyecek bir duraklamalar zincirinin başlangıcıydı. "Her reyonda durursak ben nasıl süreceğim bunu kardeşim?" bakışımı attım ama pek oralı olmadı kendisi. Vazgeçtim abi, bu şartlar altında hız yapamazsın. Annem de arkadan habire "Dikkatli sür şunu, birine çarpacaksın" diyip duruyor. Yahu Migros'un alışveriş arabası bu, en fazla ne olabilir ki? Babam yalnız muhabbet etme fırsatımız olduğu zamanlarda geyik çevirmek için söylerdi hep; "Evlat, araban olunca anlarsın. Kadını ön koltuğa da oturtsan arka koltuğa da oturtsan sana hep müdahele edecek ve seni de panik yaptıracak tepkiler verecektir. İşte bu yüzden tek eşlilikten yanayım." O zamanlar anlamazdım ama şimdilerde hak veriyorum kendisine...
Alışveriş işlemi Christmas'a dair en sevdiğim işlerden biri. Mağazalar bir hafta öncesinden süslenip püslenmeye başlanır. Sanki senden çok hoşlanan bir kıza verdiğin randevu gibidir. O kadar heyecanlanır ki kız, randevu gününe kadar eli ayağına dolanır. Tabi ki bu benzetmeyi mağazalara entegre ettiğinde paranı seven kız profili de oluşmuyor değil. He, hemen onayla sen de "Evet öyle oluyor" de, eksik kalma. Sanane kardeşim, yazı benim değil mi?
Bu para saçma işlemi, alınan gizli gizli hediyelerden sonra işin üç aşamadan oluşan diğer eğlenceli kısmı geliyor...
- Çam ağacını yerleştirme
- Çam ağacını süsleme
- Hediyeleri altına dizme
Bazen halamlar, amcamlar da gelir; bazen de tek başımıza kutlarız Christmas'ı evimizde. Aslında evimizde şömine yok ama Christmas'a ayıp olmasın diye babamın yaptığı ve yukarıdaki fotoğrafa benzeyen yapay bir şöminemiz var. Onun karşısına geçer, şaraplarımızı içer eğleniriz. Kimi zaman babam bize eski Christmas'ları anlatır, efsanelerden söz ederek korkutmaya çalışır. Bazen annem yemek tarifleri anlatır, ki bence çok gereksiz bir şey, bazen de ben Christmas ayağına herkes mutluyken bütünlemelerden geçemeyip okulu uzattığıma dair hikayeler anlatırım.
Koca bir hafta sonunda yepisyeni bir yıla girdiğimizde birbirimize çok fazla vakit ayırdığımızdan öyle bir hâle geliriz ki bıkkınlığın doruklarında cirit atar buluruz kendimizi, "Ulan burada da mı siz?" diyerek kaçacak delik ararız. Bence Christmas Ruhu ve bize anlatmak istediği şudur: Aile kutsaldır, ibadetin bokunu çıkarma. Bak işine, ara sıra uğrar taparsın... Tabi ki daha nice dersler çıkarılabilir, ben de çıkardım. Zaten bunların hepsini, Christmas Ruhu ve Bize Anlatmak İstedikleri adlı kitabımda anlattım, açıkladım.
Bir sözüm de hükümete olacak... 2 Ocak, Cuma'ya denk geliyor. Tatil etsene kardeşim, ne uğraştırıyorsun insanları bir gün için? Hayret bir şey ya...
Türlü yazılarıma alakalı ya da alakasız şekillerde haberleri olmadan konuk olmuş -ki zaten haberleri olsa da telif istemeyeceklerine gönülden inandığım- başta Puff Daddy McGiven olmak üzere sevgili aileme... Öncelikle Batuğ Abi ve Muyu olmak üzere tüm Batug.com ailesine... Genç Subaylar çatısı altında beraber yazdığım tüm mesai dostlarıma... Batug.com dışında yazılarımızı takip eden öncelikle Adsız Alkoliklere özel olmak üzere tüm dostlara ve geri kalan herkese olabileceği kadar güzel bir Pirelli 2009 takvimi diliyorum. Meri krismıs ma meyts...
24 Aralık 2008
Christmas Day Special
25 Aralık Perşembe, 24:00
Yarın gece Hristiyan dünyasının önemli günü Christmas Day'de iki dev, son finalistler karşılacak NBA'de. Bu maç her ne kadar sıradan bir normal sezon maçı dahi olsa her iki takım için de özel anlamlar taşıyor. Zaten Celtics ve Lakers gazozuna bile maç yapsalar, kıran kırana geçerdi ama geçen yılki final serisi ve diğer bazı etkenlerden dolayı maçın heyecanı tavan yapmış durumda.
Boston açısından bakarsak, 19 galibiyet üst üste alarak klüp rekorunu kırdılar ve şu anda tam gaz yollarına devam ediyorlar. Takımda herşey tıkırında ve rakip sahada Lakers'ı yenip bir kez daha buranın ağası biziz mesajını vermek isteyeceklerdir. Ayrıca geçen yıl Houston'un gerçekleştirdiği 22 maçlık seriyi geçebilmeleri için de önlerindeki en büyük engellerden birisi bu maç. Bu maçı da kazanırlarsa 33 olan NBA rekoruna kadar gidebilirler.
Lakers ise son haftalarda kötü maçlar çıkardı. Sezon başındaki görüntüden sonra gelen dağınıklık ve sürpriz mağlubiyetler taraftarın moralini bozdu. Takımda yolunda gitmeyen şeyler var ama dün gece deplasmanda oynanan back to back New Orleans maçının kazanılmasıyla umutlar artmış durumda. Geçen yılki final serisinden sonra kendi sahasında rakibine bir mesaj vermek isteyeceklerdir mutlaka. Ayrıca Lakers bu maçı kazanırsa Phil Jackson'un da kariyerindeki 1000. galibiyeti olacak. O açıdan da anlamlı bir maç.
Maçı televizyondan izleme şansımız yok malesef. Amerikan ulusal kanalında yayınlanan maçları NBA TV veya NTV yayınlamıyor. Bu sebeple ancak internet üzerinden izleyebilecez. Derbilerde favori olmaz deyip bitireyim.
Boston açısından bakarsak, 19 galibiyet üst üste alarak klüp rekorunu kırdılar ve şu anda tam gaz yollarına devam ediyorlar. Takımda herşey tıkırında ve rakip sahada Lakers'ı yenip bir kez daha buranın ağası biziz mesajını vermek isteyeceklerdir. Ayrıca geçen yıl Houston'un gerçekleştirdiği 22 maçlık seriyi geçebilmeleri için de önlerindeki en büyük engellerden birisi bu maç. Bu maçı da kazanırlarsa 33 olan NBA rekoruna kadar gidebilirler.
Lakers ise son haftalarda kötü maçlar çıkardı. Sezon başındaki görüntüden sonra gelen dağınıklık ve sürpriz mağlubiyetler taraftarın moralini bozdu. Takımda yolunda gitmeyen şeyler var ama dün gece deplasmanda oynanan back to back New Orleans maçının kazanılmasıyla umutlar artmış durumda. Geçen yılki final serisinden sonra kendi sahasında rakibine bir mesaj vermek isteyeceklerdir mutlaka. Ayrıca Lakers bu maçı kazanırsa Phil Jackson'un da kariyerindeki 1000. galibiyeti olacak. O açıdan da anlamlı bir maç.
Maçı televizyondan izleme şansımız yok malesef. Amerikan ulusal kanalında yayınlanan maçları NBA TV veya NTV yayınlamıyor. Bu sebeple ancak internet üzerinden izleyebilecez. Derbilerde favori olmaz deyip bitireyim.
Bud!
Taa 15 Ekim'de göndermişim Guiness Beer ile ilgili -sizi bilemem ama- benim gülmekten yerlere yattığım reklamı. Bu sefer başka bir bira markası, Budweiser'ın, komik olmasa da eğlendiren ve etkileyici reklamı var elimde. Paylaşma ihtiyacı duydum, Papasito'ya ve Oranj'a selamlar... Miller hâlâ gönlümün sultanı.
Yaşar Alptekin Olmak
De ki: Çağırın şu Allah'tan başka kendilerinden bir şeyler umduklarınızı, birşeyler var sandıklarınızı. Onlar ne göklerde ve ne de yerde zerre kadar birşeye sahip değillerdir. Ne göklerde, ne yerde Allah'a bir ortaklıkları olmadığı gibi, O'nun onlardan hiçbir destekçisi de yok. Allah'ın izin verdikleri dışında kimsenin şefaati fayda vermez. (34 Sebe' 22-23.)
Allah ile beraber başka hiçbir ilaha yalvarma. O'ndan ilah yoktur. O'ndan başka herşey helak olacaktır. Hüküm yalnızca O'nun ve O'na döndürüleceksiniz (28 Kasas 88.)
Yukardaki sureler malum, benim uydurmam değil. Tanıyanlar zaten bilir dini meselelerde çok aktif biri de değilimdir... Ne gerek var be abicim dini böyle işlere alet etmeye. Kimsede çıkıp ne ayaksın sen dememiş helal olsun. Kendi silahınla vurulmak bu olsa gerek...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)