16 Aralık 2008

Babam, Ben ve Spor

Haftasonu uzun zamandır beklediğim Tottenham - Manchester Unidet maçı vardı. Öyle ki izleyebilmek için çanak anteni, adını ilk kez duyduğum uydulara doğru çevirdim çanakçıyla. Apartmanın ortak uydusuydu, izleyebilmek için hazırdı ekipmanlarım. Maç saatine dikkat etmemiştim ama akşamüstü olsa gerek diye düşündüm. Çok güzel bir 90 dakika beni bekliyordu. Sonra maç sabahı internete girdim, tam saatini öğrenmek için maçın. Maç 19:30'daydı. Güzel ve oldukça içten bir hassiktir çektim. Babam o saatte evde akşam haberlerini izlerdi kesin. Evde başka televizyon vardı ama onlara geçemezdim. Ayarlanmamıştı hiçbiri, ayarlanacak donanımları da yoktu zaten.

Sanki babam asan kesen, hiçbir bok izletmeyen bir adam gibi oldu ama spor anlamında öyle sayılabilir. Milli maçlar dışında hiçbir maça itibar etmez, açık oturum programlarında yapılan laf kalabalığının içinde kaybolmayı tercih eder. Şunu da anlatmalyım: Pivot dergisine yazmaya başlamıştım, dergi kapanmadan önceki son 10 sayı falandı. Dergi çıktı, heyecanla gidip aldım bayiden sabahın erkeninde, pazar günüydü. Eve geldim, branch havasındaki pazar kahvaltılarımızdan birine başlıyorduk. Çıkardım dergiyi gösterdim babama. Babam alıp bakmadı dergiye. Tepkisi "Seni İstanbul'a dergilere yaz diye yollamadık. Asıl işini yap yeter." oldu. Ailemle yaptığım pazar kahvaltılarını hayatta bir çok şeye değişmem. Öyle büyüktür o kahvaltıdan aldığım haz ama o günkü kahvaltı belki de geçirdiğim en boktan pazar kahvaltısıydı.

Belki de ilk kez dinlemedim babamı adam gibi. Onun onaylamadığı bir olayın peşinden gittim ısrarla. Bu ısrarımın en büyük destekçisi de içinde bulunmaktan büyük gurur ve huzur bulduğum çok sevgili batug.com ailesinin güzelliği oldu. Çok kapılar açıldı sonra, çok iyi dostlarım oldu. Çok nane muhabbetler ettik editör yardımcısı ve yazar arkadaşlarla alkoller eşliğinde.

"Seko lan, sen topçuların karılarını incele."

"Çok sevdik be Gani..."

Maç saati yaklaştı. Babamla yalnızdık evde, tabi ki haberler açık. Arada durup durup politik yorumlar gelir oldu babamdan: "Çarşaf işi Baykal'ı götürür." Sonra çok az bir umutla istedim kumandayı. Maç başlayacaktı bir bakayım dedim çekinerek. Önce duymadı ya da duymamazlıktan geldi. Sonra bir daha istedim. Bu sefer karşı koltuktan attı kumandayı, doğruldu ve gömleğinin cebinden sigara çıkartıp yaktı. Ben de o ara hemen açtım maçı. Başlayalı 4-5 dakika olmuştu. Her maçın başında yaşanan o maça ısınma evresi sahadakiler için bitmişti. Haliyle ben de direk daldım olaya, maçın bana verdiği zevk had safhada.

Babam da doğruldu ağzındaki sigarayı eline alıp. Kimin maçı bu dedi. Söyledim, arkasından da Ronaldo'yu gösterdim. En iyi topçu seçildi dedim. At gibi zaten diyerek cevap verdi. Maçı izledik sonra babamla. Hayatımda bir ilk gerçekleşiyordu. İlk kez babamla taraftarlık adına değil de spor adına bir maç izliyorduk. En azından babam benim için izliyordu. Arada bir sıkılmadığını göstermek için yorum yapıyordu. Çok fazla ilgilenmediği için futbolla bilmezdi maça dair yorum yapmayı. O yüzden maçın dışındaki olaylar hakkında yorum yaptı. Oyuncularda hiç itiraz yok ama, stadyum da güzelmiş, herkes oturarak izliyor maçı, arada da hiç tel örgü yok çok yakınlar sahaya gibi bir kaç yorum yaptı. İnşaat mühendisi babam, ondan dolayı da stadyumun yapısal öğelerine daha çok takıldı. Çok yağmur yağıyordu o sıra Londra'da, bir ara zeminde hiç su birikmemesine şaştı ve konuyu kendince irdeledi.

Sonra maç bitti. Hiç gol olmadı ama pozisyon zenginliği vardı. Babam memnun kalmış gibi görünüyordu, yüzü öyle gibiydi en azından. Ama maçtan dolayı değil, benim onunla maç izlememden aldığım hazdan dolayı memnundu. Çok açıktı, spor anlamında ciddi girişimler yapıp ciddi sonuçlar almamı sallamayan babam, bu haftasonu benimle belki de içimde kalan ve en çok yapmak istediğim şeyler arasında oldukça üst sıralarda olan şeyi yaptı.

Hiç tatmadığım duygular ile bitirirken maçı anladım ki insanın babasıyla maç izlemesi, spor konuşması, spor yapması hakikaten çok büyük bir zevk. Babası benim babam gibi olmayan, yani sporla oldukça içli dışlı babaları olan arkadaşlarımın baba-oğul spor anılarını dinlerken anlamazdım hiç bu üçlünün bu kadar içten, bu kadar etkili olduğunu.

Biliyorum, artık koca adam oldum ve babamla spor anlamında asıl geçirmem gereken zamanları geçiremeden büyüdüm. Eve ayda bir falan gidebiliyorum. Ancak bayramlarda seyranlarda 4-5 gün üst üste görüşebiliyoruz. Yani yıllarca her şairin, her yazarın kelimelerinde isyan ettiği hayatın acımasız gerçekleri ile ben de karşı karşıyayım. En azında az da olsa, geç de olsa bazı duyguları bugün tatmak beni oldukça rahatlatıyor. Bir daha böyle şeyler yaşamayacak oluşum bile bu rahatlığımı bozamıyor. Oysa açgözlülük hepimizin içindeki duygu, bir daha bir daha istemek. Ama ben bu isteğimin bir kez bile gerçekleşmesinden dolayı, o gün o maçı benimle birlikte sabırla izlediği için babama çok teşekkür ederim.

Diyeceğim şu ki; babam, ben ve ekranda izlediğimiz sağa sola savrulan bir top, ailece yaptığım pazar kahvaltısından bile güzelmiş. Kendi oğlumla izleyeceğim maçların tadını alana kadar pazar kahvaltısına değişebileceğim tek şey bu.

Not: Kendi babamın yanında Batug.com eşrafının büyük babası rahmetli Alparslan Evcimen'e, abimiz Batuğ Evcimen'e yaptığı spor babalığından dolayı ve bulunduğumuz ortamın hazırlanmasındaki yardımlarından dolayı teşekkür eder, kendisine saygılarımı borç bilirim. Toprağı bol olsun.