29 Aralık 2008

Medar-ı İftihar Eserleri #9: Puff Daddy McGiven feat. Snoop Doug McGiven

2001 - İlk Konserimiz: Queens

Kariyerimin zirvesindeydim. Babam ise yavaş yavaş sönmeye başlayan ve büyük patlamaya hazırlanan yıldız gibiydi adeta. Takılıyordum ara sıra, "Vay beee koca McGiven ne hâle geldi..." Yaşlanmıştı, sahne onu çok zorluyordu. Bunları bildiği hâlde ben onunla kafa bulunca kızıyordu, "Dua et de g.tünde patlayan yıldız olmayayım" diyip isyanını ritmik rap lirikleriyle dile getiriyordu.

Onun bu hâline üzülmüyor değildim. Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olur derler California'da... Tamam ben dalga geçerim de, bu ışıltılı alemde çatlak sesler de giderek yükselmeye başlamıştı. Aslında Rap alemlerini bıraktıktan sonra emekli olarak üç kuruş prodüktör maaşıyla geçiniyor olacak duruma gelmek de onu kedere sürükleyen bir durumdu. Nerede yılda 100.000.000$ nerede yılda 30.000.000$... Onun bu hâli beni endişelendiriyordu, kaygımı onunla paylaştım: "Dilersen beraber çıkalım bir turneye, finalini büyük yapar prodüktörlüğe öyle girişir mis gibi de emekli hayatı yaşarsın be daddycim"...

Başta çok kızdı. Kendimi yeni teknik direktör olduğum bir futbol takımında eskisine; "Yardımcım olarak kulüpte kal" demiş gibi hissettim. Fakat gözlerinden anlaşılıyordu ki bu dediklerimi kızmış olsa da düşünüyordu.

2001, Mayıs... Hiç unutmam, kapım çaldı. Terziye özel ördürdüğüm kadından battaniyeye sarılmışım, nasıl soğuk. Off şu sıcacık ortamdan kalkıp da ta beş kilometre öteye kapı açmaya kim gidecek şimdi? Siktir et ya... diye düşünürken telefonuma mesaj geldi; "Açsana kapıyı göt!" yazmış. Babam ilk defa evime geliyordu, hazırlandım. Ev içinde sürmekten büyük keyif aldığım akülü arabama binerek kapıya kadar gittim. Kapıyı açtığımda bir şey demedi, o bana bakıyordu ben de ona. Sessizliği bozmam gerektiğini hissettim; "İçeri gelmeyecek misin?" dedim. İzmit/Hereke'den aldığım seri numaraları alınmış dolarlardan dokuma özel halıma baktı; "İyiymiş ama vakit yok. Ben hazırım oğul!" dedi. Heyecanla menajerimi arayıp babamla bir dünya turnesine çıkacağımızı ve duyuruların, reklamların tez vakitte yapılması gerektiğini belirterek telefonu kapadım. Babamı almıştım yanıma, daha ne olsun? Stüdyo'ya gitmeliydik...

2004 - Glastonbury, Thanks to Photographer of the Rolling Stone: Sean Broadus, Jr.

"Nereye" dedi, "Stüdyo'ya babacığım" dedim; "İki kişilik bir şov ile, McGiven vücudunda hayat bulacağız! Artık birlikte bir gücüz, çalışmamız gerek"

Hoşuna gitti, gülümsedi.

Hummalı bir çalışmanın ardından nihayet Temmuz 24, 2001'de ilk konserimizi The Kings of Queens Performance Hall'da verdik. Bu kadar t.şşaklı bir ailenin ayarlayabileceği diğer yerlere nazaran böyle mütevazi bir yer seçmemizin nedeni halkın tepkisini ölçmekti, ölçemedik. Encore da encore derken pestilimiz çıktı ama mutluyduk. Beğeni topladı, baba ve oğul olarak ilk defa bir iş başarmış ve kutsal ruh'u yakalamıştık...

Her şey o kadar güzel gidiyordu ki bir rüyada gibiydik. Dünya turnesi kavramının bokunu çıkardık, o kadar sevildik ki beraber çağırılmadığımız konser dizisi, festival, karnaval, andaval, lunapark kalmadı. Yaklaşık olarak 3 sene boyunca yollardaydık. 2004 yılının Haziran sonunda Glastonbury performansımızla gözünden vurduğumuz turneyi sonlandırmaya karar vermiştik. Zira ikimizde de ekibimizde de derman kalmamıştı.

2005 - Düet albümümüzün lansmanı, yorgun ama mutluyum...

İkinci bir turneye kadar dinlenmeye karar verdik bir müddet. Babam da artık evime misafir olarak gelmeye başlamıştı. Pasifik manzaralı balkonumda rakı takılırken, biraz da korkarak, "Peder be, albüm de mi yapsak ha?" dedim. Süzdü biraz beni, rakısından bir yudum aldı ve gözlerini kısarak Pasifik'in sonundaki ufka daldı... "Sen hiç ateşböceği gördün mü evlat?" dedi, "Hayır" dedim... "Ben de görmedim ama bu albüm işi kafama hiç yatmadı evlat" dedi... Ona bestelerimden bahsettim, inanırsak yapabileceğimizi anlattım. Bir yandan ağlıyor, bir yandan isyanımı babama haykırıyordum. Bir zamanlar müzik piyasasını kasıp kavurmuş bu koca çınar nasıl korkabilirdi böyle bir şeyden? Oğlu olarak görevim onu tekrar eski hâline döndürmekti yoksa babamın günden güne eriyişine seyirci olmak beni de eritecekti! Haykırdım, suratına hayıkırdım! Sanki, sanki bir şeyler diyecek gibiydi ama söyleyemiyordu. Gözyaşları yerine sessiz kelimeler, ünsüz harfler akıyordu gözlerinden. "Ünlüyüz biz ünlü! Bize Acı yok! Para bok, acı yok madafağda!!!" diye haykırdım, "Nasıl yok ya? Oğlum, kebap acısız olur mu? Tuz ver bari." dedi. California güneşi HD kalitesiyle hücrelerimizi besliyor, Pasifik'in ılık meltemi damarlarımızı açıyordu...

İkna olmuştu, şarkılarımız hazırdı. Tam 12 parçalık bir albümle, "I, Daddy", ile baba-oğul ortak bir albüm ortaya çıkarmanın keyfini sürüyorduk. Rolling Stone'dan 4 yıldız aldık, AllMusic 5 yıldız verirken Blender da 4 yıldıza karar kıldı. Ortalama olarak 4'ün üzerindeydik ve inanılmaz bir gelir de elde ettik.

Bu sana olan aşkımın şarkısı ama
Gördüğün gibi pek de değil acıklı

Acıklı dedim de aklıma geldi
Acıka yedim kahvaltıda, çıkarken çok acıdı

sözleriyle çıktığı anda listelere 1 numaradan hatta Dow Jones'a bile 1 numaradan giren şarkımız Automatic Platonic ve hemen iki hafta sonra Automatic Platonic'i 1. sıradan alıp ikinciliğe gerileten;

Sen gittin gideli;
Pek çok kadın girdi hayatıma
Kadırgalı Aysel, Panter Emel, Kara Sevda…
Senden iyi olmasın, yine en iyileriydi sevda

Tanırsın muhtemelen sen de
Sevda gazete bayilerinde, marketlerde, sinemalarda


sözleriyle, tabir-i caiz ise, ortalığın mnakoyan şarkımız Nigga' Love bize Kıyamet Günü'ne kadar rahatça yaşayabileceğimiz miktarlarda parayı kazanmakta yardım etti. MTV tarafından verilen, Gelmiş-Geçmiş-Gelecek En İyi Baba-Oğul Ortaklığı ödülünü de Bush ailesini geride bırakarak almayı başardık. Ödül gecesi Rachel Bilson'ın dudaklarına japon gibi yapışmam ise kimseyi enterese etmedi. O kadar kudretliydik ki bunu sınamak için şükran konuşmamda seyircilere John Lennon'ın o meşhur lafını söyledim, İsa'dan bile daha ünlüyüz!, ama kimseden kınama gelmedi!

2006 - Baktık işler fena tuttu, ticarete atıldık. Kıçımızdan damlayan taharet musluğu damlalarını şişeleyip Eau De McGiven hâline getirdik. Bu da onun reklam çekiminden...

2006 yılında ise Tanrı'yı oynuyorduk. Çocuklarımıza, daha doğrusu benden itibaren gelecek çocuklara, güzel bir miras yaratmanın gururunu yaşıyorduk. Ürünlerimiz her yerde satılıyordu. Korsan olanlara bile karışmıyorduk, ona rağmen her şey çok güzeldi o derece yani.

2008'in son günlerine geldiğimizde ise başımda "Al şu parayı da çıkarttır ehliyetini, yine uyuyorsun bok böceği gibi yapışmışın yatağına" diyen bir baba vardı. "Ne oldu milyon dolarlar?" dedim, "Eve hizmetçi lazımdı hepsini Guiza'nın bonservisine yatırdım. Kalmadı para mara" dedi. Babam hem sinirli hem de Fenerbahçeli'ydi. Belki rapçi değildi ama asiliğini her daim dile getirirdi...