25 Aralık 2008

500!

Geçen gün bizim Samed'le Çark Caddesi'nde yürürken, konusu nereden açıldı hatırlamıyorum ama, belki de çoğu kişinin daha önce yaptığı bir muhabbeti, klasik ateş başı sahil şarkılarını, konuştuk. Neler vardı?
  • Akdeniz Akşamları (Aslında kimin bu şarkı? İbo'nun mu?)
  • Sevdan Bir Ateş (Düşsokağı Sakinleri)
  • Sözlerimi Geri Alamam (Bulutsuzluk Özlemi)
  • Nothing Else Matters (Metallica)
  • Zor Aşk (Haluk Levent)
Kabaca bunlar geldi aklımıza. Daha sonra eve geldiğimde boş boş otururken benim aklıma daha çok şarkı geldi de onlar opsiyona dayalı şarkılardı, o yüzden hiç gerek duymuyorum buraya eklemeye. Ulan madem söylemeyeceksin, niye yazdın tırto brass dediğinizi duyar gibiyim... S.kerim lan, keyfimin kahyâsı mısınız? demek isterdim ama bir sebebi var. O şarkıları düşünürken bir yandan Winamp'e şarkı depoluyordum geceyi geçirmek için. O an, hasbelkader, 3 Doors Down'ın Be Like That şarkısı çalmaya başladı, kalakaldım...

Sebebi şu, hayatımın önemli bir anında yeri olan bir şarkıdır o şarkı. Hani olur ya, en azından bana oluyor sıklıkla, bir yerde duyup sevmediğiniz bir şarkı bir dizide ya da bir filmde öyle bir sahnede girer ki arkadan, o şarkıyı seveceğiniz tutar ve unutamayacağınız bir şarkı olur... Öyle işte biraz... Misal, Beck'ten Lost Cause ve Keane'den Everybody's Changing, Scrubs'tan Önce ve Scrubs'tan sonra olmak üzere ikiye ayrılan şarkılardır bende. Bloc Party'nin This Modern Love'ı da How I Met Your Mother'da aynı etkiyi yaptı.

Böyle esince bana o ana kadar winamp'te yaptığım tüm listeyi boşalttım, bende bir şekilde iz bırakan tüm şarkıları doldurdum içine arşivden çıkarıp...

110 - Özledim Seni... Ben Sakarya'daydım, kız arkadaşım İstanbul'da... Sık gidemiyordum o aralar, ayda bir civarı. İkimiz de aynı şarkıyı dinlerken telefonda konuşurduk. Şimdi saçma ve çocukça geliyor ama hangimizin Telsim Tarifeli Aşkları'ndan oluşan bir geçmişi yok ki?

Snow Patrol - Set The Fire To Third Bar... Kendisiyle alakasız bir yerde tanışmıştık. Nasıl etkilendik birbirimizden bilmiyorum ama o hafta içinde buluşup sinemaya giden ve çıkışta sevgili hâline gelen iki kişiden bahsediyorum. We'd set the fire to the third bar...

Muse - Unintended... Üç aylık bir ayrılık döneminin sonunda gelen bir "You could be my unintended" mesajı... Bunu şarkının gidişatına ve sözlerine bakacak olursak benim ona atmam gerekiyordu belki de ama çok da mühim değil...

R.E.M. - Daysleeper... American Pie tadında unutulmaz bir gençlik tatili soundtrack'i olarak kazılıdır beynimde.

Teoman - O Yaz... Yaz aşkları desem kâfidir herhalde.

The Beatles - Girl... Arkadaşın yazlığında bir hafta geçireceğiz. Laptop'lar, hub'lar, gitarlar vs... Her şey hazır. Bir vakit öyle daraldık ki, iki kadeh rakı koyalım da balkonda muhabbet edelim dedik. Yazın serin gecesi, rakı-peynir-kavun triosu a capella için emir bekliyor. Birinin ağzından bir kelime çıkmasına bağlıydı her şey, o da oldu... "Is there anybody going to listen my story all about the girl who came to stay" diye girince bulduk sabahı...

Daha nicelerini sayabilirim, daha nicelerini sayabilirsiniz. Bu bir hastalık mı bilmiyorum... Sanki buraya yazdığım her yazıyı etiketlediğim gibi hayatımın benim için önemli olan her anına bir şarkı refakat etmiş. Parmağına ip bağlamak kadar basit aslında, unutmamak adına.

Şimdi bakınca şaka maka Genç Subaylar ile 500 yazıyı devirdik bu yazı ile birlikte. Dışarıyla pek paylaşmadığımız için şu 500 yazıya gelene kadar ne çektiğimizi bir biz biliriz bir de yukarıdaki bilir. Acısıyla, tatlısıyla gibi bir klişe olsun istemiyorum ama acısıyla tatlısıyla bu kadar yazı yazmış olduk lan harbiden.

Türlü badireler atlattık, yeri geldi aramızda küsenler oldu, tribal enfeksiyondan yataklara düşenlerimiz oldu. Blog'un iki kere kalbi durdu, iki kere tekrar çalıştı. Artık değerini daha çok bildiğimizi düşünüyorum. Belki tam olarak sebebi blog değil, aslında her şey batug.com'dan çıkma ama her gece MSN'de konuşacak bir şeyler bulup eğlenebiliyorsak, günün yorgunluğunu atabiliyorsak ve yüzümüz gülüyorsa sonunda bunun değerini bilmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Belki de bu yüzdendir ki tez zamanda hayata geçirmeye çalıştığımız bir proje var elimizde, birbirimize olan sevgi, saygı ve güvenin eseridir bu. Şu beş yüz yazının yazılmış olması kısmına gelene kadar, tabiri caizse, kıçını yırtan ve hepimizi koordine eden Kıçdeşen Jack Gürkan'a da özel olarak bir teşekkür etmek gerekiyor sanırım. Teşekkür faslına da onunla başlamak farzdır heeee, cızzzzz.

"Olum herkese mail at da duyur şu kararları"
"Benim yazıdaki imla hatalarını düzenlesene be hocu"
"Şu yazıya bi' fotoğraf ayarla be dayıgil"
"Gürkan, açsana bi' photoshop'u be babacım"
"Gürkan, benim yazıyı -şu- tarihte yayınlarsın unutma. Diğerini de üç gün sonra. Aman karıştırayım deme..."
"Gürkan şu banner'ı değiştirelim artık. Bir el at sana zahmet"
"Gürkan tasarımı değiştirsek mi yav?"

gibi binbir türlü isteğe küfretmeden karşılık veren ve çoğu zaman da hepsini halleden Gürkan... Alnından öpmek lazım seni.

Ortalığı yerinden oynatmadık, kitleleri peşimizden sürüklemiyoruz, sokakta şapka ve gözlükle dolaşacak kadar şöhret sahibi değiliz ama kendi yağımızda kavrulduğumuz bu blog'da eğleniyoruz hep beraber. Bu sebeptendir ki 500. yazının şarkısı şu an şans eseri çalmaya başlayan Here Comes The Sun olsun benim için. Güzel günler göreceğiz; güneşli günler hesabı oldu biraz ama idare ediver. Hem ne farkeder ki? İleride bu şarkı çaldığında "Ulan alt tarafı 500. yazı için yazı yazmam gerekiyormuş, kitap yazmışım mnkym" diyerek hatırlayacağım bir an ve konu dahilinde dostlarım var.

Teşekkürler Gürkan,
Teşekkürler Gani,
Teşekkürler Oğuz,
Teşekkürler, Mert,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler İsmail,
Teşekkürler Kubilay,
Teşekkürler Çağrı,
Teşekkürler Seko,
Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk...

Takip eden ve ekstradan yorumlarını esirgemeyen sizlere de teşekkürler.

Teşekkürler Berk,
Teşekkürler Berk...

Kültür Başkenti Genç Subaylar.

Ağlamıyorum lan! Gözüme sigara dumanı kaçtı! Dağılın be, yeter!

Douglas McGiven
Sabunda ve Otelcilik Anlayışında Güven'in Adı...