Geçenlerde yolda yürüyorum... Atkımı kravat modunda dolamışım boynuma, üstümde ceketim. Rüzgara karşı işemek cadde ortasında ayıp olur dercesine yürümeye çabalıyorum rüzgara karşı, ceketimin uçları sonsuzluğa yaslanıyor.
Eski bir tanıdık gördüm yolculuğumun bir bölümünde. Karşıdan bana geliyordu ve gözlerimiz denk düştü. Bir an için tereddüt ettik acaba "o mu?" diye. İkimiz de "o" olduğumuzun farkında vardığımızda kaydı gözlerimiz kilit taşlı kaldırımlara. O bana yaklaşıyordu, doğal olarak ben de ona. Gözlerimiz denk düştü "kaale alsam mı?" bakışlarımızı attık. "E bu kadar göz göze geldikten sonra selam vermemek ayıp olur" diye düşündüğümüzde gözlerimiz VESTEL tabelasına kaydı aynı anda, gayri ihtiyari bir şekilde.
İyiden iyiye yaklaşmıştık birbirimize, gözlerimiz bir kez daha denk düştü... "İlk kim konuşmalı?" bakışlarını atıyorduk o sıra birbirimize ki gözlerinden dudaklarına yansıdı kelimeler, "Abi naber?" dedi... "S.kerler abini lan puşt!" diye cevap verdim.
Buralarda ilk selamı ben verir, ilk kelamı ben ederim. Omzumu vurup geçtiğimde o hâlâ, "Ne oluyor lan?" bakışını atıyordu arkamdan ve ben olanları geçmişte bırakıp önüme "Ebenin a.ı oldu" bakışını atıyordum.
Karşıdan gelen, olaya şahit olmuş bir teyzeyle göz göze geldik; "Haklısın oğul" bakışını attığını gördüm bana. "Sen karışma teyze, benim şahsi meselem. Bak işine..." bakışımı atıp yoluma devam ederken kalp ritmim 9/4'lüktü... "Boyu posu devrilesice" bakışını atmadıysa teyze, ben de adam değilim be...