
2010 NBA All-Star karşılaşması Dallas'ta oynanacak. Organizasyon, şehrin futbol takımı olan Cowboys'un inşa edilmekte olan yeni salonunda yapılacak.

Utah için basketbol medyamızın genel yorumudur; bütün parçalara sahipler cümlesi. Haksız bir yorum da değil, gerçekten de NBA'in en komple kadrolarından birine sahipler, ancak iki sezondur bu kaliteli kadronun kendinden bekleneni verdiğini söyleyemeyiz. Gerek formsuzluklar, gerekse de eksikler sebebiyle bir türlü raylarına oturamadılar. NBA'in en gelenekçi koçu, benim de fazla eski kafalı kaldığını düşündüğüm Sloan'la ne kadar ileri gidebilirler diye düşünmeden edemiyorum artık. Tabii ki bir kulüpte bu kadar uzun süre çalışmak büyük takdiri hakediyor ancak eldeki bu kaliteli kadrodan %100 verim alamadığını, oyuncularla arasındaki kuşak çatışmasını aşıp onlarla aynı dilden konuşamadığının sinyallerini de alıyorum. Yer yer Boozer ve Deron'la yaşadığı sürtüşmeler, Kirilenko gibi mütevazı bir adamı bile bir türlü mutlu etmeyi başaramaması, daha doğrusu oyuncularını mutlu etmek adına bir adım atmayıp onların kendi sistemine uymasını beklemesiyle günümüz oyuncularıyla arasında hep bir mesafe kalıyor. Örneğin P-Jax gibi oyuncusuna kitaplar veren, onlarla birebir ilgilenip alabileceğinin maksimumuna ulaşmak için çalışan koçlar bugünkü oyunculardan daha çok verim alabiliyor.
Bu sezonun sürpriz adayı Blazers sezona hiç de beklenildiği gibi başlamadı. Geçen sezon Oden'sız kadrosuyla son maçlara kadar playoff kovalamış ve adlarından söz ettirmeye başlamışlardı. Bu sezon hem drafttan gelen Fernandez, Bayless gibi önemli isimler, hem de Oden'ın dönüşüyle Batı'da söz sahibi olacak takımlardan biri olmaları bekleniyordu. İlk maçların geçen sezon başlarına bela oldukları finalist Lakers'laydı ve herkes Portland'ın kazanamasa bile Lakers'ı sonuna kadar zorlayacağını düşünüyordu. Ancak beklenen olmadı ve maçı Lakers rahat kazandı. Fakat Portland için yenilgiden öte esas düşündürücü durum maçta bileğini burkup oyundan çıkan Greg Oden'dı. Gelen haberlere göre 2 ila 4 hafta basketboldan uzak kalacak Oden. Ayrıca maçta geçen sezon takımın lider isimleri Aldridge ve Roy da pek formda gözükmediler. Portland için tek olumlu nokta ise Rudy Fernandez'in NBA'e oldukça iyi bir başlangıç yapmasıydı. Ben yine de Portland'ın gençlerinin toparlanıp beklentileri karşılayacağını düşünüyorum.
Nuggets için aşağı yukarı söylenen şey hep aynı. Hücum güzel, peki ya savunma? Bu sezon başında lüks vergisi kaygılarıyla Marcus Camby'i de yok pahasına Clippers'a yollayınca takımda savunmada bişeyler yapan tek adamı da kaybetmiş oldular. Fakat takımda Karl başta olmak üzere söz sahibi herkes kurulmuş plak gibi hep savunmaya yoğunlaşacağız diyorlar. Genelde her sezon başı klişe vaattir bu ancak sezon içinde bu vaadin altını doldurabilen takımlar genelde pek çıkmaz. Nuggets da hazırlık maçlarında savunmada istekli bir takım hüviyetindeydi, ilk maçlarında da kaybetmelerine rağmen Utah'ı 100'ün altında tutarak(Deron yoktu gerçi Jazz'de) bu konuya konsantre olduklarını göstermeye çalıştılar ancak eldeki hamur buna pek uygun gözükmüyor. Bu bağlamda Melo geçen sezonlardaki sorumsuz davranışlarını tekrarladığı takdirde kendisini sezon içerisinde başka bir formayla görme ihtimalimiz oldukça fazla gibi duruyor. Takıma savunmadan anlayan birilerini getirebilmek için diğer takas malzemesi ise Ivy. Ancak O'nu artık karşılığında sağlam parçalar alarak takas etmek oldukça zor. Çünkü kendisi ne şampiyon takımlar için tamamlayıcı parça olacak kadar takım oyuncusu, ne de yeniden yapılanan bir takımın kadrosundaki gençlere liderlik etsin diye alacağı bir veteran. Bu yaştan sonra takımı onun üzerine kuracak bir takım da bulamayacağımıza göre sözleşmesinin bitmesini bekleyip cap boşluğu yaratmak en mantıklı tercih gibi duruyor.
Geçen sezon ligin zirvesini etkileyen bir diğer takım da Minny'di. Ancak onlar KG'yi verirken karşılığında parlak bir gelecek almayı başardılar. Al-Jeff gerçekten de Boston'dayken kendisinde görülen potansiyeli dışarı yansıtmayı başarıyor ve her geçen gün daha dominant bir uzun olma yolunda ilerliyor. Onun yanına bu sezon seçtikleri Kevin Love basketbol bilgisi üst seviyede olmasına rağmen fiziksel ve atletik dezavantajları olan tipik bir beyaz uzun. Bu dezavantajlarını basketbol iq'suyla ne kadar kapatacak, bunu önümüzdeki yıllar gösterecek. Ayrıca sezon başında OJ Mayo-Love takasında aldıklar Mike Miller da her takımın kadrosunda görmek isteyeceği bir şutör. Onu gerekirse şampiyonluk kovalayan takımlardan birine karşılığında önemli bir potansiyel alarak yollayabilirler ancak ben kadroda tutulması ve bu takımın geleceğinde "ağabey" görevi görmesinden yanayım. Takımın esas sorunlu yanları ise geriye kalan 1 ve 2 numara pozisyonları. Öncelikle bu yaz neredeyse bedavaya gelen fırsatı değerlendiremeyip Shaun Livingston'ı Miami'ye kaptırdılar. Livingston çok ciddi bir sakatlıktan çıkan fiziki olarak zayıf bir oyuncu olmasına rağmen Minny'nin elinde ona gerekli gelişimi gösterebilmesi için verebilecekleri uzun bir dönem vardı. Shaun gibi bir yetenek söz konusuysa bu kesinlikle alınabilecek bir risk ve mutlaka oynanması gereken bir kumardı bana göre çünkü eldeki Telfair, McCants, Foye gibi isimleri üstüste koysak ne tam bir 2 numara, ne de tam bir oyun kurucu elde edemiyorlar. Bu oyunculardan en parlak olanı Foye bile bana göre zirveye oynayan bir takımda ancak benchten gelen skorer rolüyle 6.-7. adam olarak kadroda kalır. T'Wolves'un gelecek planlarında öncelikle uzunları oynatmayı ön planda tutan, Amerikalıların pass-first point guard dedikleri tarzda bir oyun kurucu ve bir de fiziksel dezavantajları olmayan, savunma yapabilen bir skorer guardı kadroya katmak olmalı. Drafttan seçilebilecek bir Ricky Rubio, ileride tekrar KG-Cassell-Spree'li kadronun yaptıklarını başarmaları için çok önemli bir adım olabilir.
NBA'in yeni harika çocuklarından Durant'in takımı Thunder, yazın kadrosunda çok da fazla değişikliğe gitmedi. Drafttan gelen Westbrook dışında, takımda geçen sezon süre bulamayan Ridnour'un yollanmasıyla kadroya katılan Desmond Mason ve Joe Smith fazla kalıcı olmayacaklar. Şu anda Presti bekle ve gör politikasıyla hem eldeki şişkin kontratların bitip kendisine yıldızlarla dolu bir free agent havuzunda rahatça kulaç atma imkanı bırakacağı 2010 yılını bekliyor, hem de bu süreçte eldeki potansiyellerin hangisinin takımda kalacağının, hangisinin yollanacağının analizini yapıyor. İşin basketbol kısmında Thunder'da çok ciddi bir değişim olmazken, OKC aslında yaz sezonunun en çok tartışılan takımlarından biriydi. Önce Seattle'dan olaylı ayrılışlarıyla Supersonics gibi NBA'in kemikleşmiş organizasyonlarından birinin sonunu(en azından şimdilik) getirdiler. Ardından da rezalet isim, logo ve forma seçimleriyle aslında bu taşınmanın ne kadar aceleye getirildiğini kanıtladılar. Takımın başına Sam Presti'yi getirip oldukça mantıklı bir yeniden yapılanmaya giden Thunder, saha dışındaki yanlış hamleleriyle geçen sezon takımın kazandığı sempatiyi kaybetmiş gibi görünüyor. Ancak diğer taraftan Oklahoma şehri takımı bağrına basmış durumda, kombineler yazın çıkar çıkmaz tükendi. Takım sahibi bu rakamları gördükten sonra acele ederek ne kadar iyi bir karar verdiğini düşünmüş olabilir ama bakalım binlerce Seattle taraftarının karmasını yenmeyi başarabilecekler mi!?
Uzun süreden beri gece uyku problemi çekiyorum. En son ne zaman normal bir insan gibi akşam en geç 12-1 gibi yattım hatırlamıyorum. İşte çalışırken bile sabah 8'de kalkacağım hâlde hep en erken 4'te yatıyordum. Çok bilirim uykusuz işe gittiğimi o 3 ay süresince.
Pornocu bile olsam bu kılıfa uydururum... O kadar üşengecim. Gözümüz aydınlıklara hasret kaldı be, güneşten soğudum. Yine de hayallerim var, onlar hep var...
Yukarıdaki paragraf İsmail Uğural'ın 13 Ekim Pazartesi günü Yeni Asır gazetesinde yayınlanan yazısından alıntı. Yazı aslında daha uzun ancak istatistik kısmı zaten herşeyi güzel güzel belirtmiş. Fazla söze gerek yok... Ülke yönetiminden anlamam ancak salak da değiliz yani.Başlıkta okuduğunuz rakam, Avrupa Birliği'ni oluşturan 27 ülkenin çiftçilerine bu yıl ödenen ve ödenecek olan destek tutarını ifade ediyor. Yani yaklaşık 500 milyon nüfusa sahip olan AB'nin bu yılki bütçesinden tarıma ayrılan pay 55 milyar euro... Bu da yine yaklaşık 100 milyar YTL'ye tekabül ediyor. Bizim nüfusumuz 71 milyona dayandı. Tarıma ayırdığımız pay ise 5,5 milyar YTL... Avrupa Birliği'nde nüfusun ortalama yüzde 6'sı tarımla uğraşırken, Türkiye'de aynı oranın yüzde 30 olduğu belirtiliyor. Bu da 21 milyonluk bir nüfusa denk geliyor. Başka bir ifade ile AB ülkelerinde 30 milyon çiftçiye 100 milyar YTL destek verilirken, Türkiye'de bu rakam ancak 5,5 milyar YTL, yani aşağı yukarı 2,5 milyar euro...
Baby-Faced Assassin yani Ole Gunnar Solskjaer. Tüm futbol tarihinin belki de en iyi, en verimli yedek oyuncusu. Ne zaman takımı gole ihtiyaç duysa, dara düşse Solakjaer oyuna girer ve günü kurtarırdı. Onun için kaçıncı dakikada oyuna girdiğinin, rakibin kim olduğunun veya maçın zorluğunun önemi yoktur, o sadece girer ve takımı için gerekli golleri atar. İşte bu yüzden futbol tarihinin önemli oyuncularından biri, bir Old Trafford efsanesi ve Manchester United'dan nefret eden insanların bile saygısını kazanabilmiş bir futbolcudur.
Solskjaer ayrıca müthiş bir profesyoneldir. Birçok takım onu kadrosuna katmak istemesine rağmen onu herhangi bir takımla transfer dedikodusunda adı geçerken ya da bir gece barlarda, eğlencelerde göremezsiniz. İşini iyi yapmasına engel olacak her şeyin önüne engel koyabilen bir oyuncudur. Bu konuda başka bir Old Trafford efsanesi Roy Keane onun profesyonelliği hakkında şöyle diyor; "Söz konusu profesyonellikse Ole hayatımda gördüğüm en profesyonel futbolcudur, büyük bi farkla." Keano'nun Ole hakkındaki bi diğer yorumu da onun golcülüğü hakkında; "Manchester United'da son yıllarda büyük golcüler forma giydi, Cantona, Cole ve Yorke, Hughes gibi. Tüm bu oyuncular golün kokusunu alıp golü nasıl atabileceklerini bilirlerdi fakat o an ceza sahası içinde topun birinin önüne düşmesi için tek bir şansınız olsaydı kesinlikle Ollie'nin önüne düşmesini dilerdiniz." Solskjaer 2007 yılında Norveç kralı Harald V tarafından şövalye ünvanıyla onurlandırılmıştır ve bu onuru en genç yaşta kazanan kişidir. Solskjaer aynı zamanda çok alçak gönüllü de bir futbolcudur. Kendisine taraftarların onu bu kadar çok sevmesiyle ilgili sorulan sorulara; "Kariyerim boyunca en iyi menajerle çalıştım, dünyadaki en iyi futbolcularla birlikte en iyi taraftarların önünde oynadım. Asıl ben onlara bana bunları yapma fırsatı verdikleri için teşekkür ederim." diye cevap verir.
Solskjaer futbol hayatına Norveç 3. liginde Clausenengen F.K. takımında kısa bir süre oynayarak başlamış. Burda kısa bir süre forma giydikten sonra 1994'de Norveç Premier Ligi takımı Molde F.K.'ya transfer olmuştur. Burda 42 maçta attığı 32 golle Sir Alex Ferguson'un dikkatini çekmiştir. 29 Temmuz 1996 yılında da 1.5M £ karşılığında Manchester United'a transfer olmuştur. Manchester United'la çıktığı ilk antrenmanın ardından Giggs'in evine gidince ailesine ve çevresine ilk sözleri şunlar olmuştur; "Ole ile ilk çıktığımız antrenman şut antrenmanıydı ve o gerçekten inanılmazdı, o gün eve gidip herkese yeni Alan Shearer'i transfer ettiğimizi anlattım." İlk sezonunda 18 gole imza atmıştır ve Manchester United'a transfer olduktan sonra yıllar boyunca birçok takım onu transfer etmek istemesine rağmen o hiçbir zaman Old Trafford'u terketmemiştir. Bu yüzden de Old Trafford tribünleri tarafından en çok sevilen oyunculardan biridir. Manchester United'da 366 kez forma giyerek 126 gole imza atmıştır. Bu gollerin içinde en önemlisi belki de 99 yılında Nou Camp'da Şampiyonlar Ligi finalinde Bayern Münih'e karşı son dakikada attığı kupayı getiren goldür. Bu golden sonra United taraftarı Solskjaer'e adeta tapmaya başlamıştır. Old Trafford tribünlerinde kendisi için bestelenen bu sözler de O'nun ne kadar sevildiğinin en önemli göstergesidir.

May 26, 1999 - Man Utd 2 Bayern Munich 1
Ole futbol hayatına bu sezona hazırlık maçları çerçevesinde oynanan 2 Ağustos 2008'deki Espanyol maçı ile veda etti. Maçı 80.dakikada Frazier Campbell'ın golüyle United 1-0 kazandı ve Solskjaer tüm kariyeri boyunca yaptığı gibi yine yedek olarak oyuna başladı ve o oyuna girdiğinde Old Trafford dakikalarca ayakta onu alkışladı. Maçı 68.868 kişi izledi ve bu Büyük Britanya tarihindeki en kalabalık ikinci jübileydi, Ole bu alanda sadece bir başka efsane Roy Keane'in gerisinde kaldı. United taraftarı onu 20LEGEND koreografisiyle uğurladı.
Şu anda kariyerine Manchester United rezerve takım antrenörü olarak devam ediyor. Burada da başarılarına devam ediyor Solskjaer. 2007-2008 Lancashire Senior Cup finalinde Liverpool rezerv takımını 3-2 mağlup ederek ilk kupasını kazanmıştır. Ronaldo'nun da dediği gibi yeşil sahalar onu şimdiden özledi. Belki birgün Sir'den boşalan koltukta görürüz kendisini, kimbilir...

Gar Meydanı, Adabazar Ekspres'in son durağı... Sakarya'ya ilk adımını burada atardın otobüsler revaçta olmadığı zamanlar. (1901)
Çark deresinin Çark Mesire'de akan bir kısmı. Havuzlaştırılmış kısım tabi, hem ondan temiz gözüküyor hem de fotoğraf deprem öncesinden. Bir de şimdi git, Çark Mesire kısmında bile boklar yüzüyor.
Doktorlar Sitesi, Kırkpınar. Adı üstünde, doktorlar ve aileleri yaşıyor. Site içinde futbol sahası var. Hâlâ her yaz gider bir dünya maç yaparız.
Her ne kadar sevmesem de Sakaryaspor'u, bu şehrin çocuğuyuz. Tabela ondan yani, art niyet yok, kışkırtma yok. Hehehe
Unutmuyorum, babam hep bunun zorluğunu çekmiş ki bana da hep; "Siyasi görüşünü sana soran olursa, siyasetle ilgilenmediğini ve dolayısıyla hiçbir görüşünün olmadığını söyle..." derdi hep. Ben bunu biraz farklı uygulamış olsam da ülkü ocaklarına takılan iki sınıf arkadaşım bir gün beni kenara çekip hangi görüşten olduğumu sordular. Bilmediğimi, bilmek de istemediğimi söyleyince biraz şaşırmış olsalar da verdikleri cevap gayet vurucu oldu; "Bir taraf seçmelisin, tarafsızlık ibnelik gibidir. Ne kadınsındır, ne erkek" Şimdi namus ulan söz konusu, adamlar ibne damgası vuruyorlar! Ama demedim yine de bir şey, babama sözüm vardı. Daha sonra bunlar bana kendi ülkü ocaklarını açma planlarını falan anlatıp kafa sikmeye devam ettiler. "Kendi ülkü ocağımız" ne demektir arkadaş?
Yine de güzel memleket Sakarya. Nehri gibi gürül gürül akar, hiç durmaz. Suyunda ne taşıdığı belli değildir, sürprizlerle dolu Sakarya'nın... Klişe bir kalıp olacak ama "Bir daha doğsan, nerede doğmak isterdin?" deseler, yine "Sakarya" der bir yerden sonra çeker giderdim.
Vicente Calderón'da ilginç bir maç izledik bu gece. Maçın baş hakemi Danimarkalı Claus Bo Larsen, yardımcıları Henrik Sonderby ve Anders Norrestrand sayesinde iki golü geçersiz saydı. 49'da Yossi Benayoun, 56'da ise Maniche'nin nizami golleri yardımcı hakemler tarafından resmen yendi. Resimdeki ofsayt çizgileri milimetrik olmasa da zaten olmadıkları açıkca ortada. Maçın genelinde, özellikle ikinci yarıda kalkan ofsayt bayrakları benim kadar izleyenlerin de canını sıkmıştır muhtemelen. Hayır, maç bir ara özellikle gollerdeki bayraklar kalmasaydı çoktan üst olmuştu. Ben niye mi bu kadar takıldım olaya? Kupon yattı...
Kanımca, progresif metalin Dream Theater ile birlikte en baba grubu olan Queensryche'ı lise son sınıfta dinlemeye başlamıştım. O zaman ve uzunca bir süre 2000 yılında çıkan Greatest Hits adlı best of albümü ile birkaç albümü dışında Queensrcyhe'yı çok iyi bilmezdim. Ancak geçen yıl ilk kez dinlediğim Operation Mindcrime albümü ve birkaç ay önce indirdiğim, grubun diğer albümleri-özellikle 2000'den sonra çıkanlar- sayesinde Queensrcyhe'nin ne kadar büyük bir grup olduğunu daha iyi gördüm. En azından Geoff Tate'ın enfes vokali ve çığlıkları için, Grunge mekanı olarak bilinen Seattle'dan çıkmış olan bu gruba göz atmakta fayda var.
Ufak şeylerle mutlu olmayı öğreniyorsun önce, hele erkek olarak doğduysan " Hiç yoktan iyidir" diyorsun. Tabi ki kendi kendine diyorsun ya da filmlerle dikte edildiği gibi bakacak olursak olaya; sen konuşuyorsun ama etrafındakiler "Agu!" olarak anlıyorlar. Ana avrat küfretsen bile agu her şey oğlum... O kadar tatlı, o kadar şirin bir yaratıksın sen.
Kandırabilirler seni türlü şakalarla. Tatlı yiyince onun da tadı tatlı oluyormuş, bilimsel bir gerçekmiş bu diye. Dur! Hemen eve koşup "Anne revani yapacaktın! Yaptın mı revani?" diye sazanlama. Sen hiçbir bilim adamının bunu tatmak isteyeceğine inanıyor musun? Herkes Bedri Baykam kadar çocuklarına değer vermez, üşüdüklerinde üstlerine peçete sarmaz. Yamyam olma, çocukların onlar senin.
Aaron Ramsey +90'da golü çaktıktan sonra Ertem Şener'in ağzından acı sözler dökülür... "Golü atan Ramsey 1990 doğumlu, zaten Arsenal'in yaş ortalaması da 21... Çolukla çocukla yendiler resmen bizi"...
Dünya'nın belki de en boktan zamanlarına giderken yaşıyor olmanın sorumluluğunu kaldıramıyoruz ve bu gerçek öyle gözümüze (hatta yeri geldi götümüze) sokuldu ki anlık mutlulukların peşinde koşuyoruz.
Yazarımız Baaskay yıllık iznini kullandığı için eski kuponlarından birini aldık, maçların adını değiştirdik, tahminler aynı kaldı. Fakat böyle yapacağımıza direk biz sallasak bu kadar uğraştırmazdı. Şimdi ben bunları dedim diye siz ciddiye de alırsınız beni, oynamazsınız da bunları Oğuz'un yazdığına inanmadığınızdan. Sonra biz milyarlarla Maldivler'de, Bahamalar'da, Merhabalar'da, Selamun Aleykhüm'de tatil yaparken siz avucunuzu yalarsınız.
Hornets geçen sezonun bence en flaş takımıydı. Gruptaki bir diğer takım Memphis'in Lakers'a neredeyse hediye ettiği Gasol olmasa belki de ligi 1. bitirecekler ve biz de finalde onları izleyecektik. Onlar da bunun bilincinde olduklarından kadroda fazla bir değişime gitmediler. En önemli kayıpları geçen sezon benchin en önemli adamı haline gelen Pargo. Takıma gelen kayda değer tek oyuncu var, o da geçen sezon Boston'ın şampiyonluğunda kritik katkılar yapan Posey. Hornets'in arada tıkanan benchine güzel bir ekleme. Ayrıca hazırlık maçlarından gördüğümüz kadarıyla bugüne kadar ortalarda pek gözükmeyen Mike James de kendini toparlamaya başlamış. O da takımdaki güzel havaya sonunda kapılmış gözüküyor ve eski günlerine dönerse Pargo'nun eksikliğini hissettirmez. Eğer ciddi sakatlıklar yaşamazlarsa sezonu ilk 2'de bitirip, Batı finalinde Lakers'la amansız bir mücadeleye gireceklerini düşünüyorum. Paul ise bu sezon için MVP adayım.
Rox için bu sezon 2 farklı senaryo olası gözüküyor. Biri felaket senaryosu niteliğinde, diğeriyse peri masalı gibi. İlkinde T-Mac ve Yao yine sakatlıkların pençesinden kurtulamaz, Artest hem kontratının son senesinde olduğundan, hem de karakterindeki abukluklar neticesinde takım kimyasının içine edecek bir oyun oynar, Rafer ise Artest'ten biraz hallicedir. Benchteki gençler gelişimlerini sürdüremezler ve dakikalarını Mutombo, Barry gibi amcalarına kaptırırlar ve sezon sonunda kurtlar sofrası tadındaki Batı'da play-off dahi hayal olur. Peri masalımızda ise T-Mac ve Yao öyle çok da fazla maç kaçırmazlar, Artest takıma acaip uyum sağlayıp müthiş bir savunma lideri ve 3. skor opsiyonu olur. Rafer artık olgunluğun son demlerine gelir ve takımı olması gerektiği gibi yönetir, gereksiz satışlara girmez. Battier ile gençler de onlara kenardan müthiş katkı verir ve Rox sonunda finale doğru yol alır.
"Artık yaşlandılar" klişe yorumunu her sezon itinayla boş çıkaran Spurs'ün neler yapacağı bu sezon da, her sezon olduğu gibi, aşağı yukarı belli gibi. Ginobili'nin olimpiyatta oynamakta ısrar edip, sonrasında ameliyat olmasıyla sezona alışılmadık bir biçimde takım içinde küçük de olsa problem yaşayarak başladılar. Fakat NBA'in açık ara en uyumlu kadrosuna ve en oturmuş sistemine sahipler. Bence gidecekleri nokta Parker'ın bir önceki sezon sonundaki MVP performansına ne kadar yaklaşabileceğiyle doğru orantılı olarak belirlenecek. Eğer geçen sezonki gibi arada tekleyen bir performans gösterirse play-off'ta maç bile kazanamadan elenebilirler ama ben onun bu sezon kendini toparlayıp takımın liderliğine soyunacağını düşünüyorum. Eğer beklediğim gibi olursa en azından Batı yarı finali göreceklerini söyleyebilirim.
NBA'in en sıra dışı patronu Cuban'ın paracıklarını boşa savurup savurmadığını izleyeceğimiz sezon olacak 2009. Abramovich'in Amerika muadili Cuban, lüks vergisi nedir bilmeksizin olmadık oyunculara inanılmaz kontratlar verip hüsrana uğramaktan sıkılmış olsa gerek, son dönemde Dallas'ta çılgın kadro hareketleri izlemiyoruz. Geçen sezon domino etkisi yaratan Gasol takasından sonra, onlar da zirveye tutunmak için Harris'ten vazgeçip Kidd'i almışlar, ancak bu takas istedikleri sonucu vermemişti. Özellikle hücumda sıkıştıkları dakikalarda Harris'in patlayıcılığını özlüyorlar. Takımda o etkiyi yapabilecek bir diğer önemli isim ise ölü sezon boyunca basketboldan çok uzak konularla medyada yer aldı. Eğer Josh kendini toparlayıp basketbola konsantre olmazsa zaten baştan kaybettiler diyebiliriz. Kidd'in liderlik vasıflarını ön plana çıkarıp takıma bir çeki düzen vermesi gerek. Yoksa Nowitzki'yle birlikte yüzüksüz yıldızlar kervanına doğru yola koyulacaklar gibi gözüküyor.
Grizzlies geçen sezon ortasında Gasol'ü Lakers'a yolladığında ortak fikir bu takasın NBA tarihine geçecek kazıklardan biri olduğu yönündeydi. Şimdi bakınca durum belki de o günkünden bile kötü gözüküyor. Crittenton geldikten sonra aldığı sürelerde fazla ışık vermedi, Marc Gasol'den beklentiler olumlu olsa da kendisi halen kapalı kutu. Elde kalan(?) tek nokta Kwame'nin biten kontratı gibi duruyor. Gay, Conley, Warrick, Lowry gibi potansiyelli oyunculardan oluşan genç bir çekirdekleri var ve bu çekirdeğe ellerindeki diğer önemli takas malzemesi Mike Miller'ı feda edip bir kumar daha oynayarak O.J. Mayo'yu eklediler. Mayo'nun skorerliği tartışılmaz ancak takımın diğer parçaları Mayo'yu nasıl kabul edecek, burası bir soru işareti. Özellikle Gay gibi yıldız olma yolunda önemli işaretler veren bir oyuncunun kendisinden daha yüksek egolu, daha popüler ve çok daha fazla kendine oynayan bir oyuncuya nasıl uyum sağlayacağı; Conley'in gelişiminin Mayo gibi bir ball-hog'un yanında sekteye uğrama ihtimali düşünülmesi gereken konular. Diğer yandan Iavaroni her zaman beğendiğim bir koçtur, bunların altından kalkacak kapasitede bir isim olduğunu düşünüyorum. Özellikle Memphis'in onunla geçtiği yüksek tempolu, oyuncuların çok top kullandığı sistem Mayo için oldukça uygun. Draftta da yukarıdan seçecekleri kesin gibi, eğer drafttan iyi bir uzun bulabilirlerse ve takım kimyasını oturtabilirlerse gelecekte yine play-off takımları arasında yer alabilirler.



