24 Ekim 2008

Sakarya

Gar Meydanı, Adabazar Ekspres'in son durağı... Sakarya'ya ilk adımını burada atardın otobüsler revaçta olmadığı zamanlar. (1901)

Doğduğum yer, Adapazarı... Büyüdüğüm yer, Adapazarı... Ama asla hayatımı idame ettirmeyeceğim yer olarak da literatürümde yer alıyor.

Girizgâhtan anlaşılmasın ki Adapazarı'ndan nefret ediyorum. Etmiyorum fakat neden hayatımı burada sürdürmeyeceğimi şayet niyetlendiğim bu yazıyı konu konu karıştırmadan bitirebilirsem yazının sonunda açıklamış olacağım. Eh madem ikinci girizgâh oldu bu, edebiyat kurallarının içine etmeden başlayayım artık yazıya...

Dediğim gibi, doğup büyüdüğüm yer Adapazarı. Zamanında İzmit'in ilçesiyken 1954 yılında il ilan edilmiş. Kurtuluş günü 21 Haziran olarak kutlanır. Sıkça karıştırılır, şehrin adı Kurtuluş Savaşında önemli yeri olan Sakarya Meydan Muharebesinden, dolayısıyla Sakarya Nehri'nden gelmektedir. Adapazarı merkez ilçenin adıdır. En kayda değer ve açık farkla en fazla nüfuslu ilçe olmasından öte gelmektedir bu Sakarya-Adapazarı karışıklığı...

Dedem ve babam çokça anlatırdı Sakarya'nın zamanında ne kadar küçük bir yer olduğunu. Rahmetli dedemin anlattıklarından hatırladığım komik bir hikaye vardır. Bir gün büyük dede (dedemin babası) dedemi alır ve şimdilerde adı Maltepe olarak geçen tepedeki arsalarına çıkarır. O zaman en fazla iki katlı, nadiren üç katlı binalar olduğu için dedem oradan tüm Adapazarı'nın görülebildiğini söylerdi... Çıktıkları tepeden eliyle bir kaç yer işaret eder büyük dede ve "Bak evlat, buraların arasında kalan yerler bizim mühidimiz ve bunların hepsi senin ailen sayılır. Bu arsalar dışında istediğinle evlenebilirsin" der... Bilen varsa diye söylüyorum, işaret ettiği yer şu an Yeni Cami'den Tek'in oraya kadar uzanan çemberdeki alanlar... Bilmeyen biri okuyorsa diye söylüyorum, büyük bir alan... Hele o zamanın şartlarına göre, ciddi anlamda büyük.

Anlatmak istediğim, bu kadar büyük bir alanda insanların birbiriyle ne kadar samimi olduğu ve birbirlerini bacı/kardeş bellediğidir. Günümüzün Adapazarı'nda ve hatta Sakarya'sında bunu ancak mahallelerde görmek mümkün. Her ne kadar bacı/kardeş muamelesi artık kalmadıysa da en azından selam alıp verme adınadır bu söylediğim.

Çark deresinin Çark Mesire'de akan bir kısmı. Havuzlaştırılmış kısım tabi, hem ondan temiz gözüküyor hem de fotoğraf deprem öncesinden. Bir de şimdi git, Çark Mesire kısmında bile boklar yüzüyor.

Sakarya, adını Sakarya Nehri'nden almıştır demiştik ama çok önemli ve geçmişi olan da bir deresi vardır; Çark Deresi... Çark Caddesi'nin adı buradan gelmektedir. Batug Turnuvası'nın Sakarya ayağında ıslama köfte yediğimiz yerdir tam olarak. Babamın anektodlarına göre onların küçüklüğünde yazları orada denize girerler, kayık turu yaparlarmış. Şimdi ne hâlde olduğunu anlatmak bile istemiyorum. Suya bir girip çıksam, 7-8 tane daha ekstra organ çıkarırım.

İzmit'in ilçesiyken nasıldı Sakarya bilemiyorum, benim küçüklüğümde de dedemlerin ya da babamlarım zamanı kadar olmasa da bilinen aileler, sözü geçen nüfuzlu insanlar vardı. Benim mensubu olduğum aile de bunlardan biri ve bundan gurur duyuyorum. Bu aileler birbirini tanır, birbiriyle selamlaşır ve zaten Sakarya'ya dair mutlaka bir işte beraber çalışıyor olurlardı. Sürekli bir paylaşım hâlindeydi insanlar fakat şimdilerde bakıyorum da artık o da kalmadı.

Oysa ki güzel şehirdi Sakarya o zamanlar ama anlaşılan o ki biz de o güzelliğin son demlerine denk gelmişiz. Şimdilerde komşusunu gören adımlarını yavaşlatır, başka yöne döner oldu. Sokağa çıktığımda tanımadığım çok insan var. İnsanları tipine göre yargılayan biri değilim ama serseri kılıklı insanlar da çok var. Önceden bu şehrin katı kuralları vardı, küpe takan adama ibne gözüyle bakılırdı hem gençler hem yaşlılar arasında. Bunun doğru olduğu değil anlatmaya çalıştığım, aksine böyle olması yanlış zaten ama şimdilerde zamanında küpe takana ibne diyenler küpe takmaya başladılar. Saçlarına son moda şekiller verip Çark Caddesi'nde fink atıyorlar. Zikir de fikir de değişir arkadaş ama çıkarcı olmayacaksın, işgüzarlık yapmayacaksın. Kız düşürmek için düşüncelerinden ödün veriyorsan, sen ne kadar adamsın? İşte budur tepkili olduğum.

Çocukluğumuzda oturduğumuz mahalle çıkmaz sokaktaydı. Mahallede de çocuk bolluğu vardı bu yüzden gayet sosyal bir çocukluk evresi geçirdim. Sokakta oynanan oyunların yanı sıra Sakaryaspor'un takdir edeceğiniz inişli çıkışlı başarılarında ve dahasıyla Gani'nin geçen gün yazdığı yazıdaki her şeyi fazlasıyla ben de yaşadım. O zamanlar herşey daha güzel ve sadeydi. Yine yukarıda bahsettiğim akrabalık, komşuluk ilişkileri... Mahalle maçları, toz leblebiler, horoz şekerleri, bisiklet yarışı yapıp kendini Valentino Rossi sanmalar...

Yorumsuz...

Şimdi hiçbiri yok... Deprem çok kötü vurdu bu şehri. Üç büyük deprem var Sakarya tarihinde fakat 17 Ağustos en vurucu, en yıkıcı olanıydı. Bu şehri sadece yapısal anlamda değil, maddi anlamda değil, manevi anlamda da paramparça eden oydu. Şimdi çıkıyor bütün sokakları bizim buraların, fırsatını bulan da çıkmak istiyor.

Ne kadar belediye "Düzelttik, her şey eskisi gibi" mesajları verse de hiçbir şey eskisi gibi değil. 9 sene geçti üstünden, nice insanlar kaybettik, niceleri göçtü gitti. Yerine yenileri geldi, bazıları kaldı. Fakat bir devirdaim yaşadı bu şehir 17 Ağustos'ta ve artık ne dedemin, ne babamın, ne de benim çocukluğum gibi bu şehir.


***

17 Ağustos ile birlikte çoğu kişinin bildiği (özellikle batug.com tayfasının gayet iyi bildiği) Sapanca büyük bir aşama kaydetti. Daha doğrusu bunu Kırkpınar diye düzeltelim, Sapanca'dan da çok kaymağını yedi Kırkpınar depremin...

Depremden önce büyük halamgillerin büyük bir yazlığı vardı Sapanca/Kırkpınar'da. Zaten dedemin memleket dediği yer Sapanca'dır, oralı sayarlar. Artvin'den Sapanca, Sapanca'dan Sakarya... Neyse, ne diyorduk? (üst satıra bakmacaspor) Heh, yazlık... Bu yazlıkta baba tarafındaki bütün kuzenler, yeğenler, dayılar, halalar, teyzeler buluşur yazın keyfini çıkarırdık. O zaman Sapanca'da zaten az yazlık vardı, Kırkpınar'da iyice tek tüktü. Geneli oranın yerli halkıydı...

Seneler içinde Sapanca'daki yazlık artışına Kırkpınar da eklendi. Depremden sonra ise Adapazarı'nın biraz hâli vakti yerinde ailelerinden (zamanında literatürde yeri olan olgulardan, orta direk) en sosyetik ailelerine kadar herkes Kırkpınar'a yerleşti ki Kırkpınar'ın sıçraması böyle gerçekleşti. Benim o yazlık zamanlarındaki aklımda kalan Kırkpınar'da bir merkezdeki futbol sahası ve okul binası etrafı vardı, bir de Tepebaşı denen yer vardı insanların oyalanmak için bir şeyler yaptığı. Şimdilerde bildiğim kadarıyla butik tarzı oteller dahil olmamak üzere sadece Kırkpınarda biri beş yıldızlı (altı yıldıza aday) Güral Hotel olmak üzere 2 otel, bir açık hava tiyatrosu, onlarca üst düzey restaurant bulunmakta. Eniştem bile o büyük yazlığı komple yıkıp, çocukluğumun yaz aylarında tırmanıp tırmanıp meyvelerini yediğim ağaçları biçip yazlık site dikti oraya. Daha ne olsun? Şimdi bakıyorum da çocukluğumun o yazlığına, bir de şimdiki yazlığa... Samimiyetsizlik diz boyu... Yalan gülümsemeler, çakma komşuluk ilişkileri, birbirine caka satmalar... Nerede bizim bütün aile toplaşıp gülüp eğlendiğimiz ve hatta ailedeki herkeste bulunan, benim top oynamaktan unuttuğum ama daha sonra Photoshop ile monte edildiğim toplu aile fotoğrafı anları...

Doktorlar Sitesi, Kırkpınar. Adı üstünde, doktorlar ve aileleri yaşıyor. Site içinde futbol sahası var. Hâlâ her yaz gider bir dünya maç yaparız.

Sapanca'yı zaten batug.com'dan burayı takip edenler, LakersTr'den takip edenler Yalçın Abi'den biliyorlar fazlasıyla (abi selamlar :) ) Kaldı ki hayatımda okuduğum en ilginç yazılardan birinin de yazarıdır Yalçın Abi Sapanca hakkındaki yazısıyla. Merak edenler, bilmeyenler, "Sapanca mı o ne lan?" diyenler için gelsin; Sapancamun Başunu Cülle Donatacağum. Kaldı ki en son büyük yankı uyandıran şu milli kürekçilerin dövülmesi olayından da Sapanca hakkında izlenim edinenler olacaktır.

Fakat ben bunların yanlış izlenim verdiği kanısındayım. Bu asabi, bu alayına gider ruh ben kendimi bildim bileli Sakarya halkının içinde olan bir şey. Belki de biz bununla çok içiçe olduğumuz ve bu şartlarda büyüdüğümüz için bize gereğinden fazla normal geliyor ama bütünüyle böyle bir yer değil Sakarya... Gerektiği yerde gerekli tepkiyi vermesini bilen ama gerektiği yerde vereceği tepkinin bokunu çıkarabilen bir memleket olarak da tanımlayabiliriz aslında.

İtalya Abdullah Öcalan'ı geri vermediğinde Benetton'a boykot uygulanmıştı. O zamanlar ilkokuldayım daha... Yürüyüşler oldu Çark Caddesinde, hiç olay çıkmadı. Sadece gereken tepki kondu ve bir daha Benetton burada kıçını toparlayamadı. Aynı şey Carrefour için de söz konusu oldu Fransa Ermeni Yasa Tasarısı'nı kabul ettiğinde fakat daha sonra çıkar amaçlı unutmalar (!), "Ne, nasıl yani?" demeler başladı. Maske reyonumuzdan çıkar amaçlı ilişki maskelerini %80 indirimle alabilirsiniz...

***

Sakarya'da başka şehirli adam sevilmez. Hele Kocaeli'den gelmişsen ya direk kaç git ya da dişini sık da bir kaç senede anca hazmederler. Benim babam Sakarya'lı, annem ise Kocaeli... Babam der ki, dayımlarla Kocaeli-Sakarya maçlarına giderlermiş zamanında. Hâliyle babam Sakaryaspor hastası, dayımlar Kocaeli... Kocaeli'deki maçlara gittikleri zaman babamın arabasının plakasını söküp 41 plaka takarlarmış, Sakarya maçlarına gittiklere zaman dayımların arabasına 54 plaka. Düşün, o zaman deplasmanlara arabanla gidiyorsun... Şimdi o da yok, ya trenle gidersin Adapazarı'na gelişte Sapanca'da, Kocaeli'ne gidişte Derbent'te başlar taşlamalar ya da taraftar otobüsü denen zımbırtıyla gidersin yollara döşenir raptiyeler.

Her ne kadar sevmesem de Sakaryaspor'u, bu şehrin çocuğuyuz. Tabela ondan yani, art niyet yok, kışkırtma yok. Hehehe

Yine de bu bariz Kocaeli nefretinden de büyük bir nefret var bu şehirde İstanbul'lu olana karşı. Ben bildim bileli İstanbul'dan gelen, özellikle öğrenciler, hiç sevilmez. İstanbul'lu öğrenci buranın esnafını, kiracısını, dolmuşçusunu, minibüsçüsünü sevmez; İstanbul'lu öğrenciyi hiç kimse sevmez. (Kirasını peşin alan, defterinde alacağı bulunmayanlar dışında)

Her ne kadar bu İstanbul'lular tarafından Sakarya'nın asabiyetine mâl edilmiş olsa da benim çocukluğumdan beridir gördüğüm her şey onlar tarafından başlamıştır. Öğrenci gelmiştir, ev tutmuştur evin içine sıçıp gitmiştir. Öğrenci gelmiştir, evin içine sıçtığı yetmemiş bakkala milyarlık borç takmıştır. Bunlar hep duyduğumuz şeyler. Yazının başında, ortalarında bir yerlerinde bahsettiğim gibi Sakarya'nın kendine has kuralları vardır, bunları bozmaya çalışmışlardır. İstanbul'daki gibi alıp yavşakça ve üsturupsuzca kızlarla rahat takılacağını sanıyorsan bu şehirde, yersin dayağı. Halbuki insan gibi, kız arkadaşına sarılarak, elini tutarak yürüsen dert olmayacak. Buranın bir köy, küçük bir şehir olarak görülmesi ve İstanbul'dan gelenler tarafından 'zamanında' insanlarının aşağı görülmesi de bunun sebeplerinden biridir. Eh bir dünya dayak yiyince hepsi dört-beş-altı senelik öğrencilik hayatında "Kanka n'aber yeaaa?" diye dolaşır, arkasını kollar. İşleri bitince internet başından, kulaktan kulağa "Sakarya insanı öküzdür, sakarya pis yerdir" diye anlatır dururlar... E onlar bunu yapınca; "Ne var? Nası siktik ama İstanbulunuzun kızlarını" diye de bizimkiler cevap verir, ortamın suyu çıkar, muhabbetin de boku... Sen de bakınırsın aval aval işte.

***

Sakarya'da solcu ya da görüşsüz biri olma da ne olursan ol. Ailenin soldan gelen bir geçmişi varsa, "Kızıl komünistin oğlu" diye yıllar yılı seslenilmesi olasıdır. Sanki yaratıkmışsın, sanki uzaylıymışsın, ucubeymişsin gibi. En dinime bağlıyım diyeninin bile esrar çektiği, en milliyetçiyim diyenin de arka yapmak ve dayak yememek için Ülkü Ocaklarına kolpadan bağlılık yeminleri ettiği yerdir Sakarya. Babama saygı duyan her MHP'liden, DYP'liden, o'sundan bu'sundan ve benim tanıdığım benimle farklı siyasal görüşü taşıyan nadir insanlar dışında Sakarya'da solcu olmak ya da kendine has, mevcut görüşlerle bağdaşmayan görüşlerinin olması pek de iyi karşılanmaz.

Unutmuyorum, babam hep bunun zorluğunu çekmiş ki bana da hep; "Siyasi görüşünü sana soran olursa, siyasetle ilgilenmediğini ve dolayısıyla hiçbir görüşünün olmadığını söyle..." derdi hep. Ben bunu biraz farklı uygulamış olsam da ülkü ocaklarına takılan iki sınıf arkadaşım bir gün beni kenara çekip hangi görüşten olduğumu sordular. Bilmediğimi, bilmek de istemediğimi söyleyince biraz şaşırmış olsalar da verdikleri cevap gayet vurucu oldu; "Bir taraf seçmelisin, tarafsızlık ibnelik gibidir. Ne kadınsındır, ne erkek" Şimdi namus ulan söz konusu, adamlar ibne damgası vuruyorlar! Ama demedim yine de bir şey, babama sözüm vardı. Daha sonra bunlar bana kendi ülkü ocaklarını açma planlarını falan anlatıp kafa sikmeye devam ettiler. "Kendi ülkü ocağımız" ne demektir arkadaş?

Şimdilerde dışarıya çıkmıyorum. Çıktığım dönemlerde de Sakarya gibi bir yerde sadece 4-5 defa kavga etmiş olmanın garip bir gururunu yaşıyorum. Ne diyebilirim ki?..

***

Şirin memleket Sakarya... Öyle olmasa ne olacak? Yaşadık işte senelerce ama bir gün kopup gideceğim buralardan Sait Faik gibi, durulmaz... Biraz kafasında ampuller patlaan, daha fazla kaynağa, yaşam enerjisine, farklılığa ihtiyaç duyan adam durmaz burada. Gider çünkü yapacak şeyler o kadar kısıtlı ki... Aşırı doz, erken götürür adamı. Bursa'lıların, Bursa'ya "Teksas" demesine çok gülerim. Kocaeli Üniversitesi'nde okuduğum dönemde Bursa'lı bir arkadaşım vardı, anlatır dururdu Teksas da Teksas diye. Siz Teksas görmemişsiniz, Bursa bunun yanında Tommiks kalır be arkadaş...

Yine de güzel memleket Sakarya. Nehri gibi gürül gürül akar, hiç durmaz. Suyunda ne taşıdığı belli değildir, sürprizlerle dolu Sakarya'nın... Klişe bir kalıp olacak ama "Bir daha doğsan, nerede doğmak isterdin?" deseler, yine "Sakarya" der bir yerden sonra çeker giderdim.