09 Ekim 2008

Peyniiiir!

Düşün bak, hâlâ seninle kavuşabilmiş değiliz. Hâlâ kendimi kandırıyorum fotoğrafını ilk gördüğüm andan beri.

"Bu nasıl bir güzellik! İnanamıyorum" dediğimi hatırlarım hâlâ ve sonra senin "Seni tanımak en büyük isteğim!" dediğini... Nasıl bir ruh hâline büründüğümü, yastığa kafamı gömüp çığlık attığımı hatırlıyorum. O bir anlık heyecanla beni ilk tanıdığın yazılarımdaki gibi kendimi ifade edemediğimi unutmuşum yüzyüze konuşurken. Öyle de oldu, tanıştığımızdan ve aynı mekanı paylaştığımızdan beri "Nasılsın?" demekten ve sesimle beraber titreyen vücudumun abidik gubidik reaksiyonlarından başka bir şey diyemedim hâlâ. Düşün bak, hâlâ seninle kavuşabilmiş değiliz.

İçimden bir ses, "O da senden hoşlanıyor gerizekalı herif seni!" diye küsküyü verirken devam ediyor konuşmaya; "Ama görüyorsun çevresini, arkadaşlarını, standartlarını... Ne kadar uyumlu olabilirsiniz ki? Ne sen ondan aşağısın, ne de o senden ama ne kadar uyuşabilirsiniz ki?"

Başkalarının sevgiyi keşfetme, sevgiliye kavuşma hikayelerini dinleyip mutlu oluyorum bu yüzden tam iki senedir. Akıl veriyorum, arada bir "Aşk değil onun adı, sevgi!" diyip muhabbetin laçkalığından dem vuruyorum, aynı zamanda seni unutabilmek ve bu işin olmayacağına inandırabilmek için kendimi, başkalarıyla kaçamaklar yapıyorum. Bazen sarhoş oluyorum, her şey bitmiş oluyor; bazen sarhoş bile olamayacak kadar aciz durumlara düşüyorum ve hiçbir şey başlamamış oluyor. Başkasıyla birlikte olduğum her an seni aldatıyormuş gibi hissediyorum kendimi fakat sonra senin de o an başkasıyla beraber olabileceğin ihtimali aklıma gelince salıveriyorum kendimi. Yine de her halükârda seni unutamıyorum bir türlü.

Belli zaten, seni ve durumu bilen arkadaşlarım arasında taşak oğlanı oluşumu sana hiç söylemedim. Beni her görüşlerinde "Ulan hâlâ mı..?" diye sormaktan kendilerini alamıyorlar. Bana umut verebilecek olan en ufak sözünü hemen bir kaçına anlatma ihtiyacı duyuyorum, o mutluluğu hep birileriyle paylaşmam gerekiyor. Başlarda bu gayet güzel bir paylaşımken, hem bir adım atamamış olmamın hem de bunları sık sık yaşamamın onlara getirdiği bıkkınlıkla birden konuyu değiştiriyorlar ve ben de uzatmıyorum.

Bir de haberin yoktur senin... Eşe, dosta, geçmişini bilenlere de sordum seni. Özenle seçtim onları... Sorgunun hemen ardından sana gelip de; "Bizim Doğuş var ya..." diye gammazlık yapmasınlar istedim. Bu durumu ilkokulda yaşamış ve o zamanlar hayatımda gördüğüm en güzel kızı kaçırmıştım yüzüm kıpkırmızı bir hâlde. "Sen benden hoşlanıyormuşsun sanırım... Aslında ben de sen..." diye girizgahı yapıp daha cümlesini bitirmeden "Hayıaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaar! Yalan! Mustafa yalan söylemiş, hayıaaaaaaaaaaar!" diye suratına haykırılmış/haykırılan/haykırılacak olan mağdur her hatun gibi o da bir daha benimle görüşmek istemedi. Seni de bu şekilde kaybetmek istemiyorum, özgürlüğümü de kaybetmek istemiyorum ama aslında seni zaten kaybetmek istemiyorum.

İşin kötü yanı da o zaten, arkadaş olmuş ve ortak bir çevreyi paylaşmışız. Reddedilmek koymaz da reddedildikten sonra o arkadaşlığı, o ortamı kaybetmek koyar. Düşün bak, sen de istemezsin bu noktadan sonra işin o raddeye gelmesini. O yüzden hâlâ bir işaret arıyorum senden. O işareti çoktan verdiysen unutma, ben şu anda her şeyi "Yok abi onu kastetmemiştir" noktasına çekmekle mükellef aptal sevdalı rolündeyim. (Aşk değil o! Sevgi!) Bu yüzden sana tavsiyem daha bariz şeylerle çık karşıma. Hatta götün yiyorsa sen gel de açıl, nedir yani?

Bazen tam unutacak oluyorum, ki kızdırmış oluyorsun beni o zamanlarda ve "Yeter artık! Nereye kadar bu cevapsızlık, bu öfke harbi!"diye isyan ediyorum, fakat öyle bir anda öyle sempatik bir biçimde çıkıyorsun ki karşıma, Allah belanı versin senin! Bu bana yapılır mı lan?!

Yanındaki her erkeğe potansiyel sevgilinmiş gözüyle bakıyorum, kıskanarak... Daha doğrusu, imrenerek; kıskanmaktan pek hazetmem. Şehir dışında olduğunda özlüyorum, şehre geri döndüğünde özlüyorum, iki laklak ardından özlüyorum. Yatağa yattığımda seni düşünüyorum uyumadan önce, uyuduktan sonra seni özlüyorum. Rüyama giriyorsun, uyanınca özlüyorum.

Gözlerin hâlâ o fotoğraftaki gibi, yüzünün güzelliği de keza öyle. Fakat kıyafetlerin değişiyor her defasında, bu tamam da saçlarını neden değiştirdin ki sen? Düşün bak, hâlâ o saçlara takılmış durumdayım ben, sana söyleyemedim ama saçların o hâliyle daha güzeldi, sen o hâlinle daha güzeldin. Yanlış anlama, sen şimdi de güzelsin. Tamam, kabul ediyorum bunların hepsi mazeret, hepsi bir geciktirici krem... Zaten o fotoğrafta değişmeyen tek bir şey vardı, o da bendim. O zaman orada değildim, şimdi de değilim. Belki bir gün, olabilirim.