Saat gecenin biri olmuş... Radyo açık; Placebo çalıyor, hiç adetim değildir Placebo dinlemek, sanırım bundan 3-4 sene evveldi, lise sondaydım ve o zaman yeni çıkan ve sanırım adı "Meds" olan albümlerini indirmiştim, beğenmemiştim, kısaca siktir etmiştim; şimdi dinliyorum da, eh o kadar da kötü değilmiş, hatta sevdim diyebilirim. Neden böyle bir giriş yaptığımı bilmiyorum, ama sanırım üzerimdeki gerginliği almak için, uzun zamandır küskünüm kalemime, bakıyorum en son ne zaman bir şeyler karaladığıma, nerdeyse son 6 ay içinde yazmak adına bi bok yapmadığımı görüyorum. Blog'a yazdıklarıma bakıyorum: Birkaç kısa grup tanıtımı, video, birkaç eski şiir vs. Küskünlüğümü arıyorum, bir psikolog edasıyla ve yaklaşık bir sene öncesine gidiyorum: siktir yemek, hırslara ve egolara yenik düşmemek için dimdik ayakta durabilmeye çalışmak, unutmak için sigara üstüne sigara içmek, kaybetmenin verdiği hayal kırıklığı ve boşa harcanan emeklere, zamana acınmak. Sanırım bunlardı beni boşvermişliğin ete kemiğe bürünmüş haline getiren, daha bir dinginleştiren. Uzun zaman geçti ve artık kalemimle barışmak zorundayım, karalamaya devam etmek zorundayım. Aklıma onlarca şey gelirken, kafamda onca makaleler yazarken, bunu dışa vuramamak, oldukça kötü bir duygu; oturup gitar çalmak, okumak, yazmak, üretmek varken, boş boş bilgisayar ya da televizyon karşısında pineklemek, sınav zamanı da ineklemek... Anladım ki kalemimle barışmak zorundayım, anladım ki bir şeyler yazmadan bu iş yürümeyecek. Üstad Cenk Taner, " Teknoloji yüceltti hepimizi, ama yok panzehiri." demiş, belki de vardır: üretmek...
Onca kafa karışıklığı içinde, Kızılay sokaklarında boş boş yürürken 3.sınıf bir bara girdim ve karşımdaki adamla inceden bir sohbete dalarken, adam sordu:
-Bilader sen nerelisin?
-Rüzgarlı deniz kıyısı, hani önünde konservatuvar olan...
-O zaman oraya içelim.
Eyvallah dedim ve biramı körükledim; içimden, "Artık bu küskünlük bitsin." dedim.
Not: Yılın flaş transferi Kubi'ye, nam-ı diğer doodah'a hoşgeldin diyorum.