04 Ocak 2009

Çalar Saat

O aptal alarmına uyandığımız çalar saate önce hangimiz vurup susturacağız diye yarışırken altta kalan vücuduma ağırlık vermeyen vücudun öne eğerdi başını, öpebilmek için dudaklarımı. Vurmaya gerek kalmadan susardı çalar saat, zaman durduğunda onların çalışmasına gerek kalmaz.

Ardından giyinip işe gitmen gerektiğini söylerdin, sen üstünü değiştirirken kayardı gözlerim sana doğru. Tanrıça varmış gibi karşımda, büyük bir hayranlıkla seyrederlerdi seni saatler boyunca, kırpışmaları ise tamamen bir sağlama uğraşıydı. Acaba rüyada mıyım yoksa bu gerçek mi? Korkarlardı bir gün orada olmayacağından.


Sakındığın göze çöp batarmış derler ya, öyleydi sanki yaşanan her şey... Gidiyordun ama ben sanki gitmeni onaylıyormuşum gibi çıtımı çıkarmadım. Gitmek istiyorsan bilirim, giderdin. Ağlamadım desem onu da yemezsin çünkü bilirsin, ağlarım. Ağladım da…

Yıllar sonra sen başkasının çocuğunu bekliyorken, ben ise senden iyisini bulamamış avare avare geziniyorken o gün yolda gördüm ya seni yüzün ayın parlak bir parçası gibiyken... Gözlerinin içi gülüyordu hani mutluluktan. Sen derdi kederi bırakmış, evlenip hamile bile kalmış... Belki o gün karşılaştığımızda anılarıma sarılıp nefret ederdim senden, oğlunun doğum gününde onu da bırakıp gitmesen...


Bir de acı haberin tez ulaşmasa...


Bizim mahallede bir Aynur vardı ya, doğumda ölmüş. Ailesini bir arasak mı be Serhan


Şimdi susmasına gerek yok çalar saatlerin... Sadece zaman durduğunda çalışmaz onlar.



Huzur içinde uyu...