06 Ocak 2009

Medar-ı İftihar Eserleri #10: Ucuz Roman Havası

Kıç kadar evde tek başıma oturuyorum. Bok vardı sanki aykırılık edip de evi terkettik diyebilirdim, demedim... Yediğin önünde, yemediğin arkanda oluyor aslında. Kira derdin yok, faturalarla uğraşmıyorsun, pederin arabaya yaptırdığın yedek anahtarla gecenin bir vakti istediğin yerde burnunu sürtebiliyorsun. Ama bunların hepsinin bir bedeli var, saygı ve sevgi... Sadece bunlar olsa iyi, babadır sever ve sayarsın da bir de itaat beklentisi olunca dananın kuyruğu kopuyor. Bu yüzden buradayım.

İsmini vermek istemediğim -güya beş yıldızlı- yıldızlarını siktiğimin boktan otelinde istemeden öğrenci kategorisinde götümde on parmak klavye takılan okulum için staj yapıyorum. Her gün sabah dokuz, akşam altı. Tabi ki ekstralar olmazsa... Ayda 200 ytl sırf hakkımı aradığım ve biraz da kafa ütülediğim için stajyer maaşı alıyorum, gol yemem stajyerim modunda hayatımı boşa harcıyorum. Hafta içi ve hafta sonu gücüm yettiğince, hiç olmadı sadece haftasonları, işten çıkıp sürekli takıldığım barda barmenlik yaparak ek gelirlerle hayatımı idame ettiriyorum. Ay sonunda kazancım en az 700, en fazla 1000 ytl dolaylarında oluyor. Yanıma kâr kalan ise 350 liradan fazla olmadı hiçbir zaman. İçki ve sigaraya vermeyip de yemek yediğim ise 60-70 lira dolaylarında. Zaten ya yumurta ya makarna ya da cips, çikolata...

Götümün asfaltta sürtüp alev çıkarması ya da şuracıkta bedenin iflas etmesi durumunda bir dünya günahımla yanacak olmam pek umurumda değil, ki zaten öyle olmasa osuruğuma çaktığım çakmakla kendi kendime alev alacağım bir gün. Yine de sıcak anne yemeğini özlemedim, babamla kapışmanın yolunu gözlemedim diyemem. Kardeşimin dersleri nasıl, sağlığı nasıl hiç bilmiyorum. Ayda bir aldığı 100 kontörden bana üç mesaj atarsa kendimi şanslı hissediyorum. Beni iplemediğinden değil, arkadaşları doğal olarak ona daha cazip geliyor. Üç mesaja da şükür, onu yapmayanlar da var.

Haftanın beş günü rakı masasına gider, bütün arkadaşlarımla kapışır oradan bara geçerim. Barda üç beş kız yavşar, ki o da çok yakışıklı ya da çok karizmatik olduğumdan değil içkilerin beleş olma ihtimalinden, şanslıysam biriyle tuvalette iki posta atarız. Akabinde işlem esnasında onun değil kendi mutluluğumu düşündüğümden sonrasında mutlu olmasını sağlamak için iki bira ısmarlar ve kendimi tekrar işe veririm. Hafta içi sabaha karşı iki dolaylarında evde olur, bir saat kadar ayyaş tribinde çükümle konuşur bir kupa dolusu şekersiz ve sade kahve içerek yatağıma kavuşurum. Evin atmosferi kahve öncesi ve kahve sonrası olarak değişmektedir bende. Bu sebeptendir ki ilk geldiğimde evde ateş basar, çırılçıplak dolaşırım. Kahvenin sağladığı ayılma dürtüsüyle -ki ben bunu placebo etkisi olarak düşünüyorum ama ayılabilmek için eşelemekte fayda görmüyorum- üstümü giyinip öyle yatağa giriyorum.

Sabahları dilimde binlerce küfür oluyor, bu açıdan zengin olabildiğim için şanslıyım. Gardolabımda üç takım elbise, iki kot, dört-beş tane ne derece temiz olduğu belli olmayan t-shirt var ama lugatımda binlerce küfür... Üreticiyim de aynı zamanda, terziliğim yoktur da acayip küfürler savurabilirim! Karpuzun üstüne döksen anında çatlatacak kadar soğuk suyla yüzümü yıkıyorum önce, ardından aynı suyla dondurduğum sakallarımı sikindirik tek bıçaklı permatikle eşsiz bir şekilde traşlıyor ve reklamlardaki gibi bir hatunun gelip öpücük kondurmasını bekliyorum. Olmuyor tabi, ona da bir küfür savurup alaturka sıçkıhaneme avant-garde ve muazzam bir parçayı alafranga kokusunu eksik etmeden bırakıyorum. Kıçımı yine maşrapa içindeki Alplerden gelen özel suyumla temizliyorum.

Yandaki Kürt börekçiden bir poğaça alıyor, bir adet kıymalı poğaçaya 1.50 lira ve ağız dolusu küfürü bahşiş olarak bırakıp "Üstü kalsın" diyerek bırakıyorum. Kendisi haram yemez, kabul etmiyor; bir dünya küfürü arkamdan savuruyor ama ben almıyorum. "Orada kalırsa, çekinmez de alır belki" diye düşünüyorum.

İşe geldiğimde ilk iş yüzümde açıyor götveren çiçekleri. Beyinsiz versiyon burjuvalarla uğraşıp götünü yiyeyim ayağı yapıyorum, bahşiş için ele avuca bakıyoruz. Düşüncelerimi ve karakterimi satıyor olmamın sebebi üniformam ya da onların heybetli duruşları değil, kıza hediye almam gerek. Karımın olmadığı geceler için de çocuklarıma peçete!

F&B müdürünün kel kafasına sıçasımın gelmediği gün yok neredeyse. "Çocuklar, ben lise mezunuyum ama çıraktan yetiştim. Azmettim, başardım. Burada size kızıyor ve bağırıyorsam bunun nedeni sizi sektöre daha iyi bir şekilde hazırlamaktır." diyen gevur amcığından ağzı ise sıçmak için başka bir alternatif. Porsche temizliği için garson kullanan müdürün teamuagoyyayım. Şef Garson'un kendisinin de görev bölgesi olan üst katta üç hatun stajyeri bırakıp biz üç erkeği alt kata toplantı salonlarına vermesini, otel müşterilerinden bayan olanların götünü başını süzüp bıyık burmasını, yasak olmasına rağmen tüttüre tüttüre sigara içtiği erzak odasında herkese emirler yağdırdığını ise hesaba katmış değilim daha. Onun için sıçmaktan beter planlarım var.

Özgür adı gibi, göt herif. "Üç dört gün yokum ben, idare etsenize" diyecek kadar rahat, üç aylık stajının beşinci ayına girmiş acayip bir adam. Bunun dışında bir yamuğunu görmedim, iyi çocuktur. Benim evin bir üst mahallesinde oturur. Bir gün boş boş otururken uğramak istedi canım, kapısına kadar gittim de içeriden gelen iki erkek inlemesi gözümü korkuttu. İbne olarak yaftalamak istemedim, grup seks yaptıklarını düşünüyorum ya da herhangi insancıl bir aktivite. Daha fazla irdelemenin bir anlamı yok zira evine de gitmiyorum, bana gelmesine ise izin vermiyorum. Gelmekten ne anlayacağından emin değilim zira. Es kaza burayı bulursa ve bu satırlar gözüne çarparsa kusuruma bakmasın, benim yerimde o da olsa aynı şeyleri düşünürdü.

Kemal ise bizim gibi değil, lise stajyeri. Stajı normal şartlar altında altı ay sürüyor, o da normal şartlar altında takılıyor zaten. Fırlama bir çocuk. İşe ilk geldiğim günlerde oteli o tanıttı, o gezdirdi ve yardımcı oldu bana. Hiç unutmuyorum, bahşiş mevzusunu anlatıyor; "Abi ikimiz birlikte alırsak yarı yarıyadır, tek başımızayken alırsak öyle kalır" dediği anda yerde bulduğu beş kuruşu ikiye bölmeye çalışması komik gelmişti bana. İlk espirisine gülmemin liseli bir gencin götünü kaldıracağını ve yaşından büyük birini güldürebildiği için gün be gün içinde büyüyecek olan "üstünlüğümü de kabul ettirirsem benden kralı yok" düşüncesini adım gibi bildiğim için gereken küsküyü de gereken zamanda verdim. Aramız iyi, sabahladığım gecelerin ardından işe geldiğim günler "İdare et beni biraz, depoda kestireyim bir iki saat" dediğimde götünü vereceğini bilse kimseyi sokmaz depoya. Lise stajyeri olduğundan 600 ytl maaş alır göt, amcık, meme...

Gidersek şayet rakıya bu iki mesai arkadaşımı alır öyle giderim. Başta iyi başlar her şey, mezeler, dubleler ve başlangıç muhabbetlerine banılan ekmekler... Klasiktir, o gün otelde uyuz olunan ya da bahşiş bırakmayan annelerinden hürmetle bahsetmek, bayramda arayıp hâlini hatrını soralım söz verişleri. Akabinde varsa birinin aşk acısı, o döker için. Ha, hı, öyle mi? der derman aramayız. Kemal rakı içmek ister, "Küçüksün lan sen puşt!" derim, kızar. "Hehehehe hadi iç bakalım pezevenk" derim babacan bir tavırla, iyice kızar. Kemal'i mutlu etmek neredeyse imkansızdır. Ota boka kızar sikik ergen, sivilceleri götüne başına yayılasıca! Benden önce işe başlayıp kaynaştıkları için Özgür ve Kemal içkinin de tesiriyle bana karşı cephe alırlar. Leb dediğimde lafımı keserler, "Leblebi diyeceksin di mi ibne? Ama öyle değil işte o. İbelbel olacak doğrusu." Ben de sinir olup üstlerine giderim, garsonları konuya ortak eder kendi tarafıma çeker "Haklısın abi" dedirtip sahte zafer sarhoşluğu ile atışma kızışmadan müsaade isteyerekten ortamı terkederim.

Stajda kalan bir ayın sonunda, ne bok yiyeceğimi hiç bilmiyorum. Düşünmediğimden değil, bilmek istemediğimden de... 2+2=4 değil ki bu amına kodumun denklemi. Ben İstanbul'da, okul Kocaeli'nde, aile Sakarya'da... Çok uzak değil harita üstünde ama şu an çırılçıplak bu sıcacıcık kanepenin üstünde, elimde bira, yanında çerez tabağım, televizyonda sikten boktan bir program, ufo da yakarken taşaklarımın kıllarını değil başka şehre gitmek, iki adım ileriye gitmeye niyetim yok.

Zaten bu sebepten Gelme dedim Ezgi'ye, "Gelip de ne bok yiyeceksin?" dedim... Seni özledim dedi, içim buruldu. Peki gel o zaman diye cevap verdim, bir alt kattan aşağıya indi. Ezgi benim için çok fazla, benim ayaklara bir numara büyük şeytan papucudur kendisi... Güzel, akıllı, kahır çekiyor. Bu yüzden seviyorum zaten, seneye de giyerim anasını satayım ne olacak? diye düşünüyordum da bu aşırı kahır çeken, hayatıma müdahele edip de beni ayan beyan düze çıkarmaya çalışan biri de bir yerden sonra bayıyor. Zaten haftanın üç-dört günü bende, bende olmasa ne olur mimarisine sıçtığımın apartmanının o ikinci katında ben zemin katında... Buna rağmen bende olmadığı zamanlarda beklentisi bir esemes ama bende telefon trafiği tıkalı ben anam. Kızdı bugün bana, onu sevmiyormuşum, öyle dedi. "Sana nasıl kanıtlayabilirim ki, ne yapmam gerek?" dedim, sigara yaktım o sırada ve ağzımın sağ yanıyla gözlerimi de kısaraktan ufuklar yerine duvara odaklanarak çektim ilk fırtımı daha karizmatik görünebilmek adına. Bilgi olması açısından, bu boktan sigara çekişimi o çok severdi ve öpesi gelirdi. Böyle olunca belki azdırırım da bu tartışmayı geçer bir an evvel sevişiriz ve uyuruz diye planlıyordum.

Öyle olmadı, üstüne gideceği tuttu kahpenin. "Benim evimde kendi evindeymiş gibi davranamazsın ama kendini evinde hissedebilirsin. Bu senin tasarrufunda olan bir durum, hissetmeyebilirsin de. Fakat evimde yapamayacağın tek şey hakkımda doğru olmayan fikir çıkarımları yapmandır!" dedim. O kafayla, o cümleyi nasıl kurdum ben de bilmiyorum ama karizmatik olabilmek adına son umudum da böyle uzun, komplike ve azıcık da nüktedan bir cümle kurmaktı. Onu da yemedi... En son çocukluğumda ataride Tsubasa oynarken, zıgıvıgı efektiyle sağ sol yaparak bir anda kaybolan, çalım attıktan sonra ortaya çıkan o delikanlının D'si olamayacak orospu çocuğunu bir türlü durduramadığımda böyle hissetmiştim.

"Eğer böyle devam edecekse, istemiyorum ben artık" dedi. Stratejimi değiştirdim, salağa yatmalıydım... "Benimle mi konuşuyorsun, Mr. Muscle ile mi?" dedim. Çüküme başkalarının yanında böyle seslenirim, hoşuna gider. Fakat Ezgi'nin hoşuna gitmediği kesin... Vurdu kapıyı, arkasından "Sonra görüşürüz" diye bağırıp gitti. Eğer otumuzu bokumuzu merak edip de iki taraflı oynayan, apartmanın menapozlu manyak karısı kocasından dayak yemekten vakit bulursa Ezgi'nin bağırışmalarını merak ederek önce onun kapısını çalacak, ondan yüz bulamazsa gelip benim kapıma dayanacak ve çıplak bir hâlde açtığım kapının öteki tarafından "Tövbe estafurullah, sonra geleyim ben!" diyip gidecektir.

O gelene kadar bir bira daha yuvarlarım dedim ama daha açtığım anda kapı çalındı. "Siktir git be canım sıkkın!" diye bağırdım, bir daha çalmadı kapı. Canım niye sıkkın olsun ki? İyiyim... Mutluyum...

Mutluyum çünkü sorumsuzluğum vücudumu dolaşıp paçalarımdan akacak kadar hür ve şen! Beni şu an buradan kaldıracak tek şey açılması durumunda adaylığımı mutlaka koyacağım Sorumsuzluktan Sorumlu Devlet Bakanı koltuğunun cazibesidir! Stajı sikeyim, yakarım yarın! İçinde J var ya, hani modern gösteriyor... Biz de bir bok sandık sazanladık direk, yemişim be! Hem Roma'yı da yakarım! Sonuçları umurumda değil, belki yalnız bir hayata sürükleyecek beni ve belki de şaşalı bir ortama… Belki beni ben olduğum için sevecekler çıkacak belki de aynı sebepten nefret edecekler. Belki aynı sebepler benim bana karşı görüşlerimi etkileyecek ama şu an mutluyum. Teferruatını sonra düşünürüz.

Boş boş oturup kendime idol aldığım Homer modunda biramı yudumlamaktan mutluyum. Gül benim Cumhurbaşkan'ım mı değil mi bilmiyorum. Cumhurbaşkanı da ne ulan? En delikanlı Cumhurbaşkanı 1938'de öldü, bize de görmek nasip olmadı zaten. Televizyon izlemiyorum, yarı-bohem hayatımı psikoloji sarsan yarrak kafalı filmler izleyip ruhsal durumumu bok etmiyor ve bunu da kızları yatağa atmak için kullanmıyorum. Keşke diyorum, Bill Clinton beni kucağına alsa... Ne Monica gibi olurum ne de o velet, korum kafasına odunu görür ebesinin damını... Niye böyle düşünüyorum onu bile bilmiyorum ama Clinton'a uyuz oluyorum o bir gerçek.

Canım sıkılıp da balkona gidip ayakta bir sigara içmek istediğimde de "Alemde kuş olup diyar diyar dolaşacağıma karınca olurum da ayaklarım yere basar daha da mutlu olurum." diyesim geliyor kendime hep. Bunun yükseklik korkumla karanlık ve sessiz bir ortamda sigarayı dört beş nefeste bitirmemle alakası yok, kendimi telkin ediyorum o kadar!

Yine sabahın altı buçuğunu ediyor, bir bira deviriyor ve bu gecelik devrimimi yapıp rahat bir uyku çekmeye gidiyorum. Obaaa Sting'in Mad About You da çıktı radyoda, ne uyurum he...