22 Haziran 2008

Lucid

Ellerim donuyordu paltonun ceplerinin içinde. O da benden farksız durumdaydı, üşüyorduk. Koluma girdi ve öylece yürümeye başladık.

Ne bok işimiz vardı o soğukta deniz kenarında bilmiyorum, o da bilmiyor gibiydi ve yürümeye devam ederken; "Canım midye çekti, yiyelim mi?" dedim. "Boşver, yürüyelim işte" dedi, kabul ettim. Normalde olsa her türlü yerdim o midyeleri arkama bile bakmadan, gitmiş mi trip atıp da yoksa kalmış mı of pof çekerek, umursamadan...

Çay içip muhabbet eşliğinde ısınmaya karar verdiğimizde bu soğukta fazla düşünmeye gerek olmadığını anlamış olacağız ki ikimiz de önümüze ilk çıkan café'ye giriverdik. Çay içmeye girdik; o sıcak çikolata istedi ben Türk Kahvesi istedim. Muhabbet edecektik; o yanımdaki masada oturan çocuğa bakıyordu ben arkasındaki masada oturan kıza bakıyordum. Isınacaktık; o bana baktı ben de ona, buz kesildik.



İkimiz de her günü hayatımızın son günüymüş gibi salt keyfi yaşamaktan nefret ediyorduk, tıpkı hayatımızın ilk günüymüş gibi yediğimiz her şaplakta ağlamaktan nefret etmemiz gibi. Kendi dinimiz, kendi mantığımız, kendi tabirlerimiz, anlamlarımız, sevgimiz vardı yazılı olmayan kurallar kitabımızda. Göz göze geldiğimize anlıyorduk. O yanımdaki masada oturan çocuğa, ben arkasındaki masada oturan kıza... Derin nefretler besliyorduk, siparişler daha gelmemişken kalktık.

Ter bastı, tişörtümü çıkardım; pantolonu ile karşılık verdi. Gerinmek için kollarımı kaldırdığımda kafasını kolumun altından geçirip göğsüme yasladı ve öylece durduk.

Ne bok işimiz vardı o sıcakta kum tepelerinin ardında bilmiyordum, o da bilmiyor gibiydi ve öylece durmaya devam ederken; "Canım sevişmekten çok seni öpmek istiyor" dedim. "Peki" dedi... Normalde olsa her türlü paranoyaklığını sergileyip artık onu sevmediğimden girer, hayatımda başka bir kadının olduğundan çıkardı ama yapmadı.

Öylece durup tepemizdeki akbabaların o sıcakta bilincimizi kaybetmemizi beklemeden üstümüze çullanacağı kanısına vardığımızda fazla direnmeye gerek olmadığına karar verip sadece daha sıkı sarıldık birbirimize. Gözyaşları göğsümden aşağı vücudumun terine karışarak akıyordu, hoşuma gitti. Çenemden kopup saçlarına karışan terimden hiç rahatsız olmuyordu, hoşuma gitti. Beni ben olduğum için ölüyorum diye sevmesi hoşuma gitti. Çünkü ben de onu o olduğu için öldüğünden seviyordum.

Bencilliklerimizden sıyrılalı çok olmuştu; sencilliklerimize adım atalı... Ben yazılmış sayfaların üstüne yazıyordum yazılarımı, o çizilmiş tabloların üstünde çiziyordu resimlerini. Tek yastıkta gençleştirdik birbirimizi gecelerde, sabahına ben ekmeğe şokella sürerken o çayı demlerdi ve aynı masaya oturmakla mükelleftik mükemmelliklerimizde... O; çıplak ve ıslak ayaklarımın parkede çıkardığı seslerin eşliğinde miyavlar gibi şarkı söylemeye bayılırdı. Ben ise o şarkısını söylerken yazılar yazmaya. İkimiz de zevk alırdık tüm bunları yaparken kızgın ütüyü lekesi çıkmak bilmeyen çamaşırların üstünde yanlışlıkla unutmaya.

Titreme geldi, gözlerimi açtım. Yanımda olup olmadığını anlamak için elimle yatağın olmayan öbür tarafını yokladım. Üstümde olması gerekirken arkamda kalan yorganı kendisine çektiğini düşünerek altına baktım, yoktu.



Ne bok işimiz vardı sabahın kör vakitlerinde o rüyada bilmiyordum, o da bilmiyor olacaktı ki yoktu...