14 Haziran 2008

Ping - Pong



Haziran ayına öyle bir giriş yaptık ki, bir yanda 21 yıl sonra NBA finalinde karşılaşan Boston Celtics - Los Angeles Lakers serisi, öte yanda başlayan EURO 2008 heyecanı. Euro 2008'den çok bu yaşım kadar abazan kalmış Celtics - Lakers vuslatına dair olan beklenti çok fazlaydı. Öyle ki Lakers taraftarları da Celtics taraftarları da takımlarını sırtlarına vurarak gerdeğe yolladı.



Tabi Euro 2008'in başlamasıyla bir anda büyük bir ilgi de oraya kaymış oldu. Bakalım hazırlık maçları boyunca saç baş yoldurtan milliler ne yapacaklardı? Türlü spor programlarında, birbirlerine değmeden yeryüzüne düştükleri rivayet edilen yağmurlar misali kendine has fikirleri ile cins cins yorumcular ve onların teorileri ile şampiyonaya hazırlandık. Milli Takım üzerine düzülen felaket senaryoları ile gerilmişken, Sergen'in yorumları sinirlerin boşalmasına sebebiyet veriyordu o zamanlar.



Beklentim doğru çıktı, Portekiz bize bir güzel oturdu ki sormayın gitsin. Dünya'yı biz yarattık ama kupasını alamadık havalarındaki milyon euro'luk oyuncularımız neye uğradıklarını şaşırınca anca başarı yeminleri ettiler. Yeminli Milli Müşavirlerimiz ile gurur duymamamız için hiçbir sebep göremiyorum. Neyse, bala mala İsviçre'yi geçebildik de ortalık biraz duruldu. Yağmuru bahane edenlere ise gözümle gülüyorum. Maç boyunca Türkiye kalesinin günlük güneşlik, İsviçre kalesinin dört tarafının denizle çevrili olduğunu kanıtlayana da közümü veririm. (An itibariyle nargile içmekteyim)"



Umutlarımızı yarınki Çek Cumhuriyeti maçına taşıyabildik ama ne olacak ne bitecek bilemiyorum. Normal şartlarda Çekleri yenecek güce hayli hayli sahibiz ama hiçbir zaman bu ülkede bir şeyin şartı "normal" olarak kalmadığı için bir şey demek zor oluyor işte.



Tekrar Nba finallerine dönüp baktığımızda serinin hayvani bir savunma ve iyi hücum taktikleriyle Boston'da Celtics lehine 2-0'a geldiğini, akabinde Los Angeles'taki ilk maçta Lakers'ın iyi konsantrasyon, seyirci desteğinin kendini aşması (en azından L.A.L. taraftarları açısından) ve Kobe başta olmak üzere (nedense Lakers dendi mi hep böyle başlanıyor bu cümleye) tüm takımın iyi oynaması gibi etkenlerle efsane serinin 2-1 olduğunu görüyoruz, şahit oluyoruz. Arada Murat Kosova arabasının çekilip çekilmediğini Bird Eye Cam'den takip ediyor, Van Baskaay'ın Laker Girls fantazileri falan derken serinin dördüncü maçında ilk iki çeyrekte farka giden ve bir de penaltı kaçıran Lakers'ın, taktiği 4 kısalı orta saha, bir pivot forvete döndüren Doc Rivers'ın ekibine maçı 24 sayıdan verdiğine şahit olup "Ohaaaaaaaaa! Vuhuuuuuuuu!" diye bağırıyorduk sabahın köründe ve hâliyle annen ya da baban içeri dalıp "e ebenin!" diye bağırarak Boston'ı desteklediğini gösteriyordu. Ailece Boston'ı desteklediğin için mutlu olup tekrar Euro 2008'e dönüyordun sen de tabi...



Bir de bakıyorsun ki hiç beklemediğin Hollanda ölüm grubunu domine etmiş, içine etmiş... İtalya'ya 3 koymuş, Fransa'ya 4 koymuş. Öyle de güzel, sistematik biraz da -Ömer Üründül serpiştirince- kollektif bir futbol oynuyorlar ki hayran kalmamak mümkün değil. Hani bizim kahvelerde derler ya "şiir gibi futbol" diye, aynı öyle işte ama uyaksız biraz bunlarınki, Can Yücel tarzı. Tutarlı fakat dağınık bir güzellik. İspanya'da Villa patlaması, Almanya'da da Podolski patlaması yaşanmış. Portekiz elindeki kadronun potansiyelinin altında bir oyun sergiliyor ama maç yaptıkça açılıyor gibiler.

Gönlümden geçen Hollanda, Almanya, İspanya ve Portekiz'in olduğu bir yarı final olmasıydı, pek mümkün gözükmüyor-muş- ama iyi olurdu. Finale dair hiçbir fikrim yok. Bekleyip görmek lazım.



Her ne olursa olsun, tuttuğumuz ya da tutmasak da sempati duyup desteklediğimiz takım hayalkırıklığı yaşatsa da dibine kadar sporla dolu bir Haziran ayı geçiriyoruz. Şahsen benim bitirme projem var Haziran sonuna kadar teslim etmem gereken, çoğu kişinin finalleri de yeni yeni başlıyor. Tanrı yardımcımız olsun diyorum başka da bir şey demiyorum.