Saat sabahın dördünde uyumaya çalışırken, apartmanın tam karşısındaki oduncunun sûr borusu gibi öten alarm sisteminin gürültüsü ile yataktan ”Aragoooooorn yetiiiiiş!! Gandalf kılıncımı getir laaaan!!! ” diye fırlamıştım ve hâliyle uykum kaçmıştı.
Odun ve oduncunun dostu olmayıp ona başarı dilemek yerine, lanet okumayı tercih ettim ve ayağıma terliklerimi geçirdiğim gibi balkona çıktım. Pis pis bakıyordum oduncunun dükkanına, kim bilir neler geçiriyordu aklımdan?
Odun da odun derken aklıma Recep geldi. Hani şu Takoz Recep yok muydu eski Beşiktaşlı futbolcu? Kendi kalesine uçan vole ile attığı golün akabinde televizyonlara verdiği; ”O golü en kral kaleci gelse çıkaramazdı lan” demeci beni güldürmeye yetip artmıştı bile. Bunlar aklıma gelip gülerken bir anlık sinirle sebepsiz yere oduncunun kalbini kırdığımı ve aslında odunu ve oduncuları ne kadar sevdiğimi anladım.
Üşüdüm, içeri girip balkon kapısını kilitledim. Son kez camdan dışarıya bakıp soğuğu hissetim ve cama hohlayıp buğulanan yere parmağım vasıtasıyla; “Sıkıyorsa gelsene lan, Ne o? Yemedi di mi? Zaten babanı da sevmezdim” yazdım. Yazdım da şöyle bir geri durup baktığımda bütün cama hohladığımı, zart zurt hohlamaktan başımın döndüğünü de farkettim.
Yeni bir gün bütün soğukluğu ve suratsızlığı ile başlıyor ve beni selamlıyordu. Ben ise hiç hoşnut değildim bu durumdan. ”Kuru kuru selam olmaz , gelsin elimi öpsün hayırsız” diye inat etmekteydim kendi kendime.
Madem uyandım tekrar uyumak olmaz diye düşündüm ve buzdolabını açtım. Ağzına kadar doluydu dolap ama üşenip koltuğa yattım, televizyonu açtım. Televizyonda da hiçbir şey yoktu pro 7′de ”ah oh şön şn vundebaaaaaarghhhh” diyen üç beş kadının güzelliğinden başka ki o da bir süre sonra sıktı zaten.
”Oturmaya mı geldim lan? Ev yan gelip yatma yeri değildir!” diye kendi kendimi telkin ederek dört tost hazırladım. Dört çok önemli bir rakamdır benim için. Basketbol oynadığım dönemlerden forma numaram, kaldığım ders sayısı, Atos-Portos-Aramis-Dartanyan, Joe-John-William-Avarel Daltonlar, Fantastic Four gibi önemli şeylerin sayısıydır dört. Dört tost her zaman benim yalnızlık yiyeceğimdir. O yüzden umarsızca yedim tostlarımı ve bekledim…
Beklerken Özdemir Asaf geldi aklıma, kal geldi…
Geleceğim bekle dedi
Ben beklemedim o da gelmedi
Ölüm gibi birşeydi
Ama kimse ölmedi
İyice kötü oldum o zaman işte çünkü eski sevgililerimden bir tanesi de terketmeden önce bana yatakta ”geleceğim bekle” demişti ve ben beklemedim o da gelmedi. Orgazm gibi bir şey oldu ama ne sen sor ne ben söyleyeyim...
Bilgisayarı kucağıma alıp yattığım yerde bir kaç el bilardo oynadım. İki kişilik oyun oynuyordum ve ikisini de ben kontrol ediyordum. Ondan sonra da kendimi tatmin ediyordum ”Süper oynuyorum lan ben bu oyunu, kral olup gelsem tanımam kendimi, yine yenerim” diye. Bu gidişimin kötü olduğunu anlayıp ”Sus da yat zıbar!” dedim ve itaat ettim bu kararıma. Evet evet, haklıydım!
Gün kederle, nefretle, acıyla başladı. Ne kahvaltıya ne de Çokokreme sıra kalmadı. Zaten evde çokokrem de yoktu. Hâl böyle olunca en son; ”Tanrım, bana bugünü yaşattığın için sana şükürler olsun, sen tüm sevdiklerimi koru, Soho’da buluşalım. İyi geceler.” dedim ve kapattım çünkü fatura da çok yazmıştı, ben de...