Buralarda hayatın nasıl geçtiğini tahmin etmeniz çok zor. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve 10 metre kar… Bir de üstüne yalnızlık tabi. Sıkıntıdan her gün bardak siliyorum ve bu işte artık bir usta olduğumu söylemekten çekinmiyorum.
Yalnızlık diyorum ama geçen hafta yepyeni bir aile geldi otelimize, yıllar sonra. Bay Jack, Bayan Wendy ve küçük çocukları… Jack bir yazarmış ve yazmak için yalnızlığa ihtiyacı varmış. Otelimizi seçmesinin nedeni buymuş kendisinin dediğine göre. Jack her gün gelirdi buraya, bir bardak bourbon içer ve giderdi. Bayan Wendy ve oğlu gelmedi… Jack biraz bahsetti.
Bayan Wendy biraz çekingenmiş sanırım. “Bey sen rahat rahat yaz. Ben yemek falan yapar çamaşırları da yıkarım. Vaktim kalırsa sen daktilo başındayken leğenle su getirir ayaklarını ovarım” modunda bir bayanmış sanırım. Çocukları da sünnet olmuş otelde haberimiz yok. İnsan pilavından getirir di mi? Neyse… Çükünde karton kutuyla geziyormuş, öyle demişti Jack. Bu da geceleri duyduğum çığlıkların ve Jack’in elinde sürekli gördüğüm baltanın açıklayıcısı olan bir konuşmaydı…
Çocuk sorunluymuş biraz, Jack bu konuda çok dertliydi hep… Otelde gezerken iki tane çıplak Rus gördüğünü iddia edip peşlerinden gitmiş. Kızlar buna “Bizimle oynamak ister misin?” demiş. Bu da aptal üç tekerli bisikletini üstünlerine sürüp yakalamayı çalışmış bunları ama kızlar birden ortadan kaybolmuş. Bu tabi yusuf yusuf. Demiştim ki Jack’e; “Ayakları kolları falan ters miymiş?”… Yok dedi; zaten sadece memelerine bakmış. Onlar da ters değilmiş. “Allah allah, garip. Ben öyle kızlar görmedim otelde. Görsem bunca sene böyle kalır mıydı bu bünye? Yüzümde sivilceler çıkar mıydı 55 yaşımda?” dedim. “Ben de onları görüp sivrisineği bol sanmıştım otelin” diyerek cevap vermişti.
Tabi bununla da bitmiyordu. Bir ara gözü dönmüş bunun gitmiş rujla kapıya Anastas Mum Satsana yazmış… Jack de takım elbisesini giyip nasıl durduğunu merak edip aynaya bakınca farketmiş. “Lan bu tersten okununca da aynı, düzden okununca da aynı” diyip tırsmış bir an için.